Davutoğlu Ortadoğu’dan ne istiyor?

Gelecek Partisi Sözcüsü Ufuk Karcı Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: X

“Türkiye’nin güvenliği, sınırlarının ötesinden başlar.”

Sayın Ahmet Davutoğlu, bu önermeyi ilk kez Stratejik Derinlik’te teorik çerçeveye oturttuğunda, çoğu kişi bunu yalnızca akademik bir tespit olarak görmüştü. Ancak Sayın Davutoğlu’nun “proaktif dış politika” yaklaşımıyla birlikte, bu ilke Türkiye’nin yeni diplomatik reflekslerinin temel dayanağı haline gelişmiş ve dış politika bu refleks üzerine bina edilmişti. “Komşularla sıfır sorun” yaklaşımı da çoğu zaman çatışma ve gerilimle anılan bu coğrafyada iddialı bir hedefti ve bu iddia, bir dizi yoğun diplomatik, politik ve etkileşim alanına da yelken açmıştı.

Türkiye, Ortadoğu’daki olumlu ya da olumsuz hiçbir gelişmeden bağımsız kalamaz. Bu sınırların az ötesinde yaşanan herhangi bir gelişme, “beni ilgilendirmez” suni pragmatizmi ile geçiştirilemez. Her vurdumduymazlık, bir bumerang etkisi doğuracak ve önce görmezden geleni yakalayacaktır. Bu gerçek hem dış politika yapıcıları, hem de toplum açısından değişmez bir parametre olmuş ve olmalıdır. Sayın Davutoğlu da 2016’da Başbakanlıktan ayrılana kadar bu süreçlerin merkezindeki bir aktördü; sonrasında ise hem siyasetçi hem entelektüel kimliğiyle bölgeyi yakından izlemeye ve geliştirdiği önerilerini sunmaya devam etti. Bugün Gelecek Partisi Genel Başkanı olarak hâlâ aynı idealin bölge halklarının kardeşliği ve ortak yaşam iradesinin güçlendirilmesi vurgusu için mesai harcıyor, zihni birikimini paylaşmaya devam ediyor.

Duhok Çarşısında “Gönül Coğrafyası” Birlikteliği

Sayın Ahmet Davutoğlu son bir buçuk yılda Irak Kürdistan Bölgesi’ne üçüncü ziyaretini gerçekleştirdi. Daha önce Duhok’ta düzenlenen bir konferans, ardından Süleymaniye’de Delphi Forum kapsamındaki sunum ve hemen ardından gelen, Kerkük, Telafer, Musul ve Erbil’de temaslar derken, bu kez yeniden Duhok’ta “Middle East Peace and Security” toplantısında sahadaydı.

Konferansın başlamasından hemen önceki akşam Duhok çarşısındaki atmosfer, ziyaretin siyasi mesajları kadar dikkat çekiciydi. Bu resim çok fazla nihilist kötümserliği de bertaraf edecek nitelikte oldu. Hem Türkçe hem Kürtçe konuşarak Davutoğlu’na ulaşmaya çalışan kalabalık, fotoğraf çektirmek için bekleyen gençler, izdiham nedeniyle anlık duran çarşı trafiği… Fotoğraf

çektiremeyenlerin “O zaten bizim gönlümüzde” sözleri, aslında Sayın Davutoğlu’nun yıllardır kullandığı “gönül coğrafyası” kavramının sahadaki karşılığını gösteriyordu. Ütopik bir iyimserlikte ziyade, gönül coğrafyasındaki birlikti bu resmin tam adı. Bir Türkmen beyi olarak anılan Davutoğlu’nun, Iraklı Kürtlerin hafızasında da pozitif bir yer edinmiş olması sadece dikkate değer bir enstantane değil, aynı zamanda kavimsel çıkarların ötesinde, kadersel bir paylaşımın yaşanmasıydı.

Amerikan Üniversitesinden ABD-İsrail Hegemonyasına Meydan Okuma

Çarşıda yaşanan heyecanlı toplantının ardından sırada forum konuşması vardı. Sayın Davutoğlu’nun konuşması bölgenin geleceğine dair önemli başlıklar içeriyordu. Konuşmadan özetle öne çıkan temel vurgu şuydu:

“Bölgede yaşanan parçalanmışlık, yeni bir hegemonya kurmak isteyen güçlerin işine yarar. Bu toprakların insanları Kürt, Arap, Türkmen, Alevi, Sünni yüzyıllar boyunca aynı kaderi paylaştı. Aynı kader birlikteliğini bugün yeniden tesis etmek zorundayız. Ortadoğu’da ‘yeni bir düzen arayışı’ değil, ‘yeni bir düzeni inşa etme vizyonu’ konuşulmalı.”

Davutoğlu’nun “kaosu yönetmek” yerine “kozmozu inşa etmek” idealinden söz etmesi, özellikle bölgede kendi çıkarları doğrultusunda hem koyunlara göz yummak hem de suçlara ortak olmak güdüsü ile hareket eden küresel güçlere karşı, Amerikan akademisi ve bölge politikalarında etkili aktörler için alışılmadık, iddialı bir meydan okumaydı. Konuşmanın ardından Mesud Barzani, Neçirvan Barzani, Kubad Talabani ve bölgenin diğer önemli figürleriyle yaptığı görüşmeler, bu çıkışın yalnızca teorik değil, diplomatik bir karşılığı olduğunu da gösterdi.

Ayrıca Irak’ta gerçekleştirilen son seçimler sonrası oluşan atmosferi yerinde müşahade etmek üzere, ertesi gün Erbil’de, Türkmenler, Kürtler ve Araplar ile bir araya gelmek, tüm tarafların nabzını tutmak açısından önemliydi. Büyük bir devleti temsil ediyorsanız, her bir grubun veya tarafın kaygılarını, düşünce ve beklentilerini duymak; sonrası politikaların altlığını oluşturmak açısından önemliydi.

Sıkıştırılmış Popülist Faşistlik Karşısında; Globalleşmiş Milli Kimlik İdeali.

Yazının başındaki temel sorumuza dönersek: Davutoğlu Ortadoğu’dan ne istiyor?

Sayın Davutoğlu’nun insani, vicdani ve temel de sahip olduğu değer çizgilerinde tüm bölge hakları adına belirgin bir kaygı var:

Parçalanmış, etnik ve mezhepsel fay hatları üzerinden yönetilen bir Ortadoğu’nun tüm bölge halkları için karanlık bir geleceğe yol açacağına dair bir uyarı.

Bu nedenle hem küresel güçlerin bölgesel rekabetine hem de yerel aktörlerin içe kapanmacı siyasal diline karşı eleştirel bir duruş sergiliyor. Ona göre çözüm; bölgenin kendi iç dinamikleriyle, karşılıklı anlayış ve güven temelinde yeni bir düzen kurabilmesinde yatarken, yakın dönemin en önemli politik meselelerinden biri olan önceki çözüm sürecindeki mücadelesinde sıkça vurguladığı; ortak bağlar ve kardeşlik temelindeki söylemleri, bugün Sayın Devlet Bahçeli başta olmak üzere milliyetçi kesimlerin de yeni açılım sürecinin zeminini oluşturduğunu, süreci doğru okuyabilen herkes tarafından fark edilmesidir. Zira 2013 yılında gerçekleştirilmek istenen ilk süreçte şayet tabanı Sayın Bahçeli öncülüğünde bir kamuoyu tabanı altlıklı destek yaşansaydı, şu anda başta Kuzey Irak Kürt bölgesi olmak üzere konuşulanlar saha vizyoner bir geleceği anlatabilirdi. Neyse ki geç de olsa tarafların, bu noktaya gelmiş olması sevindiricidir.

Türkiye Perspektifi: İçe Kapanan Değil, Bölgesini Okuyan bir Kimlik Sayın Davutoğlu’nun Türkiye için öngördüğü çerçeve de bu yaklaşımı

tamamlıyor. Türk kimliğinin tarihsel derinliği ve coğrafi genişliği üzerine kurulu bir özgüveni savunuyor ancak bunu içe kapanmacı veya savunmacı bir anlayışla değil; bölgede etkili, kapsayıcı ve kültürel süreklilik taşıyan bir vizyonla temellendiriyor. Osmanlı mirasına vurgu yaparken kastettiği, sınır ötesine müdahale arayışı değil; geniş bir tarihsel birikimin siyasi akıl yürütmede doğru okunması gerektiği. Bu bölgenin insanı hem tarihdaş, hem kaderdaş olarak Sayın Davutoğlu’nun kimlik ve düşünce bütünlüğünü oluşturuyor.

Bu nedenle, popülist ve slogan merkezli milliyetçilik anlayışlarını eleştirirken, daha kapsayıcı ve bölgesel bir “Türklük bilinci” öneriyor. Ona göre Türkiye’nin güvenliği ancak sınırlarının ötesindeki toplumsal, kültürel ve siyasi dengeleri doğru okuyarak sağlanabilir. Bu okuma nihayetinde bir milli kimlik oluşmasını da başlangıcı olacaktır.

Sonuç

Davutoğlu’nun Ortadoğu vizyonu, parçalanmış bir coğrafyaya karşı ortak bir kader vurgusuna dayanıyor. Bu vizyonun merkezinde hem bölgesel barış hem de Türkiye’nin uzun vadeli güvenliği bulunuyor. Duhok ve Süleymaniye temasları da bu yaklaşımın pratikte karşılık bulduğunu gösteriyor.

Bölge halklarının kardeşliğine yaptığı vurgu, küresel rekabetin gölgesinde şekillenen bir Ortadoğu’da alternatif bir stratejik okuma sunuyor. Görünen o ki, Sayın Davutoğlu bu hattı hem akademik bir düşünce hem de politik bir eylem çizgisi olarak sürdürmeye devam edecektir.

Açıkçası Sayın Ahmet Davutoğlu, küresel ölçekte bir Türk milliyetçiliği vizyonu ortaya koyarken, aynı zamanda sloganik ve 732 bin km²’ye sıkıştırılmış statik bir faşizm anlayışına da açık bir karşı duruş sergilemektedir.

Gerçek Türk ülküsü şuuruna ve tarih bilincine sahip olanların, yakın dönemde bu yaklaşımın yalnızca iddia sahibi değil, hakiki destekçileri olacakları öngörülmektedir.

Bu çerçevede, gerek ülkenin gerek bölgenin gerekse dünyanın karşı karşıya olduğu sorunlar, Ahmet Davutoğlu’nun hem siyasi ajandasının hem de temel söyleminin ayrılmaz bir parçası olmaya devam etmektedir.

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

DAHA FAZLA HABER OKU