Fiyatlar kontrolden çıktı, gerekçe yok… Aynı ürün neden her yerde farklı fiyatla?

Prof. Dr. Mete Gündoğan Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

Keyfî fiyatlandırmanın anatomisi ve çözüm önerileri

Ülkemizde şu sıralar çok yaygın bir "keyfî fiyatlandırma" davranışı gözleniyor.

Aynı ürün, farklı yerlerde çok farklı fiyatlarla satılıyor.

Aynı kalite, hatta bazen aynı marka bile olsa fiyatlar arasında ciddi farklar var.

Elbette, coğrafi konum, kira, işletme maliyeti gibi nedenlerle fiyat farklılıkları olabilir.

Bunun makul açıklamaları da vardır. Ancak mevcut durumda fiyat artışları ve farkları, TÜİK'in açıkladığı enflasyon oranlarının çok üzerinde seyrediyor.

Üstelik bu artışların çoğu için gerçek ve geçerli bir gerekçe yok!

Bu durumun iyi analiz edilmesi ve doğru anlaşılması gerekiyor.
 


Peki, bu orantısız fiyat artışlarının nedeni ne olabilir?

Bu tür gerekçesiz fiyat artışları, sadece arz-talep dengesiyle açıklanamaz.

Daha derin ekonomik, psikolojik ve yapısal nedenlere bakmak gerekiyor.

Bu nedenleri 6 ana başlıkta toplayabiliriz.

Aynı zamanda bu maddeler, içinde bulunduğumuz ekonomik tabloyu da özetliyor:


1. Paraya olan güven zayıfladı; mala olan güven arttı.

TL'ye olan güven azaldı. Bu nedenle üreticiler ve satıcılar arasında şu refleks gelişti:

Paramı elde tutacağıma malda tutayım. Mal, para yerine geçer.

Çünkü hiç kimse yarının fiyatından emin değil.

Enflasyon, güvenin sarsılmasıyla başlar.


2. "Fırsatçılık ekonomisi" yaygınlaşıyor.

"Bugün yüksek fiyattan satamazsam, yarın yerine koyamam" düşüncesi piyasaya hâkim oldu.

Bu davranış, tüm tedarik zincirine yansıyor.


3. Rekabetin yokluğu ve denetimin zayıflığı, bu ortamı hazırlıyor.

Piyasada bazı sektörlerde tekelleşme oluştu (gıda, temizlik, oto yedek parça).

Aynı firmalar farklı markaları piyasaya sürerek sanki rekabet varmış algısı yaratıyor.

Bu durum, küçük üreticileri piyasadan siliyor ve büyük üreticilere/toptancılara bağımlılığı artırıyor.


4. Enflasyonun yavaşlayacağı beklentisi, şimdiden kâr maksimizasyonuna yol açtı.

Pek çok satıcı biliyor ki:

Faizler yüksek, talep azalıyor, yakında satışlar duracak.

Bu beklentiyle bugünden en yüksek kârı alma eğilimi doğdu.


5. TÜİK verilerine güvensizlik yaygınlaştı.

Piyasa artık resmî verilere değil, kendi "hissettiği enflasyona" göre hareket ediyor.


6. Faizli krediler fiyatlara yansıyor ama üretime değil, finansal spekülasyona akıyor.

Şirketler yüksek faizle kredi kullanıyor.

Bu faiz giderleri ürün fiyatlarına yansıtılıyor.

Ancak krediler üretim yerine döviz, borsa, gayrimenkul gibi alanlara yöneliyor.

Yani reel sektöre değil, spekülasyona yatırım yapılıyor.


Sonuç olarak, keyfî fiyatlama, artık piyasa normu hâline gelmeye başladı.

Unutulmamalıdır ki, bir ülkede fiyatlar keyfîyse, mesele maliyet değil, zihniyet meselesidir.

Devlet sadece fiyatları değil, fiyat koyma ahlâkını, rekabet ortamını ve paraya olan güveni de inşa etmek zorundadır.

Aksi hâlde, market rafları döviz bürosuna, satıcılar karaborsacıya dönüşür.


Peki, ne yapılabilir?

Aşağıda, 10 maddelik pratik bir çözüm paketi sunuyorum:


1. TL'ye güven yeniden tesis edilmelidir.

Enflasyonla mücadele sadece rakamsal değil, psikolojik bir mücadele olmalıdır.

Paranız güven vermezse, piyasa size merhamet etmez.


2. Kredi kullanımı üretime bağlanmalıdır.

Şirketlerin faaliyet dışı kârları izlenmeli, yüksek faizli kredilerin üretim dışı alanlarda kullanımı engellenmelidir.

Faizler, maliyet kalemi gibi gösterilmemelidir.


3. Gerçek enflasyon ve piyasa güven endeksi oluşturulmalıdır.

"Hissedilen enflasyon" ile "resmî enflasyon" arasındaki fark ölçülmeli ve piyasa güven endeksi kamuoyuyla paylaşılmalıdır.

Bu endeks, maaş artışları ve fiyat denetimleri için referans alınmalıdır.


4. Rekabet Kurumu güçlendirilmeli, karteller dağıtılmalıdır.

Kurul, göstermelik değil gerçek denetleyici olmalıdır.

Kartel oluşturan firmalara ağır cezalar ve kamuya açık teşhir gibi caydırıcı yöntemler uygulanmalıdır.


5. Haksız Fiyat Değerlendirme Kurulu yeniden yapılandırılmalıdır.

Kurul, şikâyet temelli değil, proaktif çalışmalıdır.

Cezalar sadece küçük esnafa değil, büyük üretici ve zincir marketlere de yönelmelidir.

Şeffaf maliyet açıklaması zorunlu hale gelmelidir.


6. KOBİ'lere ve yerli üreticiye koruma kalkanı sağlanmalıdır.

Kur Korumalı Mevduat, rantiyecileri değil, KOBİ'leri koruyacak şekilde dönüştürülmelidir.

Rekabet eşit koşullarda olur.

Eşitlik yoksa, fiyat özgürlüğü değil, tekelleşme ve sömürü oluşur.


7. Fiyat artışı bildirimi zorunlu olmalıdır.

Belirli bir oranın (örneğin yıllık enflasyonun) üzerinde fiyat artışı yapan firmalar, bunu önceden kamuya bildirmelidir.


8. Ticaret ahlâkı ve şeffaf fiyatlama eğitimi verilmelidir.

Organize sanayi bölgelerinde, meslek odalarında; kriz döneminde ticaret sorumluluğu gibi konularda seminerler düzenlenmeli, belgelendirme yapılmalıdır.


9. Kamu alımları özel sektöre örnek olacak şekilde yürütülmelidir.

Kamu, yerli ürün tercih etmeli, şeffaf fiyatlandırma ilkelerini uygulayarak örnek teşkil etmelidir.


10. Yeni bölgesel ticaret ağları kurulmalıdır.

Küçük üretici ile tüketici arasında aracılar azaltılmalı, bölgesel takas sistemleri ve alternatif para sistemleri teşvik edilmelidir.

Tarım kooperatiflerine ve yerel üretici birliklerine doğrudan satış kanalları açılmalıdır.


Sonuç:

Fiyat sistemi tek merkezde toplanırsa, serbest piyasa değil, merkezî soygun oluşur.

İşte size bütüncül ve sistemik bir bakışla:

↠   Aşırı fiyatlandırmanın nedenleri
↠   Ve çözüm önerileri...

Umarım faydalı olur.

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU