Sırrı'nın sırrı!

Yılmaz Çalış Independent Türkçe için yazdı

Sevgili kirvem;

Bugün bize veda edişinin üzerinden 17 gün geçmesine rağmen, henüz bu durumu idrak edememekle beraber, kendimi sensizliğe nasıl alıştırırımın yollarını arıyorum.

Bu işin üstesinden gelebilir misin, bilmiyorum açıkçası.

İlhan İrem'in "Sensizliğin acısını sen nereden bileceksin? Sen hiç sensiz kalmadın ki" dizelerini arada sırada mırıldanarak geçiştiriyorum zamanı.

Anlaşılan bu durum uzun yıllarımı alacak gibi duruyor;

Bu yüzden kapanmayacak bu yarayı burada bırakıp, seni sen yapan özel durum neydi?

Neydi seni bu kadar sevdiren?

Neydi seni bu kadar farklı kılan?

Farklı fikirlerdeki milyonlarca insanın yüreğine dokunan, zamansız gidişiyle insanları hüngür hüngür ağlatan şey neydi?

Bunun bir sırrı var mıydı?

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Elbette bunun sebepleri ve bir sırrı vardı.

Henüz çocuk yaşta iken, kardeşlerinle beraber yetim kalıp, kendi tabirinle "sokak kapısından adımını attığında" tek odalı girdiğin o dedenin evinde başlayan, tarif edilemeyecek boyuttaki zorlu hayatın; yoksulluk, çaresizlik, travmalar seni duygusal ve derin düşüncelere itti.

Çocuk yaşta omuzlarına yüklenen ağır sorumluluk duygusu ruhi şekillenmene sebep oldu.

İranlı sosyolog Dr. Ali Şeriati'nin "Gençliğimi çocukluğumdan hatırlıyorum" sözü adeta senin için söylenmiş gibiydi.

Belki de o yaşlarda yaşadığın kırılganlıklar, ileriki yıllarında yoksulların, kimsesizlerin, çaresizlerin, ötekileştirilenlerin yanında olma tohumlarını attı.

Bu yüzden henüz 16 yaşındayken Yılmaz Güney'in bir şiirindeki "Biz kendimizden başka herkesin üzüntüsünü üzüntümüz, acısını acımız yaptık" hissiyatıyla, başkalarının acısına kayıtsız kalmayıp yıllarca hapis yattın.

Her şeyi farklı yaptın, tıpkı vekilliğin gibi.

"Bana bir avans verin, size vekillik nasıl yapılır göstereyim" demiştin.

Ve bunu, milyonların yüreğinde iz bırakarak, fark yaratarak yaptın.

"Merhaba", "eyvallah" gibi en sıradan kelimeler bile senin ağzından çıktığında apayrı bir anlam kazanıyordu.

O muhteşem şivenle, mahsun bakışınla, hayatın ağır acılarını yüklediğin yorgun kalbinin hafifçe eğdiği boynun ve mimiklerin bir araya geldiğinde, Allah'ın sana bahşettiği sihirli anlatım yeteneğinle, apayrı bir boyutta insanların yüreğine sirayet edip yer buluyordu.

Sebebi, bu saf samimiyetti, kirvem!
 

 

Yaklaşık 1 yıldır başlayan ciddi sağlık sorunlarınla beraber, fırsat buldukça yaptığımız sohbetlerde ve yazışmalarda gideceğini ve vasiyetlerini söylüyormuşsun da anlayamamışım ya da kabullenip anlamak istememişim.

16 Haziran 2024'te bana attığın bir fotoğrafta aile mezarlığının düzenlenme şeklini, yine esprili bir üslupla "İnşaatımız tam gaz devam ediyor kirvem. Şu attığım dizelerde mezar taşı yazıları sende bi' kalsın" demiştin.

Bana hiçbir zaman lafının tamamını söylemezdin; ne demek istediğini hep anlayarak, çoğu zaman sessiz kalırdım.

O gün de o duygusal yoğunluğu kırmak adına "Çok güzelmiş kirve, eğer kullanmayacaksan bunlardan birini bana verirmisin ben kullanayım" dediğimde hemen arayıp attığın kahkahayı tekrar işitir gibi olmak beni hüzne boğuyor.

Yav kirve, bana kahkaha attıran birkaç kişiden birisin, sözünü tekrar duyar gibiyim.

Tüm sohbetlerimizde en son konuştuğumuz konu kızlarımız olurdu.

Kız babası oluşumuz aramızdaki bağlardan biriydi sanırım.

Hele ki torunun Ferhan Can ile ilgili anlattıklarının sana verdiği mutluluğu ve hazzı asla unutamıyorum.

Verdiğin harçlıkta dedenin "Bununla çikolata alabilir miyim?" sorusuna verdiğin cevap ve gülüşmelerimiz, son gülüşmelerimizdi sanırım…

Diken gibi sivri dik davran
Aşına gülden çelenkler örsün devran…

Genceli Nizami

 

Günde bir taşı bina-yı ömrümün düştü yere,
Can yatar gafil, binası oldu viran bîhaber …
Dil bekàsı, Hak fenâsı istedi mülk-ü tenim,
Bir devâsız derde düştüm, ah ki Lokman bîhaber.
Bir ticaret yapmadım, nakd-i ömür oldu heba,
Yola geldim lakin göçmüş cümle kervan bîhaber.
Ağlayıp nalan edip düştüm yola tenha garip,
Dîde giryân, sine biryân, akıl hayrân bîhaber.

Niyazî Misrî

 
Volkan Konak'a yazdığın veda yazısını bana attığında, "Ya kirve, o kadar güzel yazmışsın ki insanın ölme isteği geliyor.
Bir gün ben ölürsem, benim de arkamdan bir yazı yazar mısın?" dediğimde, sen ne diyorsun kirve, "Dünyayı yakarım" deyişinin bana verdiği onuru ve hissiyatı tarif edemem.

Peşinden de "Hele bi dur kirve, sen çok gençsin, araya girme" deyişin; ölümü bile kimseye bırakmayışın ve benim şu an senin arkandan bu yazıyı yazıyor olmam canımı çok yakıyor.
 

 

Hatıralar bir bir zihnimde berraklaşıyor.

Bu kış, amca oğlum Recep'in iş yerinde yaptığımız kahvaltıda, yeğenim Serhat'a "Bu yaz kıyacağımız nikahta şahit olur musun?" dediğimde, "Ah işte, gitti yarım altın" deyip büyük bir şerefle cevap vermiştin.

Şimdi beni 30 Mart sabahı arayıp o içimi ürperten anlattığın rüyayı hatırlıyorum.

"Kirve, rüyamda seni gördüm" demiştin.

"Yeğeninin düğün tarihi ne zamandı?" diye sormuştun, ben de "ağustosta" demiştim.

"Rüyamda düğüne gelememişim" deyip, "Sana karşı bir mahcubum, bir mahcubum, anlatamam" demiştin.

Sanki tevafuk olmuş ve gelemeyeceğini biliyormuş gibi anlatman...
 

 

Canım kirvem!

Sakın mahcup hissetme kendini.

Sen iki elin kanda da olsa bizi yalnız bırakmayacağını, geleceğini biliyorum.

Ama maalesef şu an değil; ellerin, tüm bedenin toprak altında ve öbür dünyada cennettesin.

Sakın kendini mahcup hissetme.

Sen her şeyi farklı yaptığın gibi, ölümün bile korkulacak bir şey olmadığını gösterdin.

Seninle tekrar görüşebilme ihtimali bile ölümü sevecen hale getirdi, kirvem...

Çünkü sen, yaşamı ve barışı uğrunda ölecek kadar sevdin, kirvem…

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU