Paris'te yaşadığım yıllarda, üniversite eğitiminin dışında uzun süre rehberlik de yaptım.
Yanılmıyorsam,,1995 yılının Eylül ayında, rehberliğini yaptığım bir Türk turist grubunu, Palais Royal adlı semtte, Louvre Müzesi yakınındaki parfüm mağazalarından birine götürmüştüm.
4 katlı bu büyük mağazada sadece parfüm değil, kadın bakım ve güzellik ürünleri de satılıyordu.
Mağaza, çevredeki benzerleri gibi turist gruplarına yüzde 40'lara varan indirimlerin yanı sıra KDV iadesi de sağladığı için büyük ilgi görüyordu.
Rehberlik mesleği gereği, sadece tüm parfüm çeşitlerini değil, kadınların kullandığı bakım ve güzellik ürünlerini de bilmek zorundaydım.
İstanbul'dan gelen gruptaki 18 kadınla, mağazada satış görevlisi 3 genç kız arasında çeviri yapmak, dışarıdan kolay gözükse de gerek ürün çeşitliliği gerekse sürekli değişen seçimler nedeniyle çok zor bir işti.
Bu mağazaya sürekli turist gruplarını götürdüğüm için çalışanlar ve yöneticilerle iyi bir ilişkim vardı.
Yöneticiler, beni içerideki bir odada ağırlar, kahve ikram ederlerdi.
Bu grubun alışverişi bittiğinde beni misafir salonuna değil de makam odası diyebileceğim bir bölüme davet ettiler.
Burada ilk dikkatimi çeken duvardaki haritalar oldu.
Bunların arasında en belirgin olanı ise mavi çerçeve içindeki Muğla il haritasıydı.
Şaşkınlık içinde haritayı incelerken, Datça Yarımadası'nın kırmızı kalın çizgilerle çevrilmiş olduğunu, gördüm.
Yarımada'nın bazı bölgelerine ise yeşil noktalar konulmuştu.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Mağaza müdiresi Madam Lopez'in, "Sizi patronumuz Jean Claude ile tanıştırmak istiyorum" demesiyle kendime geldim.
Karşımda, 70 yaşlarında, uzun boylu, mavi gözlü, çok sağlıklı görünen bir adam vardı.
Jean Claude, Türkçe, "Hoş geldiniz. Nasılsınız? İyisinizdir inşallah" diye konuşunca şaşırdım.
"Türkçe biliyor musunuz, yoksa işiniz gereği ve müşteri memnuniyeti için birkaç kelime mi ediyorsunuz" diye sordum.
"Gençliğimde 2 yıla yakın Türkiye'nin farklı bölgelerinde kaldım. Türkçeyi o zaman öğrenmiştim" yanıtını verdi.
Konuşmaya mağaza müdiresi Madam Lopez de katıldı ve "Patronum, grupların Türk rehberleriyle tanışmak istediği için sizi buluşturdum" dedi.
Turist grubumla programım devam ettiği için fazla kalamayacağımı söylediğimde Jean Claude, "Sizinle bir akşam yemeğinde buluşmak isterim" dedi.
Yer ve tarih belirledikten sonra mağazadan ayrıldım.
Duvardaki mavi çerçeveli Muğla il haritası aklıma takılmıştı.
Randevu gününe kadar, "Bu adam benden ne isteyebilir? Haritadaki Datça Yarımadası neden kırmızı kalın çizgilerle çevrilmiş?" diye düşündüm durdum.
Yahudi asıllı Fransız Jean Claude ile 5 gün sonra, kendi paramla gidemeyeceğim lüks bir restoranda (La Tour d'Argent) buluştuk.
Havadan sudan konuşmalar bittikten sonra, Jean Calude'a, Türkiye'de geçirdiği 2 yılı sordum.
1960'lı yıllarda, bugün dünyaca ünlü bir Fransız kozmetik markasında uzman olarak çalışırken, araştırmalar yapmak amacıyla, aralarında Türkiye'nin de bulunduğu, bazı ülkelere gittiğini söyledi.
Jean Claude, Türkiye'nin, özellikle Karadeniz, Ege ve Akdeniz bölgelerini 1969-1971 yılları arasında, 3-4 kişilik ekiplerle karış karış gezmiş.
Aradıkları ise parfüm ve kozmetik sektörlerinde üretecekleri yeni ürünlerin hazırlanmasında kullanabilecekleri bitkiler ve çiçeklermiş.
Özellikle endemik, yani sadece belli bir yörede yetişen bitkileri, çiçekleri tespit etmişler.
Jean Claude'a gittiği bölgeleri ve en çok etkilendiği yerleri sorduğumda, Datça'dan başlayarak 3 isim saymıştı.
Bunun üzerine, odasında gördüğüm haritada, Datça Yarımadası'nı neden kırmızı çizgilerle çevirdiğini sordum.
"Türkiye'de hayran kaldığım 3 yer var. Doğu Karadeniz ile yaylaları, güneyde Toros dağları ve Datça Yarımadası. Ama Reşadiye Yarımadası 1 numara" yanıtını verdi.
"Neden Reşadiye dediniz" diye sorduğumda ise "Bizim kullandığımız haritalarda Reşadiye yazıyordu" dedi.
Yarımada'ya ilk kez 1970 yılının mart ayında gitmiş ve temmuz başına kadar bölgede dolaşmadık yer bırakmamış.
Köy düğünlerine katılmış, izlediği oyunlardan ve dinlediği türkülerden etkilenmiş.
Jean Claude, bölgeden topladıkları endemik bitki ve çiçek türlerini, Fransa'nın denizaşırı topraklarında yetiştirdikten sonra ürettikleri ünlü kozmetik ürünlerinin, parfümlerinin adlarını saydıkça şaşkınlığım artmıştı.
Fransa'dan getirdikleri 2 karavanda kalan, dağda taşta gezen bu yabancılardan kuşkulanan köylülerin şikâyeti üzerine jandarma tarafından gözaltına alınmışlar.
Jean Claude ve 2 kadın arkadaşı, Marmaris'te nezarette kalmış.
Ankara'daki Fransa Büyükelçiliği'ne haber verilmesi üzerine gelen Fransız diplomatların girişimleri sonucu serbest bırakılmışlar.
"Ne zaman papatya görsem aklıma Datça geliyor" diyen Jean Claude, serbest kaldıktan sonra, arkadaşlarıyla 1 ay daha Yarımada'da çiçek ve bitki toplamaya devam etmiş.
Bunları da karavandaki saksılarda saklayan Fransızlar, belirli dönemlerde Rodos'tan gelen bir tekneye, ellerindeki bitki ve çiçekleri yükleyip Fransa'nın Nice kentine göndermiş.
Jean Claude, daha sonra, 1972 yılında, ünlü bir Fransız ilaç firmasının uzmanlarıyla Yarımada'ya, bu kez ilaç yapımında kullanılacak bitkileri araştırmak için gelmiş.
Adını söylemediği bir bitkiyi aramak için Knidos antik kentinin her karışını incelemişler.
Hipokrat yemininin ilk kez Knidos'ta dile getirildiğini de farklı bir hikâyeden hareketle anlatan Jean Claude, yeminin tam metnini göstererek, "Bu ayrıntıları biliyor musun" diye sormuştu.
Jean Claude ile bir sonraki görüşmemiz, Paris'e 115 kilometre uzaklıktaki, şatoyu andıran evinde oldu.
Misafirlerini ağırladığı büyük salonda dikkatimi en çok amforalar çekti.
Salonun dört köşesinde, demir kaideler üzerine yerleştirilmiş amforaları gözleri ışıldayarak gösteren Jean Claude, "Bunları Knidos'ta bulduk. Firmanın Rodos'tan gönderdiği tekneye yüklemiştim" dedi.
"Datça Yarımadası'ndan ve Türkiye'den aldıklarınızla aslında bir çeşit casusluk, hatta hırsızlık yapmış olmadınız mı?" diye sorduğumda, uzun uzun güldü.
"Türkiye'de kozmetik sektörü vardı da parfüm üretiyordunuz da aldığımız bitkilerle, çiçeklerle size rakip mi olduk" dedi.
"Kimseden izin almadan, tek bir kuruş ödemeden amforaları tekneye yükleyip göndermek tarihi eser kaçakçılığı değil mi?" diye sordum.
"Datça Yarımadası'nda kaldığım süre boyunca gördüğüm yabancı teknelerin çoğu bu amforalardan alıyordu. Ben de balıkçılık yapan 2 köylüden parasını ödeyerek aldım" yanıtını verdi.
Jean Claude'u her gördüğümde, Datça'dan topladıkları çiçek ve bitkilerin adlarını sordum.
Türkiye'ye dönmeden evine son gittiğimde, kalın bir kitap çıkartıp masanın üzerine koydu.
"Bana sorduğun bilgiler bu kitapta var. Sadece Datça'dan değil, dünyanın dört bir yanından topladığımız bitkileri ve çiçekleri bulabilirsin" dedi.
Kitapta, toplanan bitkilerin, çiçeklerin fotoğrafları ile altlarında Latince ve Fransızca adları sıralanmıştı.
Bir gün bunları da yazarız.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish