Adalet Partisi (AP) Azınlık hükümetiyle beraber Türkiye tam bir yol ağzına gelecekti.
Emperyalistlerin ekonomik, siyasi ve askeri kıskacı sonuç alacak, Türk egemen sınıfları, emperyalizmin "yeni" tercihini kabul etme noktasına gelecekti.
Hadise yeni tercihi kabul ettirme, bunun için toplumsal muhalefeti ve solu tasfiye etme noktasında düğümleniyordu.
Emperyalizmin yeni ekonomik tercihi, Türkiye'nin son yirmi yıllık ekonomik tarihinin özeti, siyasetin ve yeniden kurulan siyasi dengelerinin ekonomik altyapısı olacaktı.
ABD II. Dünya Savaşı'ndan sonra, IMF, Dünya Bankası, OECD gibi mali kuruluşlar eliyle verdiği borçlarla ülkeyi kapitalistleşme sürecinin yeni bir aşamasına sokmuştu.
"Bağımlı kapitalistleşme"
Söz konusu kapitalist modelin karakteri, dış rekabete kapalı olup ülke içi pazarı genişletmeye yönelik olmasıydı.
70'li yılların ikinci yarısında dış faizler ve dış borçlar öylesine birikmişti ki artık ödeme yapılamıyordu.
Farklı bir deyişle dış borçla kalkınma modeli tıkanmıştı.
Kimse parasını riske atmaz!
Emperyalist güçler hiç atmazdı!
Borç verirken güvence isteyeceklerdi.
Bunun için sermayeyi getirisi olan ekonomik alanlara yöneltecekler, borç verici olmanın avantajlarından en iyi şekilde yararlanacaklardı.
24 Ocak Kararları geliyor!
İç pazara yönelik kalkınma (ithal ikame) modeli tıkanmış, kendini üretememekteydi.
Bu nedenle kredi, teşvik gibi ekonomik kolaylıkların yönünün değiştirilmesi, iç pazara ve sanayiye değil, dış pazara ve dış ticarete öncelik tanınması gerekiyordu.
Bu yönlü ekonomi politika, iç pazar ve sanayinin sınırlanması, faiz oranlarının yükseltilmesi, halkın çok çalışmaya ve tasarrufa özendirilmesini gerektiriyordu.
İşçilerin, emekçilerin, genel olarak çalışanların ücretlerinin düşük tutulması, grev ve iş bırakmaların engellenmesi, eğitim, sağlık, sosyal yardım gibi alanlarda devletin küçültülmesi, sosyal devlete son verilmesi isteniyordu.
İhracatın ve ihracatçı iş adamlarının desteklenmesi, dış pazar rekabetinde güçlü olmak için devalüasyon-enflasyon sarmalının sürekliliği zorunlu bir tercih olarak görülecekti.
Yabancı sermayenin önünün açılması için "yerli" sanayinin yok olması pahasına, koruyucu mevzuatın değiştirilmesi bu ekonomi politikanın vazgeçilmezlerindendi.
79'lara doğru IMF'nin ağırlaştırarak dayattığı önlemlerin ana çizgileri bunlardı.
Ecevit başlangıçta bir ölçüde dirense de sonunda -kısmen- kabul etti.
IMF'nin yeni reçeteleri çerçevesinde ilk adımı Ecevit Hükümeti atacaktı
İkinci ve en büyük adımı ise AP azınlık hükümeti atacaktı.
Bunlar "ünlü” 24 Ocak 1980 kararları idi.
Bu kararların siyasi sorumlusu Başbakan Süleyman Demirel, ekonomik mimarı ekonomiden sorumlu devlet bakanı Turgut Özal olacaktı.
Sanayi kavramı bir kenara atılacak, plan, yerini IMF reçetelerine bırakacaktı.
KİT kaynakları, memurların ve işçilerin ücretleri, ürün taban fiyatları, yatırım alanları, yabancı sermayeye karşı tutum, üretimin iç ve dış pazara yönelme düzeyi gibi tüm stratejik alanlar IMF'nin istekleri doğrultusunda belirlenecekti.
Bir ülkenin kapitalist gelişme modeli içinde nispeten sanayileşmesi için yabancılara kaptırmaması gereken tüm temel stratejik alanlarla ilgili söz ve karar hakkı emperyalizme tanınmıştı.
Mustafa Kemal Atatürk’ün "ekonomik bağımsızlık" kavramına yüklediği anlam "kulakta hoş bir seda" olarak kalacaktı!
İç pazara dönük kapitalist model çerçevesinde düzen partileri, halkın ekonomik sorunlarına "kısmi" çözümler üretebilmekteydi.
Bu yönlü çözüm arayışları "popülizm" suçlamasıyla boşa çıkarılacaktı artık.
70'li yılların başındaki ABD bir ölçü de zayıf düşmüş bir ABD'ydi.
Sadece Sovyetler Birliği'ne karşı soğuk savaşı kaybetme sürecine girmemişti; bağımlı ülkelerin borçlarını ödeyememesi ve devrimlerin pazar alanlarını daraltması ve giderek gelişen AET ve Japon rekabeti karşısında üstünlüğünü kaybetmeye başlamış, doları devalüe etmek zorunda kalmıştı.
Sovyetler Birliği'nin kuşatmaya almak, devrimcileri durdurmak, bağımlı ülkelerin borçlarını ödemeleri için ekonomilerine düzen vermelerini sağlamak, OPEC ülkeleri üzerinden tezgâhladığı petrol ambargosuyla AET ve Japonya'yı dizginlemek ihtiyacı duyuyordu...
Sonuç olarak, ABD bunalımını aşmak ve eskisi gibi tartışılmaz lider olmak istiyordu.
Bu noktada Türkiye'nin rolü, ABD ve Sovyetler Birliği'nin geleceği açısından çok önemliydi.
Türkiye kalesi sağlam olmalıydı: yoksa ne Sovyetler Birliği'ni kuşatabilir ne AET ve Japonya'yı OPEC petrol ambargosu üzerinden geriletebilirdi.
Buna karşın, Türkiye'nin önemli bir borç tutarı vardı.
Halk sahaya çıkmaya başlamıştı üstelik. ABD’Cİ, IMF’ci ekonomi uzmanlarına göre, "Basiretsiz" ve "oy avcısı" popülist politikacılar halka taviz veriyordu.
Değil taviz vermek, Türk ekonomisine nizam vermek, iş daha fazla büyümeden sol, devrimci hareketleri ve toplumsal muhalefeti tasfiye etmek gerekiyordu.
12 Mart darbesi ve 12 Mart'tan sonra izlediği Türkiye’yi "istikrarsızlaştırma" siyasetinde ABD emperyalizmi hep bu hedefi gözetmişti.
Bu süreçte MC hükümetlerine, devrimcilerin ve toplumsal muhalefetin tasfiye edilmesi için geniş destek verdi.
Halk kitlelerinin ekonomik ve sosyal sorunlarına çözüm arama yeteneği bu nedenledir ki ortaya çıkmayacaktı.
Bu durum haklı olarak halkın tepkisini getirince, hak ve özgürlükleri daraltma, baskı ve terör silahı olacaktı yanıtları.
MC hükümetlerinin açıktan, CHP hükümetlerinin "kapalı" yönetimlerle yaptıkları denebilir ki aynı şeydi.
Öte yandan bu hükümetler, toplumsal muhalefetin yoğun baskısı altında, parlamenter düzen içinde halkın sorunlarına tam olarak sırtlarını çevirmedikleri de bir gerçekti.
Bu noktada, 24 Ocak kararları açık ve kesin bir tercihin simgesi idi.
Yeni düzen halkın "kemerleri sıkması", iş adamlarının "ihracat yapması", iktidar partisinin buna uygun ekonomik, sosyal ve siyasal önlemleri alması anlamına geliyordu.
Burjuva politikacılarının yıllardır dillerinde pelesenk yaptıkları "refah", "yatırım", "kalkınma" gibi ayartıcı kavramlar bundan böyle terk edilecekti.
Halk parasını bankalara ve bankerlere yatırmalı, daha az tüketmeli, daha çok fedakâr olmalıydı.
Türkiye'nin ve halkın geleceği ihracat gelirlerinin yatırıma dönüşmesine bağlıydı.
İhracatçısı, politikacısı, radyosu, televizyonu, gazetesi, dergisi, kısacası tüm haberleşme, iletişim ve koşullandırma araçları tek yanlı kullanılarak halka az tüketmenin, çok çalışmanın ve tasarruf etmenin fazileti anlatılacaktı.
Zam, işsizlik, pahalılık gibi halkın günlük yaşam koşullarından, ahlaki değer yargılarına dek tüm ilişkilerini ve karakterini bozucu kötülüklere tepki göstermemesi, anlayışla karşılaması istenecekti.
Bunlar hep vardı zaten. Bu kez çok daha yüksek bir vurguyla ihracat politikası yönünde yapılmaya başlandı.
Bunca çabadan güdülen amaç, emperyalizm ve IMF'nin "ekonomik önlem" paketlerinin en elverişli koşullarda uygulanmasını sağlamaktı.
Halkı emperyalizmin mutlak çıkarlarına göre koşullandırmaktı.
Halk üzerinde yıllar ve yıllarca boyunca, Pavlov'un "şartlı reflekslerini" aratmayan yöntemler uygulanacaktı.
Halk yanılsamayla yeni sandığı yapay bir (hoş şimdilerde buna "sanal" diyorlar ya!) toplumsal-psikolojik atmosferde koşullandı, adeta insani tepkilerini kaybetti.
(Devam edecek...)
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish