Amerika Afrika'dan çekilirken: Yeni düzenin ayak sesleri

Dr. Osman Gazi Kandemir Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Kristin Savage/ABD Hava Kuvvetleri

ABD neden çekiliyor?

ABD’nin Afrika’dan çekilişi, ani bir geri adım değil; zaman içinde olgunlaşan hem Washington’daki stratejik değerlendirmelere hem de sahadaki yapısal çözülmelere dayanan bir yeniden konumlanma sürecidir.

Ancak bu çekilişin simgesel düzeyde en güçlü işaretlerinden biri, 2024’te Nijer’den başlayan askerî geri çekilme kararı ve ardından USAID ofislerinin kapatılması olmuştur.

ABD kıtadaki fiziksel varlığını kaybederken, aynı zamanda zihinsel angajmanını da kaybetmektedir.

Bu geri çekilmenin ardında üç temel neden öne çıkmaktadır:


Stratejik önceliklerin değişimi: Pasifik ve Avrupa’ya yöneliş

Amerikan savunma planlamasında öncelik ekseni artık Atlantik’ten Asya-Pasifik’e kaymış durumda.

Çin’in Tayvan çevresinde artan askerî hareketliliği, Güney Çin Denizi üzerindeki egemenlik iddiaları ve Hint-Pasifik’te deniz hâkimiyeti kurma çabası, Washington’u Afrika gibi “ikincil” cephelerden kaynak çekmeye zorluyor.

Aynı şekilde, Rusya’nın Ukrayna işgali sonrası Avrupa’da doğan yeni güvenlik talepleri, ABD’nin savunma kaynaklarını yeniden NATO çevresine toplamasına neden oldu.

Bu iki öncelikli tehdit alanı, Afrika’yı marjinalleştirdi.


Kongre’de artan bütçe eleştirileri ve USAID’ın geri çekilmesi

ABD Kongresi’nde özellikle Cumhuriyetçi üyeler arasında, Afrika’ya yönelik kalkınma yardımlarının “boşa harcanan kaynaklar” olduğu yönünde sert eleştiriler artıyor.

USAID, CDC, PEPFAR gibi kurumların Afrika merkezli programları, karşılık görmeyen dış yardım olarak tanımlanıyor; hatta bazı yardım programları “otoriter rejimlere dolaylı destek” olarak yaftalanıyor.

Son iki yılda Nijer, Gabon ve Sudan’da USAID ofislerinin faaliyetleri durduruldu; yerel personel işten çıkarıldı; bazı projeler askıya alındı. Bu sosyal kalkınma açısından olduğu kadar, ABD’nin kıtadaki görünürlüğü açısından da büyük bir boşluk doğurdu.


AFRICOM’un zayıflaması: Sadece asker çekilmedi, komuta boşaldı

ABD’nin Afrika’daki askerî koordinasyon merkezi olan Afrika Komutanlığı (AFRICOM), 2007’de büyük umutlarla kuruldu ancak bugün etkisiz, kopuk ve kırılgan bir yapı haline geldi.

Merkezi Almanya’nın Stuttgart kentinde olan bu komutanlık, kıtada ne lojistik üslerini sürdürebildi ne de güvenilir ortaklar bulabildi.

  • Nijer, ABD’nin en gelişmiş İHA üssüydü. 2024’teki çekilme kararıyla bu kapasite kaybedildi.
  • Çad, AFRICOM’un bölgesel koordinasyon noktasıydı. Şu an siyasi belirsizlik nedeniyle varlık sembolik düzeyde.
  • Somali, hâlâ istisna olsa da oradaki mevcudiyet sınırlı ve kırılgan.

ABD’nin bir strateji üretme merkezi olarak AFRICOM’u da fiilen işlevsizleştirmesi, kıtaya yönelik bütünsel bir angajmanın sonlandığını göstermektedir.

Bugün Pentagon içinde dahi “AFRICOM ne işe yarıyor?” sorusu açıkça sorulmakta, bazı çevrelerde komutanlığın kapatılması gerektiği dahi savunulmaktadır.

Diğer yandan ABD kıtadaki yüksek görünürlüklü varlığını azaltırken, dijital altyapı yatırımları, özel güvenlik şirketleri ve sınırlı askeri üslerle arka plandan etki alanını korumaya çalışmaktadır.


Çöken müttefik hat: Fransa’nın kaybı, halkın tepkisi, Rusya’nın girişi

ABD’nin Afrika’daki pozisyonu tarihsel olarak kendi askerî varlığından çok Fransa gibi müttefik güçlerin sağladığı düzen üzerinden şekillenmiştir.

Ancak 2020’li yıllarda Fransa’nın Afrika’daki etkisi dramatik biçimde çöktü:

  • Mali, Burkina Faso ve Nijer’deki darbelerle Fransa askerî üsleri kapatıldı.
  • Barkhane Operasyonu’nun başarısızlığı, teröre karşı güvenlik vaadinin çöküşü oldu.
  • Yerel halkın “anti-emperyalist” mobilizasyonu, ABD’yi de hedef alacak şekilde genişledi.

Bu çöküş, Batı’ya olan halk desteğini ortadan kaldırmakla kalmadı; yerine Rusya’nın paralı askerleri ve Çin’in koşulsuz kredileriyle yeni ittifakların kurulmasına yol açtı.

ABD, artık sadece karşılıksız yardımlarla değil, meşruiyet düzeyinde de zorlanır hale geldi.


Birleşik Krallık’ın sessiz gerileyişi: İngiliz etkisi de zayıflıyor

ABD’nin yanı sıra, İngiltere gibi eski kolonyal güçlerin de kıtadaki etkinliği azalmaktadır.

Özellikle Nijerya, Gana ve Kenya gibi İngilizce konuşan ülkelerde bile Çin yatırımları, Hindistan işgücü diplomasisi ve Türkiye’nin doğrudan temasları, İngiltere’nin düşük profilli etkisini gölgede bırakmıştır.

Buna karşın Avrupa Birliği, özellikle "Global Gateway" projesiyle Çin’in Kuşak-Yol inisiyatifine karşı alternatif bir kalkınma modeli sunmaya çalışmaktadır.

150 milyar euroluk altyapı yatırımı taahhüdü, AB’nin Afrika’da tamamen çekilmek yerine daha stratejik bir rol arayışında olduğunu göstermektedir.

ABD’nin Afrika’dan çekilişi, basit bir üs kapatma operasyonu değil; Batı’nın yüzyıllardır sürdürdüğü bir düzenin çözülüşüdür.

Bu çekilişle birlikte kıtada “Batı sonrası düzenin” inşasına zemin hazırlanmakta, bu alan ise Çin, Rusya ve Türkiye gibi aktörler tarafından hızla doldurulmaktadır.


USAID’in çekilmesi: Kalkınma yardımından etki alanı kaybına

ABD’nin Afrika’daki etkisi, sadece askerî üsler ve güvenlik iş birlikleri üzerinden kurulmamıştı.

USAID (United States Agency for International Development), onlarca yıldır kıta genelinde yürüttüğü sağlık, eğitim, tarım ve yönetişim projeleriyle, ABD’nin “görünmeyen gücü” olarak çalıştı.

Bu kurum, Batı’nın “kalkınmacı meşruiyeti”nin taşıyıcısıydı.

Ancak son dönemde ABD bütçe öncelikleri değişti, Kongre’de dış yardımlara yönelik eleştiriler sertleşti ve sahada ABD’ye karşı oluşan kamuoyu tepkisi derinleşti.

Tüm bu etkenler, USAID’in faaliyetlerini durdurmasına veya küçültmesine neden oldu.

Gabon, Nijer, Sudan, Etiyopya ve Mozambik gibi ülkelerde USAID ofisleri ya kapatıldı ya da sembolik düzeye indirildi.

Bu geri çekilmenin sonuçları, teknik olduğu kadar; stratejik ve sosyo-politik düzeyde çok katmanlıdır.


Sağlık ve gıda güvenliği projelerinin kesilmesi

USAID, özellikle HIV/AIDS, sıtma ve Kovid-19 gibi bulaşıcı hastalıklarla mücadelede Afrika’da temel kurumlardan biri olmuştu.

  • “PEPFAR” (President’s Emergency Plan for AIDS Relief) kapsamında sadece Nijerya’da milyonlarca kişiye ilaç temin edilmişti.
  • Tarım sektörüne yönelik destekler sayesinde Kenya, Tanzanya ve Zambiya’da gıda güvenliği projeleri yürütülmüştü.

Ancak bu projeler artık ya sonlandırıldı ya da fonları kesildi. Yerel sağlık sistemleri, bu desteğe bağımlı yapılar olduğu için, bu kesinti kıta genelinde sağlık krizlerine zemin hazırlıyor.


Sivil toplumun ve demokratik mekanizmaların zayıflaması

USAID, kalkınmayla birlikte; yönetişim, şeffaflık ve insan hakları alanlarında da faaliyet yürütüyordu.

  • Seçim gözlem programları
  • Yerel STK’lara teknik ve finansal destek
  • Kadın hakları ve gençlik inisiyatiflerine hibeler

Bu projelerin kesilmesi, bazı ülkelerde otoriter yönetimlerin alan kazanmasına neden oldu.

Sudan, Çad, Etiyopya gibi ülkelerde bu çekilme, yerel muhalefet gruplarının yalnızlaşmasına, medya üzerindeki baskıların artmasına ve demokratik süreçlerin kırılmasına yol açtı.


Yerel ekonomilere ve işgücüne darbe

USAID projeleri, sadece yardım değil; aynı zamanda bölgesel istihdam kaynağıydı.

  • Tarım kooperatifleri
  • Kadın girişimcilik projeleri
  • Yerel inşaat ve altyapı faaliyetleri

Bu projeler, kırsal bölgelerde yüz binlerce kişinin geçim kaynağını oluşturuyordu.

Ofislerin kapatılması, ekonomik bir boşluk ve toplumsal gerilim zemini anlamına geldi.


ABD’nin sivil meşruiyet zeminini yitirmesi

Askerî üsler yerel halk tarafından çoğu zaman sorgulanır.

Ama okul, hastane, su kuyusu, tarım desteği gibi USAID projeleri, ABD’nin yumuşak gücünün en görünür ve en az tepki çeken yönleriydi.

Bu çekilme, ABD’nin, yerel halk nezdindeki normatif meşruiyetini de zayıflatıyor.

Bu da Çin ve Rusya gibi daha otoriter ve doğrudan çıkar temelli ilişkiler öneren aktörler karşısında ABD’yi ahlakî üstünlükten mahrum bırakıyor. 


Boşluğu kim dolduruyor? Çin ve Türkiye’nin alternatif projeleri

ABD çekilirken oluşan boşluğu devletler yanında; kendi kalkınma ajanslarıyla sahada olan Çin ve Türkiye gibi aktörler doldurmaya başladı:

  • Çin: Tarımsal modernizasyon projeleri, kredi destekli sağlık altyapısı (ör. Angola, Etiyopya)
  • Türkiye: TİKA projeleri, Maarif okulları, su ve gıda yardımları (ör. Somali, Nijer, Çad)

Ancak burada önemli bir fark var:

Çin genellikle kredi temelli bir model sunarken, Türkiye’nin faaliyetleri insani yardım ve gönüllülük çerçevesinde yürütülüyor.

Bu da Türkiye’nin yerel halk nezdinde daha kabul edilebilir bir profil oluşturmasını sağlıyor.

USAID’in sahadan çekilmesi, ABD için, toplumsal etki kurma kapasitesinin ortadan kalkması anlamına geliyor.

Bu boşluk, meşruiyetle, sempatiyle ve sahada görünürlükle dolduruluyordu.

ABD bu zemini kaybettikçe, yeni gelen aktörler sadece boşluğu doldurmuyor; kıtanın geleceğine dair anlatıyı da yeniden yazıyor.


Afrika’daki rekabetin yeni mantığı

Kaynaklar, algılar ve çok katmanlı müdahale modelleri

21'inci yüzyılın Afrika mücadelesi, artık toprak, asker veya bayrak meselesi değil.

Bugünün rekabeti, görünmeyen ama etkili unsurlar üzerinden yürüyor: nadir maden yatakları, medya savaşları, askeri danışmanlık yapıları, dijital alt yapılar ve kamuoyunu yönlendirme kabiliyeti.

Bu nedenle kıtadaki güç mücadelesi hem fizikî hem de bilişsel düzlemde yürütülüyor.

Batı’nın klasik sömürgecilik refleksleri çökerken, yerini çok kutuplu, çok katmanlı ve hibrit bir rekabet almış durumda.


Stratejik madenler üzerinden sessiz savaş

Afrika, küresel teknoloji savaşının merkezinde yer alan birçok stratejik mineralin ana tedarikçisidir:

Kongo Demokratik Cumhuriyeti, küresel kobalt üretiminin yüzde70’ini sağlıyor.

Zimbabve, Çin’in lityum tedarik zincirinde merkezî konumda.

Mali, Sudan ve Orta Afrika, altın rezervleri nedeniyle hem devletler arası hem yerel milisler arası mücadelelere sahne oluyor.

Namibya ve Güney Afrika, nadir toprak elementleri için hedef ülke konumunda.

Çin bu alanlara erken girerek altyapı karşılığı maden erişimi sağladı.

Ancak Çin’in bu modeline yönelik "borç tuzağı diplomasisi" eleştirileri artmakta; bazı projelerin ekonomik sürdürülebilirliği yerel yönetimler tarafından sorgulanmaktadır.

Rusya genellikle Wagner tipi askeri destek karşılığı doğal kaynak anlaşmalarıyla ilerliyor.

Wagner’in Ukrayna’daki ağır kayıplar sonrası Afrika’daki operasyonel kapasitesinin sınırlanması, Rusya’nın bu modelini kırılgan hâle getirdi.

ABD ise bu yarışta geri kalmış durumda.

Türkiye henüz bu alana sistemli girmiş değil; ancak savunma sanayii için kritik elementlerin güvenli temini bağlamında stratejik anlaşmalar geliştirmesi olasıdır.


Enformasyon savaşları ve algı operasyonları

Yeni Afrika rekabetinde, etiketler, videolar ve hashtag’ler de savaşın bir parçası.

Özellikle:

Rusya, Afrika’da en aktif enformasyon savaşçılarından biri. Wagner destekli medya platformlarıyla Fransa karşıtı, Batı karşıtı içerikler yayıyor.

Sosyal medya üzerinden yürütülen anti-emperyalist söylem, darbe yönetimlerinin halk nezdinde meşruiyet kazanmasını sağlıyor.

Çin, resmi medya organlarını (CGTN Africa) kullanarak projelerini pozitif kalkınma anlatısıyla sunuyor; Batı’daki eleştirel haberciliğe alternatif üretiyor.

BAE ise son dönemde, özellikle Libya ve Sudan gibi ülkelerde medya yapıları aracılığıyla rakip aktörlerin meşruiyetini zedelemeye yönelik içerikler üretmekte.

Körfez bağlantılı Arapça yayın yapan televizyonlar (Al Arabiya, Sky News Arabia gibi), hem darbe sonrası yönetimleri destekleme hem de Türkiye ve Katar karşıtı anlatılar üretme konusunda etkili bir zemin sunuyor.

ABD ve Fransa bu enformasyon savaşında teknolojik üstünlüklerine rağmen saha etkisini kaybetmiş durumda.

Türkiye’nin bu alandaki etkisi sınırlı olmakla birlikte, TRT World ve Anadolu Ajansı gibi kurumlar kıtada Türk bakış açısını yaygınlaştırmaya çalışıyor.


Askerî danışmanlık, güvenlik sektörü reformu ve hibrit müdahale modelleri

Kıtada artan askerî istikrarsızlık ve güvenlik zafiyetleri, yeni tür bir dış müdahale modelini doğurdu:

“Güvenlik sektörü reformu ve danışmanlık” adı altında, yerel ordulara yapılan sızmalar.

Rusya, doğrudan paralı asker veya subay eğitimiyle bu modeli uyguluyor.

Çin, düşük görünürlükle ama iç güvenlik ekipmanları ve izleme sistemleriyle sızıyor.

Türkiye, subay eğitimi ve müşterek tatbikatlar yoluyla daha kurumsal ve resmî bir ilişki kuruyor.

BAE ise paralı milisler, hava desteği ve finansal araçlar yoluyla bölgesel müttefiklerini destekliyor.

Sudan’daki Hemedti bağlantısı, Libya’daki Hafter’e verilen destek ve Eritre limanlarının kontrolü örnekleri, BAE’nin hibrit etki yöntemlerine dayandığını gösteriyor.

Körfez destekli özel güvenlik şirketleri, artık kıta genelinde dolaylı müdahale araçları hâline geldi.

Bu çerçevede kıtadaki rekabet artık şu sorular üzerinden şekilleniyor:

“Kim askerî yapı üzerinde kalıcı bağ kuruyor?”

“Kimin eğittiği asker, krizde hangi tarafa sadık kalacak?”

Bu sadece askerî değil, siyasi bir denge sorunudur.


Bilişsel, kültürel ve diplomatik müdahale katmanları

Afrika’daki yeni mücadele biçimleri, artık maddi olanla sınırlı değil; kültürel, dini ve eğitim temelli nüfuz kanallarını da kapsıyor:

  • Çin: Konfüçyüs enstitüleri ve burs programlarıyla kültürel etki inşa ediyor.
     
  • Türkiye: Maarif okulları, imam hatip benzeri okullar ve YTB burslarıyla yeni nesil Müslüman Afrika elitlerine ulaşmaya çalışıyor.
     
  • BAE ve Suudi Arabistan ise İslam’ın “siyasal olmayan” yorumu üzerinden Afrika’daki dini çevreleri etkilemeye çalışıyor.
     
  • BAE, Selefi eğilimli yapıların bazı bölgelerde öne çıkmasını desteklerken; Suudi Arabistan daha temkinli ama dini hibe projeleriyle, özellikle Sahel ve Sahra altı Afrika’da geleneksel dinî otoritelerle iş birliği kurmaya yöneliyor.
     
  • İran: Şii cemaatleri, kültürel merkezler ve dini yayınlarla Batı Afrika’da düşük profilli ama istikrarlı bir etki alanı oluşturuyor.
     
  • İsrail: Güvenlik temelli ama sembolik ilişkiler kuruyor; özellikle Etiyopya ve Güney Sudan üzerinden etkili olma gayretinde.

Bu yumuşak güç mücadeleleri, sahada kurulan güvenliğin kalıcılığını doğrudan etkiliyor.

Artık bir ülkenin kıtadaki varlığı sadece üs sayısıyla değil; dil, inanç, burs, medya ve eğitim gibi araçlarla da ölçülüyor.
 


Afrika ne istiyor?

Denge siyaseti, çok aktörlü stratejiler ve bağımsızlık arayışı

Küresel aktörlerin Afrika’daki rekabetini anlatmak kolaydır; asıl zorluk, Afrika’nın kendisini nasıl konumlandırdığını anlamaktır.

Çünkü artık Afrika ülkeleri yalnızca yardım alan, yönlendirilen veya sömürülen yapılar değil; strateji kuran, seçenek değerlendiren ve dengeleyen aktörlerdir.

Kıtanın yükselen yeni refleksi, ideolojik değil; pragmatik, çok aktörlü ve kırılgan egemenliğe rağmen bağımsızlık arayan bir çizgide ilerliyor.


“Bir güce değil, birden fazla güce yakın dur” doktrini

Afrika ülkeleri, Çin ve Rusya gibi yükselen aktörlerle işbirliği yaparken, Batı’yla diplomatik ve ekonomik bağları da koparmamaya çalışıyor.

Bu, bir ideolojik saflaşma değil; hayatta kalma ve çıkar maksimize etme refleksi.

  • Etiyopya, Çin yatırımlarıyla kalkınma hamlesi yaparken, ABD ile IMF görüşmelerini sürdürüyor.
  • Nijerya, Türkiye’den SİHA alırken, İngiltere ile enerji alanında işbirliği geliştiriyor.
  • Güney Afrika, BRICS içinde Çin ve Rusya ile aynı blokta ama aynı zamanda Batı’nın yatırım ortaklarından biri.

Bu tablo gösteriyor ki Afrika ülkeleri artık “kim dost, kim düşman?” değil, “kim hangi işi daha avantajlı yapar?” sorusuyla dış politika kurguluyor. 


Bölgesel güçlerin yükselişi: Kıta içi denge arayışı

Sadece dış güçler değil, Afrika içinden de bölgesel liderlik iddiaları yükseliyor:

  • Nijerya, Batı Afrika’da terörle mücadele ve bölgesel diplomasi alanlarında rol oynamak istiyor.
  • Güney Afrika, BRICS üyeliğiyle küresel denklemlerde söz sahibi olmaya çalışıyor.
  • Etiyopya, Afrika Boynuzu’nda hem askeri hem demografik ağırlığıyla öne çıkıyor.
  • Ruanda, doğrudan dış müdahalelere destek veren yeni nesil bir güvenlik aktörüne dönüşüyor.

Bu aktörler, kıta içi meselelerde dış güçleri tamamlayıcı veya kısıtlayıcı pozisyonlara itebiliyor.


Yeni diplomatik arayışlar: Kolektif müzakere, bağlantısızlık ve blok çeşitlendirme

Afrika Birliği ve bölgesel örgütler (ECOWAS, SADC, IGAD) kıtanın dışa karşı daha koordineli ve blok hâlinde müzakere yapma arzusunu yansıtıyor.

Son dönemde:

  • Afrika ülkeleri G20’ye kolektif üye olarak girmek için kampanya yürüttü.
  • BM’de Afrika temsili tartışmaları hız kazandı.
  • Çin, Rusya ve Türkiye ile yapılan zirvelerde artık bireysel ülke görüşmeleri yerine Afrika kıtası temsiliyeti esas alınıyor.

Bu gelişmeler, “parçalanmış Afrika”dan “müzakereci Afrika”ya geçişin işaretidir.


İdeoloji değil, sonuç odaklı yaklaşım

Afrika ülkeleri için “demokrasi” veya “otoriterlik” kriterleri, dış aktör tercihlerinde belirleyici değil.

Asıl belirleyici olan, somut fayda ve saygı temelli ilişki.

  • Çin’in otoriterliği sorun edilmiyor, çünkü projeleri zamanında teslim ediyor.
  • Türkiye’nin dini söylemleri rahatsızlık yaratmıyor, çünkü ticaret kazan-kazan esaslı yürüyor.
  • Rusya’nın güvenlik modeli meşruiyet kazanmıyor, ama darbe sonrası rejimlerin işine yarıyor.

Afrika’nın kendi vizyonu, dış dünyanın ona atfettiği kimlikten daha net:

İç işlerimize karışma, iş üret, güven ver; o zaman partner olabilirsin.


Ancak bu çok aktörlü denge siyaseti, her zaman istikrar getirmemektedir.

Çin’in uzun vadeli borçlandırıcı yatırımları ya da Rusya’nın güvenlik karşılığı kaynak modeli, bazı ülkelerde bağımsızlık sınırlarını zorlayabilmektedir.

Ayrıca Batı’nın çekildiği Sahel kuşağında, yeni gelen aktörlerin güvenlik zafiyetlerini giderememesi, El Kaide ve DEAŞ bağlantılı yapıların yeniden güçlenmesine yol açmıştır.


Afrika artık yalnızca rekabet edilen değil; kendi çıkar ajandasını kuran ve küresel dengeleri yeniden tanımlayan bir merkez olarak yükseliyor.

Ancak bu yeni çok kutuplu düzlemde, her aktör kendi kırılganlıklarını da beraberinde taşıyor.

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU