Eski Uruguay Devlet Başkanı José Alberto Mujica 89 yaşında hayatını kaybetti.
Güney Amerika'nın yüzölçümü bakımından küçük ama çok önemli bir ülkesi olan Uruguay'ı ziyaret ettiğim ve birçok bilgiyi yerinde edindiğim için bu yazı ilginizi çekebilir.
Amerika Birleşik Devletleri'nin arka bahçesi olarak bilinen bölgedeki Uruguay, ordunun birçok kez yönetime el koyması nedeniyle diktatörlükler, baskı, zulüm, insan hakları ihlalleri, kayıplar ve işkencelerle gündeme geldi.
Oysa Uruguay, 1900'lü yılların başında, dünyanın birçok ülkesinde olmayan hakları vatandaşlarına vermesiyle tanınıyordu.
Örneğin, 1907 yılında idam cezası kaldırılmış, 1913'de boşanma hakkı tanınmış, 1927'de ise kadınlara oy kullanma hakkı verilmişti.
Uruguay'ın tarihindeki önemli değişikliklerden biri de Kasım 2009'da yapılan devlet başkanlığı seçimiyle yaşandı.
José Alberto Mujica adlı, 74 yaşındaki bir solcu, "Geniş Cephe" ittifakının adayı olarak katıldığı seçimi kazanarak devlet bBaşkanı oldu.
"Dede" lakaplı José, öncelikle yaşam biçimi nedeniyle sadece Uruguay'da değil tüm Latin Amerika ülkelerindeki yoksul halk kitlelerinin sevgilisi haline geldi.
Çok etkileyici bir hayat hikâyesi olan José Alberto Mujica, 20 Mayıs 1935 tarihinde, Başkent Montevideo'da doğdu.
Yoksul bir ailenin çocuğu olan José'nin babası İspanya'nın Bask bölgesinden, annesi ise İtalyan asıllıydı.
Daha 6 yaşındayken babasını kaybeden José, siyasi yaşamına, çocukluktan gençliğe adım attığı yıllarda, anarşist gruplara katılarak başladı.
Daha sonra, 1960'lı yıllarda, zenginden alıp yoksullara vermek amacıyla silahlı soygunlar yapan ve varlıklı kişileri kaçıran, Tupamaros adlı şehir gerillası bir örgütün saflarına geçti.
Eylemleri nedeniyle ön plana çıkan José, örgütün en çok aranan militanlarından biri oldu ve 1969 yılında yakalandı.
José, "Kuyunun dibine atmadıkları sürece kaçamayacağım hapishane yoktur" dediğinde, çoğu kişi ona inanmamıştı.
Birkaç ay kaldığı cezaevinden 100 kadar mahkûmla kaçan José, bir süre sonra yakalandı.
Ülkenin en sıkı korunan cezaevine gönderilirken, "Kendinizi yormayın, çünkü yine kaçacağım" diyordu.
José, 1973'de, beraberinde 15 mahkumla buradan da kaçtı.
Firari olduğu dönemde, gecekondu mahallelerinde halka para, erzak, giyecek dağıttı.
Sonra, kırsal kesime geçti ve aylarca dolaştığı köylerde, köylülere para dağıtırken yakalandı.
O tarihten itibaren 1985'e kadar sürecek 12 yıllık yeni hapishane hayatı başladı.
Askeri diktatörlüğün işbaşında olduğu bu dönemde, 2 yıl boyunca işkence ve kötü muamele gördü.
Diğer mahkûmlardan farklı olarak, hücre yerine, kaçamayacağı bir yere, suyu azalmış bir kuyuya atıldı.
Tam 2 yıl kaldığı kuyudaki en iyi arkadaşları ise "Direniş" adını verdiği bir kurbağa ve "Kedi büyüklüğünde" dediği sıçanlardı.
José kuyu arkadaşlarını öylesine benimsemişti ki, günde bir kez verilen ekmeğini ve kendi deyimiyle "o şartlarda bile yenilmeyecek" yemeğini onlarla paylaşıyordu.
José, askeri diktatörlüğün devrilip demokrasiye geçildiği 1984 yılında çıkarılan genel afla özgürlüğüne kavuştu.
İşte o andan itibaren legal siyasi kariyeri başlıyordu.
Önce "Halkçı Katılım Hareketi" adlı bir parti kurdu.
Bu parti, 1989 yılında "Genişlemiş Cephe" adlı ittifaka katıldı.
José, 1995 yılında yapılan seçimlerde milletvekili seçildi.
Bu görevindeki başarıları ve yoksulların yaşadığı bölgelerde düzenlediği yardım etkinlikleri ile halk arasında bir efsaneye dönüşmeye başladı.
Bunun sonucu olarak ise 1999 yılında yapılan seçimlerde, Uruguay tarihinde görülmemiş oranda oy alarak senatör seçildi.
Görevi boyunca tüm ülkeyi karış karış gezdi.
Özellikle kentlerin gecekondu mahallelerine ve en ücra bölgelerdeki köylere gitti.
Geceleri yoksulların, köylülerin evlerine misafir oldu.
Efsane kulaktan kulağa yayılarak tüm ülkeyi sardı.
Köylülerin sevgilisi haline geldi.
Bu sevgi onu, 2004 yılında tarım bakanlığı koltuğuna taşıdı.
Siyasi yaşamındaki hızlı ve düzenli yükseliş, "Yoksulların Adayı" olarak katıldığı 2008 yılındaki seçimlerde yüzde 52'yi aşan oy oranına ulaşarak, devlet başkanlığı koltuğuna oturmasıyla devam edecektir.
İşbaşına geldiği günden itibaren, Katolik Kilisesini de karşısına almak pahasına Güney Amerika için ilklere imza atmaya başladı.
Ama José'yi sıra dışı bir devlet başkanı yapan, ülkeyi birçok alanda değiştirten yasaların çıkışına öncülük etmesi değildi.
Giyim kuşamına özen göstermeyen tarzı, asla kravat takmaması, protokol kurallarını reddetmesi, çok açık sözlü olması, diğer ülkelerin devlet başkanlarıyla aklından geçtiği gibi konuşması herkesi şaşırtıyordu.
José'nin, 9114 euro olan devlet başkanlığı maaşının, 8214 euroluk kısmını, her ay, fakirlere yardım eden 2 kuruluşa, "Bu parayı asıl sahiplerine veriyorum" diyerek bağışlaması, sadece ülkesinde değil, dünya kamuoyunda da dikkati çekti.
Eski bir dizüstü bilgisayarı bulunan José, Twitter'ı, "Yoksullara ulaşmanın yöntemi değil" dediği için kullanmadı.
José, zamanının büyük bir bölümünü, Devlet Başkanlığı Sarayı yerine, "Fakirhane" olarak adlandırdığı, eskimiş eşyalarla dolu, boyaları dökülmüş, 1 oda ve mutfaktan oluşan çiftlik evinde geçirdi.
Bahçesindeki kırık sandalyeye oturup, köyün berberine tıraş oldu.
Makam arabası yerine, "tek lüksüm" dediği ve 1987'de aldığı eski bir Vosvos'a bindi.
Bahçesinde yetiştirdiği sebzelerden pişirdiği yemeği ve ağaçlardan topladığı meyveleri yedi.
Ayrıca çok sevdiği keçilerini ve 1 ayağı olmayan köpeğini beslemek de yine en büyük mutluluk kaynaklarındandı.
Bunların dışında, traktörünü kullanarak bahçesini ve tarlasını sürmesi, halkın düzenlediği etkinliklere, düğünlere, eğlencelere, kamyonların tıka basa yolcu dolu kasasına binerek gitmesi, sadece 2 polisin uzaktan korumasını kabul etmesi, José Alberto Mujica'nın yaşam tarzını anlatacak özelliklerden sadece bazılarıdır.
Kendini ateist olarak tanımlayan José'ye, Vatikan'ı neden ziyaret ettiği sorulduğunda, "Papa Francis'in hayatı da sokaklarda geçtiği için, yoksulların halinden anlar. Bu yüzden görüşmeye gittim" yanıtını vermişti.
Arjantin Devlet Başkanı Cristina Kirchner hakkındaki sözleriyse iki ülke arasında diplomatik krize yol açmıştı.
José, "moruk ve inatçı" dediği Kirchner'den aylar sonra, yarım ağız da olsa özür dileyerek, komşu ülke ile ilişkileri düzeltmişti.
Göreve gelişinin hemen ardından, Venezuela'daki Güney Amerika Zirvesi'ne katılan José'nin kıyafeti, ülkesindeki muhalefetin tepkisini çekecekti.
Venezuela ordusuna ait askeri bir parka giymesine yönelik eleştiriler üzerine, "Hava soğuktu. Yanımda kazak ya da kalın giysiler yoktu. Oradaki bir askerden parkasını istedim. O da verdi. Ne var bunda?" diyordu.
Eşi Lucia Topolansky da José gibi eski bir gerilla.
Tupamaros örgütünde yıllarca birlikte mücadele etmişler.
Kendisine First Lady denilmesini hiçbir zaman istemeyen Lucia, Devlet Başkanlığı Sarayı'nda yaşamaya en az eşi kadar karşı çıkmıştı.
Bu sıra dışı çiftin ellerine süpürgeleri alıp, evlerini birlikte süpürmeleri hala daha halkın dilindedir.
Ancak José, geçmişte Latin Amerika'nın İsviçre'si olarak tanımlanan Uruguay'da artan şiddet olayları nedeniyle eleştiriliyordu.
Büyük toprak sahiplerine yönelik hazırladığı yeni vergiler ise hükümet içinde sıkıntı yaratmıştı.
Askeri diktatörlük sırasında işlenen cinayetlerin cezalandırılması konusunda, yüksek mahkemenin aldığı takipsizlik kararı da dünyanın en fakir devlet başkanının tutamadığı sözlerden biri olarak gösteriliyor.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish