Beyhude arayış

Gürsel Tokmakoğlu Independent Türkçe için yazdı

İllüstrasyon: Allie Carl/Axios

Yeni dünya düzeni manasında sembolleştiği için söylüyorum, bugün New York'ta en kalabalık yerlerde ortama bakıyorsunuz, bundan 40 yıl önceki görüntülerden çok geride bir toplum ve köhneleşmeye başlayan bir ortam var gibi düşünüyorsunuz.

O halde hemen soruyorsunuz; sistem tıkandı mı, yeni bir düzenden söz edilecekse bu nasıl olmalı, şeklinde.

Asıl meselemiz ne? Uluslararası sistem mi?

Kapitalizm mi? Küresel güç mücadelesi mi?

İnsanoğluna has kültürel gelişme mi?

Şu sözü edilen kuzey-güney çatışması mı?

Yoksa hepsi birden mi ele alınmalı?


Uluslararası sistem

Kapitalizmin ilk adımları fikirsel açıdan Avrupa'daki Rönesans'la (1500'ler) başlayıp eylemsel olarak Sanayi Devrimi (1760) sayesinde bir düzene girmesiyle ve uluslararası sistemin ilk adımlarının ise Fransız Devrimi'yle (1789) atıldığı kabul edilir ise bu zamandan başlayarak gelişen bu temel yapı, sonuçta dünyayı bir "sistem" kurgusuna doğru örgütledi, tarifler ve usuller buna göre gelişti.

Yaklaşık 4 asırlık dönemin sonunda Dünya Savaşı (1914) dönemine kadar gelindi.

Biz dünyalılar bundan sonraki gelişimi "uluslararası sistem" olarak görmeye başladık.

Şimdi bunu Şekil 1'den takip edelim ve bugün itibarıyla karşı karşıya kalınan tabloyu inceleyelim:
 

Şekil 1. Uluslararası sistem
Şekil 1. Uluslararası sistem

 

Dünya savaşları sonrasında ABD önderliğinde kurulan bir uluslararası sistemi bugün de yaşamaktayız. 

Nixon-Mao dönemlerindeyken bu dünya düzenine daha yakın bir şekilde Çin de katıldı.

Jiang Zemin zamanında ise ABD-Çin ekonomik ilişkileri hız kazandı.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Amerikan sermayesi ve patentleri ile Çin iş gücü ve altyapısı buluşturuldu.

ABD, tam kapitalist ve gelişmiş ülke olarak, Çin ise devlet kapitalizmi şeklinde tarif edilebilecek bir düzendeki, gelişmekte olan başat ülkeydi.

ABD ve Çin, tam anlamıyla büyüme odaklıydı, yani sadece üretim ve tüketimi hedefleyen bir sisteme hizmet etmekteydi.

ABD sistemi, serbest piyasa ekonomisi ile işlemekteydi.

Asıl çözümlediği noktalar; herkese fırsat eşitliğini, girişimciliği ve tüm dünyada geçerli ekonomi hukukunu bahşeden etkin çalışan bir sistemi temsil etmesiydi. Kimse tereddüt etmeden burada kendine yer bulabilmekteydi. 

Kabaca Amerika Birleşik Devletleri sistemi şu özelliklere sahipti:

  • Kapitalizm ve serbest piyasa ekonomisi olacak;
  • Üretim ve tüketime dayalı büyümeyi esas alacak,
  • Daha ziyade Keynesyen (ve sonra Yeni-Keynesyen) ekonomik modellerle çalışacak;
  • Protestan Hıristiyanlık ile toplumların yaşamı uyumlu görülecek,
  • Ulusçu ve modern devlet ile demokratik özgürlükçü bir sistem olacak.

Burada yer alan uluslar ile sisteme uygun kurulmuş uluslararası kurumlar, bir "sistemler sistemi" halinde işlemekteydi.

ABD bugün tek kutuplu dünya düzeninde ve hakimiyetini elden bırakmamanın mücadelesi içindedir.

Çin Halk Cumhuriyeti'nin özellikleri ise şöyle:

  • Devlet Kapitalizmi var,
  • Planlı büyüme sağlanmakta,
  • Üretim ve tüketim esas alınıyor,
  • Konfüçyüs inanç sistemi kabul görüyor,
  • Bireylerin önemli bir kısmı çok çalışmanın motivasyonunu sürdürebildiği reenkarnasyona inanıyor (tekrar dünyaya geldiğinde bugün yapıp-ettikleri kendisine sonra kolaylık sağlayacağından),
  • Ulusçu ve modern devlet ile komünist sistem yönetiliyor.

Burada da bir kapitalizm örgüsü var.

Bankalar, sigortalar, borsalar, ticaret usulleri, vs.

Çin bugün çok kutuplu dünya düzeni olsun istemektedir.

Ama bunu yapacak olan ulusların gruplaşmasından çok, sermayenin kutuplaşabiliyor olması gerçeğidir.

Hem ABD hem de Çin örnekliğinde bakılır ise kapitalizmin küreselleştiği aşikâr.


Büyüme

Dünya ekonomisi ne kadar büyüdü?

Aşağıdaki (Şekil 2) çalışmaya göre anlaşıldığı üzere, dünya ekonomisi Sanayi Devrimi ile meydana geliyordu, büyüme başlıyordu.

İlk zamanlarda yine kapitalizm dünyayı tam harekete geçirememiş durumdaydı.

Üretim-tüketim tam sistemleşmemişti, finans sistemi kurulmamış haldeydi.

XIX. asrın sonundan itibaren, Dünya Savaşı başlamasıyla beraber görüldüğü üzere, büyüme eğrisi yükselişe geçmekteydi.

XX. asır büyümenin her yönüyle dünyaya yayıldığı dönemdi.

XXI. asır ise artık bütün ipler kapitalist sistemdeydi.

Ancak grafikte görüldüğü üzere bu çıkış şekli de normal bir büyüme şeklini göstermiyor gibi görünüyordu.
 

Şekil 2. The Maddison-Project (Tarihi resmi kayıtların GDP’ye çevrilmesiyle oluşturulan büyüme eğrisi)
Şekil 2. The Maddison-Project (Tarihi resmi kayıtların GDP’ye çevrilmesiyle oluşturulan büyüme eğrisi)

 

Bu ekonomik göstergelere dayalı açıklamaları eksik gördüğümü ifade etmem gerekmektedir.

Gerçek şudur; dünya nüfusu, sağlık imkanları, kültürel yapılar, gelişmiş kentler, ulaşım, kaynak çeşitliliği, eğitim, haberleşme ve iletişim imkanları, bilim ve teknoloji artmaktadır.

Buna bir de tanım getirelim, antropolojik gelişme söz konusu diyelim. 


Kültürel gelişme

Esasında büyümeyi tarif ederken bu antropolojik gelişimi atlamamak gerektiğine inanmaktayım.

Onun için yaşam biçiminin ve kültürün gelişiminden söz etmekteyim.

Yaşam biçimi ve kültür deyince anlatmak istediğim açıktır, insan üst üste bilgiyi koyarak gelişim içindedir.

Bilginin inşa ettiği dünya gelişmektedir.

İnsanın tahayyülündeki, ihtiyaçlarındaki ve tatmin şekillerindeki gelişme, farklılaşma ve çeşitlenme, tümüyle ekonomik büyümeye etki etmektedir. 

Örneğin, sadece hatırlayabileceğimiz dönemlere, XX. ve XXI. asra bakalım, bakın neler, hangi kavramlar, yeni anlayışlar devreye girmiş (seçtiklerimi hatırlatıyorum, hepsini değil tabii):

Bilişsel, kültüroloji, entropi, termodinamik yasaları, kültürel ekoloji, kültürel materyalizm, davranış bilimi, altyapısal determinizm, davranışsal kalıtım, genetik, fenotip, kinezik, poligenik, biyo-kültürel antropoloji, tipoloji tabanlı düşünme, evrimsel psikoloji, zenofobi, hermenötik, sembolizm, ritüel işleyişi, göstergebilim, peyzaj, azgelişmişlik, gelişmişlik, politik ekonomi, dünya sistemi, ideoloji, hegemonya, sömürgecilik sonrası, düşünümsellik, modernite, nihilizm, postmodern, paradigma, taksonomi, biyo-tıp, modern tıp, modern küreselleşme, neoliberal politika, sibernetik, dijital, bilgisayar, internet, e-ticaret, Silikon Vadisi, WEB, sekülerleşme…

Bunların her birinin kendi içinde ama birbirleriyle ilişkisi sayesinde çıkan bir sinerjinin yarattığı atmosferdesiniz, sürekli katlanarak yenilikler devreye giriyor ve böylelikle durmak bilmeyen bir büyüme ivmesi ortaya çıkıyor.


Büyümeye örnek: Hane halkı borç yükünün arttırılması

ABD'den örnek verelim.

FED (New York) verilerine göre hazırlanan Şekil 3'teki hanehalkı borç durumuna bakalım.
 

Şekil 3. ABD hane halkı borç kompozisyonunun artışı
Şekil 3. ABD hane halkı borç kompozisyonunun artışı

 

Bu grafikte önceki yıllara göre 2025 dönemi mukayesesi görülmektedir.

ABD hanehalkı borç yükünün, 2025'in ikinci çeyreğinde +185 milyar dolar artarak rekor seviye olan 18,39 trilyon dolara çıktığı görülmektedir.

Benim bu örnekten anlatmak istediğim, Keynesyen ekonominin özünü oluşturduğu çözümlerde üretim ve tüketimde, ihtiyaçları dikkate alarak geliştirilen modele göre, daha fazla, daha kaliteli, daha çok çeşitte, gibi seçeneklerin artmasıyla, aslında insanın refahının (ve güvenliğinin) arttırılması hedeflenmektedir.

Ancak bunun yanında bunun bedelinin de karşılanabilmesi için, daha çok çalışmak ve daha çok performans sergilemek durumunda kalınmaktadır.

İşte kapitalist sistemin temel açıklaması da basitçe bu şekilde kendini göstermektedir.

İyi de yeni soru şu şekilde sorulabilir:

Bu model bir yere kadar çalıştı, bundan sonrası için aynı şekilde ilerlenebilir mi?

Yoksa bir tıkanıklık söz konusu olabilir mi?


Küresel gelişmeler

Küresel açıdan esasen iki temel girdiden söz etmek gerekir:

  • Birincisi iklim değişikliği,
  • İkincisi ise Dördüncü Sanayi Devrimi'dir. 

Ancak buna bir de artmakta olan dünya nüfusunu eklememiz gerekir.

Diyelim, 1804'te dünya nüfusu 1 milyar iken, bugünlerde 8,2 milyar oldu, bu çok fazla bir artıştır.

BM projeksiyonuna göre 2037'de dünya nüfusunun 9 milyar olması beklenmektedir.
 

Şekil 4. Dünya nüfusu
Şekil 4. Dünya nüfusu

 

Şekil 4'teki grafiğin Dünya Savaşı sonrasından itibaren dikleştiği görülmektedir.

Bu dik hareket biçimi, Şekil 2'de gösterilen ekonomi ile de paralellik göstermektedir.


Sistemde tıkanma ve çözüm arayışı

ABD'nin başı çektiği uluslararası sistem giderek tarifi zorlaşan bir evreye girmiş halde göründü.

Çin ekonomik gelişimini sürdüredursun, aslında dünyaya belli bir sistem çözümü sunmaktan çok uzaktı.

Bu tarifi zorlaşan evrede ABD'de; sistem dışına kaçışlar ve elitlerin yeni özel yaşamları görülmeye başlandı, sosyal yapılar olarak refahı çok yüksek kimselerden meydana gelen bir küresel ağ (network) devreye girdi.

Çin'de de durum pek farklı görünmüyordu.

Buna göre; küresel kapitalizmin yaygınlaşması söz konusuydu, mesela Afrika'daki veya Hint-Pasifik bölgelerindeki nispeten daha bakir alanlarda çalışma imkanları bulundu, buralar ekonomiye katıldı; küresel üretim ve tüketim fetişizmine sınır konamadığı gözlendi; yine refahı yüksek Çinlilerin küresel ağa (networke) dahil oldukları gözlendi.

Bu küresel network konusu, hangi coğrafyada ve ideolojik sistemde olurlarsa olsunlar, bize, küresel refahı yüksek kesimlerin ortak bir yeni yapısal motivasyonunu gösterdiler.

İşte bu noktada iki tartışma konusu ortaya çıktı:

  • Birincisi, başat güç ABD'de son bir deneme gibi görülen MAGA (Make America Great Again) süreci,
  • İkincisi ise uluslararası sistemdeki tartışma.

Politik manada bu tür tartışmalar hep olacaktı.

Ama durum sertleşmeye ve hatta savaş zillerinin çalması şeklinde kendini göstermesi bakımından önemliydi. 

Dünya ekonomisinin ve nüfusunun artma dönemi olarak Dünya Savaşı döngüsüne dikkat çekmiştim.

Esasen ekonomik büyümede somut bir konu olan savaş ekonomisi (içinde silahlanma biçimleri mevcut) belirgin bir başlık halinde önümüzdeydi.

Şimdiki konu bizi tekrar bu noktada düşünmeye itmekteydi.

Soruyu başka türlü soralım:

Dünya savaşı bir çözüm mü, sorunun bir çıktısı mı?


Sosyo-politik tartışma

Şu özellikle XX. asrın başından itibaren çokça yaptığımız tartışma konusu:

Azınlığın (yüzde 1'lik kesimin) çoğunluğa (yüzde 99'luk kesime karşı) olan üstünlüğü, aralarındaki makasın her şekilde artması, toplumsal huzursuzluğun, eşitsizliğin ve adaletsizliğin ortaya çıkması.

Çare var mı?

Yok. Üstelik küresel gelişmelerden dolayı kitlesel göçlerin de sosyal sorunlar yaratacağı, kentlerde sorunların artış göstereceği açık tehlike konuları.

Buna kıtlık ve kuraklık gibi başka konuları da eklemek gerekmektedir.

Acaba temel sorunlara neokolonyalizmi de eklesek doğru olur mu?

Bence gerekli bir ekleme olur, çünkü eşitsizlikler ve küresel sorunlar bize bunu çağrıştırmaktadır.

Böylesi bir durumda elitlerin diğerlerinden daha fazla şekilde kopmaları söz konusudur.

Yüzde 1'lik kesim her durumda kendini geliştirecek ortamı yaratabilmektedir.

Örneğin, özel yerlerde veya okyanuslarda yaşayabilmekte, siber-uzaydan daha fazla imkân bulabilmekte, tüketimi ve finansmanı için gerekenleri elde ederken zorluk yaşamamakta, kendini ve çevresini izole edebilmekte, kendisi gibi olanlarla ağını sıkıca kurabilmekte, velhasıl sermaye ve teknolojik ilerlemenin anahtarları da onlarda olduğu nedenle, sosyal uçurum sürekli dikleşmektedir.

Bu tartışma konusu bakımından ilk soru şudur:

Acaba aşağıdan yukarıya çıkacaklar için mevcut veya açılan kulvar, toplumsal huzuru sağlamak bakımından yeterli olabilecek mi, değilse bu bir büyük çatışma sebebi midir?

İkincisi: Acaba bu şartlarda birlikte yaşama kültürü yeni bir gelişimi, büyüme şeklini (çözümü) meydana getirebilecek mi?


Sonuç

Bir koşuşturma, arayış var, ama sanki hepsi beyhude çaba…

Çizilen grafiklerinde dikine tırmanış hepsinde aynı: Dünya nüfusu, bilgi üretimi, ekonomik büyüme, borçlar, harcamalar…

Bu hep böyle dik çizimler şeklinde mi olacak?

Yararlı olan bu mu?

Çare bu çok dik eğrilere bakarak nasıl bulunabilir?

Eğriler dik, ancak dertler fazla, vurdumduymazlık had safhada…

Soru şu, bu gelişen şartlarda dünyada ne yaparsanız daha fazla ve yeniden, hatta daha düzenli biçimde büyümeyi sağlayabilirsiniz?

Bu soruyu sorma nedenim, aslında bu makalenin ana fikriydi.

Çünkü bir büyük tıkanma varsa, eldeki birikimle ve kapasiteyle bu sistemi inşa edebildik ve büyüme biçimini kurgulayabildikse, şimdiki yol haritamız ne olmalı?

Sanki başka bir atmosfer ve yöntem devreye konmalı gibi duruyor.

Peki bu yeni olacak olan bizden hangi bedeli isteyecek veya alacak? 

Önceki hareketlenmeye bakıyorum, 1914-1945 arası büyük savaşlar dönemi var.

Savaştan sonra bir düzen inşa edildi, buna dair bir büyüme alanı ve yöntemi kuruldu.

Bir dünya savaşı daha olmadan yeni olana geçiş sağlanamayacak mı?

Bu tecrübeye dayalı soruyu sormadan geçilemeyecek herhalde.

Öte yandan böyle büyük bir konuyu da savaşa bağlamak hiç içime sinen bir nokta değil.

Diğer olasılık şu mu:

İklim krizi büyüdükten ve bir buzul çağı yaşadıktan sonra mı insanlık yeni düzenini inşa edebilecek?

Bu arada yaşanacak şartlar bu bildik yöntemlerin gelişmiş biçimleriyle mi devam edecek?

Robotlar, yapay zekâ vs. Dördüncü Sanayi Devrimi'nin yeniliklerinin yarattığı atmosferi mi konu edeceğiz?

Zaten olan bu, farklı bir şey söylememiş oluyoruz.

Bu düzen devam ediyor ve ezilen ile ezen arasındaki makas daha da açılacak demektir.

Daha çok popülizm, kayırmacılık, çatışma, kargaşa, otoriterleşme…

Daha fazla çıkarcı, adaletsiz ve huzursuz bir dünya…

Bunlar bir çözüm değil, durum tarifi.

Olası düzgün bir sistem yine yok! 

Bu şartlardayken daha adil bir düzenin olabileceğini ifade edenler en azından beni ikna etmeliler, eğer konu sadece politika yapmak değil de gerçekçilik esas olacaksa.

Bu çağda yapay zekaya prompt yazmaktan aciz birinin, dünya düzenine dair öneride bulunmasını ben anlayamam, başkaları ne düşünür bilmem. 

Vergilerle oynayabilirsiniz, gümrükleri arttırabilirsiniz, araç muayenelerini daha sık yapabilirsiniz, ama bunlar regülasyon veya gelir kapılarıyla oynama konuları.

Ama hepsinden vaz geçmeyi öneremezsiniz!

Reform denilenler ne?

Çözüm mü?

Çözümse neye çözüm?

Bir salgın yaşandı, Kovid-19, nelerle karşılaştık?

Milyonlarca insana bile bile mRNA aşısı vurdular!

Bugün de diyorlar ki (ABD sağlık bakanı açıkladı), "mRNA aşısı zararlıydı".

Kim neyi biliyordu?

Kimin hangi hakkı korundu?

nsanlar kime güvenecek?

Adil olan öneri ne?

O halde New York'ta binalar biraz daha eskir, insanlar daha çok sokaklarda yaşar, sefalet artar, kitlesel göçler devasa boyutlara ulaşır, başka kentler de benzer durumda olur…

İçinde sorunların çoğaldığı bir uluslararası sistem, kapitalizmin devamı ama daha vahşi olması, çok merkezdeki yönetimlerin tekrar tiranlığa dönmeleri…

Gidişat böyle.

Ben buna Yeni-Orta Çağ (neomedyeval) düzen demekteyim.

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU