Raşid Gannuşi yalnız bırakıldı

Altan Tan Independent Türkçe için yazdı

Raşid el-Gannuşi / Fotoğraf: AA

Raşid el-Gannuşi, hayatta olan İslamcı aydınlar ve entelektüeller arasında en önde gelen isimlerden biridir.

1941 yılında Tunus'ta, Berberi kökenli bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Şu anda 85 yaşında.

Yaklaşık 25 yıl boyunca İngiltere'de sürgün hayatı yaşadı.

Bu uzun süre zarfında, Tunus'taki otoriter rejimler onun ülkesine dönmesine izin vermedi.


Peki Raşid el-Gannuşi'yi önemli kılan nedir?

Onu tanıyanlar bu sorunun cevabını iyi bilir.

Tanımayanlar içinse kısaca belirtmek gerekirse: Gannuşi, klasik İslamcı aydın tipinden oldukça farklıdır.

Hem düşünsel yapısı hem de siyasi duruşu, Ortadoğu'daki geleneksel, radikal İslamcı örgütlerden ayrılır. Siyasi eylemleri de bu farklılığı açıkça yansıtır.

Gannuşi, öncelikle bir düşünürdür. İslam, Batı dünyası ve felsefe üzerine derinlemesine düşünmüş, özellikle İslam-demokrasi ilişkisi konusunda ezber bozan, kalıpları aşan görüşler ortaya koymuştur.
 


Raşid el-Gannuşi hiçbir zaman klasik, otoriter bir İslami anlayışı benimsemedi.

Bu tavrının arkasında hem İslam'ın temel kaynakları üzerine derin düşünceleri vardı hem de Batı dünyasından alınabilecek, insanlığın ortak mirası sayılabilecek olumlu fikir ve yaklaşımları değerlendirme çabası.

Hem Kur'an ayetleri, hadisler ve İslam tarihindeki uygulamalar üzerine kafa yordu; hem de Batı'dan aktarılabilecek, toplum yararına olan düşünceler üzerine yoğunlaştı.

Ancak burada amacım uzun bir Raşid el-Gannuşi portresi çizmek değil.

Hatırlanacağı üzere, "Arap Baharı" ilk olarak 2011'de Tunus'ta başladı.

Bir seyyar satıcının kendini yakarak başlattığı isyan dalgası, yıllardır süren baskı ve zulme karşı büyük bir tepki doğurdu.

Bu sürecin ardından, Gannuşi yıllarca sürgünde yaşadığı İngiltere'den dönerek ülkesine ayak bastı.

Tunus'taki İslami hareketin öncüsü olan Nahda Partisi'nin liderliğini üstlendi.

2011'den itibaren Tunus siyasetinde etkili bir figür hâline geldi.

Bu dönemde Gannuşi, mümkün olduğunca provokasyonlara kapılmadan, laik-dindar gerilimlerinden uzak durarak ve çatışma ortamlarına girmemeye özen göstererek bir siyaset tarzı geliştirdi.

Öyle bir yaklaşım benimsedi ki, laik kesimin cumhurbaşkanı adayını dahi desteklediği oldu.

Keskin çıkışlardan, kutuplaştırıcı söylemlerden ve sert tepkilerden bilinçli biçimde uzak durdu.


Peki, sonuç ne oldu?

Hani bizde meşhur bir söz vardır ya: "E, ne oldu?"

İşte tam da bu soruyu sorma zamanı.

Tüm çabalarına rağmen, uluslararası sistem ve Tunus'taki eski rejimin temsilcileri Raşid el-Gannuşi'yi hiçbir zaman kabullenmedi.

Geçen günlerde, 84-85 yaşlarındaki Gannuşi 14 yıl hapis cezasına çarptırıldı.

Zaten 1-2 yıl önce tutuklanmıştı.

Ne kadar çabalasa da, ne kadar dengeli ve uzlaşmacı bir siyaset izlemeye çalışsa da, sonuçta "mütehallibe" olarak adlandırılan baskıcı güçler -ister emperyalistler deyin, ister eski rejim ve uluslararası aktörler- el ele vererek onu siyasetin dışına itti.

Buraya kadar, belki çok da şaşırtıcı bir durum yok diyebilirsiniz.

Çünkü benzer senaryolar İslam dünyasında pek çok kez yaşandı.

Türkiye örneğinde bile, "Milli Görüş gömleğini çıkardım, İslamcılık iddiasında değilim" diyen AK Parti iktidarına karşı bile sayısız darbe, muhtıra ve müdahale girişimi yaşandı - Yaşar Büyükanıt'ın verdiği e-muhtıradan, 2016'daki darbe girişimine kadar sistem sürekli olarak direndi.

Asıl ilginç olan şu:

Bu yaşananlar, yani İslam dünyasında görülen bu tekrar eden baskı döngüsü artık kimseyi şaşırtmıyor.

Mısır'da Muhammed Mursi'nin cezaevinde ve mahkeme salonunda hayatını kaybetmesi de aynı zincirin bir halkasıydı.

Ancak burada dikkat çekici olan, Raşid el-Gannuşi'nin başına tüm bu olaylar gelmişken -ve sonunda 85 yaşında hapse atılmışken- ne uluslararası kamuoyundan, ne Türkiye'den, ne de İslami çevrelerden ciddi bir tepkinin yükselmemesi.

Ortada büyük bir sessizlik var. 

Başka bir zaman olsaydı, belki sokak gösterileri, yürüyüşler, paneller, arka arkaya yapılan basın açıklamaları, uluslararası çevrelere yönelik şikayetler ve kınamalar gündemi meşgul ederdi.

Ama nedense bu kez Raşid el-Gannuşi kendi kaderiyle baş başa bırakıldı.

Böylece Arap Baharı'yla başlayan o umut dolu sürecin de ne yazık ki son noktası konulmuş oldu.


Peki, 2011'den 2025'e uzanan bu 14 yıllık süreçte, Türkiye'deki Müslümanlar da dahil olmak üzere İslami çevreler, gerçekten anlamlı bir muhasebe yapabildiler mi?

Dış dünya -ki burada Amerika'dan Rusya'ya, İngiltere'den Avrupa Birliği'ne, Fransa'dan diğer küresel aktörlere kadar tüm karşıt güçleri kastediyoruz- her yerde aynı siyaseti izledi: Tunus'ta, Cezayir'de, Mısır'da, Türkiye'de, Gazze'de, Filistin'de...

Bu tavırları tekrar tekrar eleştirmek, suçlamak elbette ilk aşamada doğrudur.

Ama asıl önemli olan ikinci aşamadır:

Biz ne yaptık?

"Biz" derken yalnızca Türkiye'yi değil, tüm İslam dünyasını kastediyoruz; Tunus'u, Mısır'ı, Suriye'yi ve diğer ülkeleri.

Nerelerde hata yaptık?

Hangi eksiklikleri göz ardı ettik?

Elbette biliyoruz ki bizim çevreler genellikle eleştiriden pek hoşlanmaz.

Ama diyelim ki hiçbir eksik yoktu, yine de şu soruyu sormak zorundayız:

Bundan sonra ne yapmalıyız?

Nasıl bir siyasi yol haritası izlenmeli?

Bu çatışmalı alanlardan nasıl kazasız, belasız ve başarıyla çıkabileceğimiz bir strateji oluşturmalıyız?

Aslında esas üzerinde düşünmemiz gereken konu tam da bu.

Eğer hâlâ, "Biz hiçbir yanlış yapmadık, tek sorun dış güçler, kaderimiz bu" diyorsak; o zaman bu tablo da hiç değişmez.

Cenab-ı Rabbül Âlemin dilerse rahmetinden bir değişiklik yapar, ancak biliyorsunuz ki Allah'ın sünnetleri, kanunları belli bir prosedüre bağlıdır.

Yani tarlaya pirinç ekmeden pirinç, buğday ekmeden buğday, pamuğu çapalamadan pamuk elde etmek mümkün değildir.

Buna "Sünnetullah" veya "Adetullah" dediğimiz; materyalistlerin "tabiat kanunları" olarak adlandırdığı neyse, siz ona ne derseniz deyin, dünya belli bir sistem üzerine kurulu ve hayat bu sistem içinde devam ediyor.

Raşid el-Gannuşi'ye buradan en derin saygı ve selamlarımızı gönderiyoruz.

İnşallah en kısa zamanda özgürlüğüne kavuşur ve siyasetinde başarılar elde eder.

Allah ona hayırlı ömürler versin.

Bize de akıl, fikir ve izan nasip etsin.

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU