Türkiye, tarihi bir dönemeçten geçiyor.
PKK'nın silah bırakma kararı almasından sonra, kongresini toplayarak yeni bir sürece girme kararı almasından sonra, Ortadoğu'da ve Türkiye'de birçok şeyin eskisi gibi olmayacağı kesinleşti.
Türkiye'nin önünde, Kürtlerle yeni bir sayfa var.
Topyekûn Türkiye, Irak, Suriye ve İran'daki Kürtlerin de Türkiye ile birlikte yeni bir safhaya girdiği bir döneme adım atıldı.
Cumhuriyetin nitelikleri ve nasıl bir gelecek inşa edilmesi gerektiği yıllardır tartışılıyor.
Tabii burada cumhuriyetin kendini yenilemesi, eski yanlışlarından sıyrılarak doğru bir paradigma ile yoluna devam etmesi en büyük dirençle karşılaşıyor.
Bu direnç, özellikle ulusalcı ve laikçi çevrelerden geliyor. İnanın, yılların milliyetçilerinde ve Türkçülerinde bile ciddi bir yumuşama ve gevşeme görülüyor.
Bu ulusalcıların önlerine koydukları iki önemli faktör var:
Birincisi, dine, İslam'a ve İslamcılığa karşı olmak;
İkincisi ise ümmet fikrine karşı çıkmaktır.
“Biz ümmetten, ulusa geldik” diyorlar.
Tabii, bunu iyi mi ettiler, kötü mü ettiler, buna kendileri de doğru düzgün bir kültürel seviyede tartışmaya sahip değiller.
Gelin, yavaş yavaş bu fikirleri irdelemeye çalışalım.
Dünyada, ilk dönemlerden itibaren farklı devlet şekilleri olmuştur.
Devletin ortaya çıkışı, devletin gerekli olup olmadığı, devlet felsefesine karşı olanların öne sürdükleri argümanlar ve devlete izafe edilen tanımlar, bunların her biri ayrı ayrı tartışılacak mevzulardır.
Benim bu konuyla ilgili "Allah Adına Yönetmek" isimli bir kitabım bulunmaktadır. Meraklıları buradaki fikirlerimi, görüşlerimi okuyabilir, irdeleyebilirler.
Ancak bu kısa yazımda, fazla derinlere inmeden kabaca bir tasnif yapmaya çalışacağım.
Biliyorsunuz, ilk dönemlerde devletler aşiretler, belli bir bölgede egemen olan hanedanlar ya da şahıslar üzerinden tanımlanıyordu.
Daha sonraki yıllarda, uzun bir süreçten sonra, insanlık tarihinde devletler birkaç ana esas üzerine teşkil edilmiştir:
- Dine dayalı devlet: Yani aynı dine inanan insanların oluşturduğu devlet.
- Mezhebe dayalı devlet: Aynı inanç mezhebine ya da yorumuna dayalı oluşturulan devletler.
- Ulus devlet: 1648 Westphalia Antlaşması ve 1789 Fransız Devrimi'nden sonra dünyada yaygınlaşan bir modeldir. Aynı dili konuşan insanlar, topluluklar üzerinden bir arada yaşama düzeni ortaya konmuştur. Buna "ulus devlet" denir.
- Sınıf esasına dayalı devletler: Karl Marx ve daha sonra Lenin ile birlikte sınıf temelli devlet yapıları ortaya çıkmıştır.
Din temelli devletlere örnekler çoktur.
İslam tarihinde, Hristiyanlık tarihinde ve Yahudilik tarihinde bunlara rastlanır.
Örneğin, Hz. Musa'dan sonra kurulan Yahuda Devleti ve İsrail Krallığı gibi örnekler vardır.
Mezhepler de farklıdır; Hristiyanlık, İslam, Yahudilik tarihindeki onlarca mezhep esasına dayalı devlete de rastlanır.
Batıda, Kuzey Avrupa'da Protestanlık üzerine, İtalya, İspanya ve Fransa gibi ülkelerde Katoliklik üzerine devletler kurulmuştur.
İslam dünyasında ise Sünni devletler, Osmanlı, Selçuklu, Timur İmparatorluğu, Memlükler gibi örnekler vardır. Ayrıca Şii devletler de bulunur: Safaviler, Büveyhiler, Kürt hanedanları, Mısır'da Fatimiler gibi.
Yine Kuzey Afrika'da, Fas ve Cezayir’de Muvahhitler ve Murabıtlar gibi örnekler mevcuttur.
Murâbıtlar Sufi, Muvahhitler Selefi bir yaklaşımı benimsemişlerdir.
Ayrıca Yemen'de Yezidiler, Umman'da Hariciler gibi çeşitli mezhepler de devlete temel olmuştur.
Daha sonra ise ulus devlet kavramı dünya tarihine damgasını vurmuştur.
Yani, aynı dine tabi olanlar değil, aynı inancı, o dinin yorumunu ya da mezhebini savunanlar değil, aynı dili konuşan insanlar ortak bir devlet oluşturmuşlardır.
Bu, öyle bir şekilde takdim edilmiştir ki, sanki ulus devlet dünyanın en son aşaması, en doğru aşamadır.
Ancak sorulması gereken bir soru var:
Aynı dili konuşan insanlar neden illa aynı devleti kurmak zorunda olsunlar?
Eğer aynı mefkureyi, eski tabirle ülküyü veya Arapça tabiriyle asabiyeyi taşımıyorsa, aynı dili konuşmanın da bir anlamı yoktur.
Örnek mi?
Çok uzaklara gitmeyelim; Azeriler ve Anadolu Türkleri bin yıldır aynı devlet çatısı altında yaşamıyorlar.
En son Selçuklu döneminde birlikteydiler, ondan sonra ise ayrıldılar.
Osmanlı dönemi Osmanlı, Safavi dönemi ise Safavi oldu.
Aynı dili konuşmalarına rağmen, inanç farklılıkları yüzünden, mezhepler yüzünden en az 500-600 yıldır ayrı örgütlenmeler içerisinde oldular.
İran’daki Azeri Türkleri arasında Türkiye ile birleşme veya Türk birliği kurma fikri yoktur, çünkü inanç farklılıkları çok belirgindir.
Aynı dili konuşmalarına rağmen, farklı inançlar yüzünden birbirlerinden uzaklaşmışlardır.
Böyle bir fikir yok. Türkiye'deki Türk milliyetçilerinde de yok, enteresan bir şey.
Yani demek ki aynı dili konuşmak, birlikte olmanın olmazsa olmaz şartı değil.
Bazen, hiç dilini bilmediğiniz bir Faslı, Nijeryalı, Çeçen ya da Çerkes’le ortak bir hayatı paylaşabiliyorsunuz.
Kültür ise farklı bir şey. İşte bir haftadır Londra'dayım, yıllar sonra, yurtdışı yasağım kalktıktan sonra.
Burada bir tevafuk diyelim; hani İslam'da biz inanç olarak tesadüfe pek inanmayız, her şey Allah’ın takdiri içindedir.
Arka arkaya üç Somalili taksiciyle tanıştım, sanki amcamın oğlunu gördüm.
Kızım telefonunu düşürmüş takside, gece arası adam adresimizi bulup götürüp telefonu iade etti.
Belki aynı dili konuştuğum bir Kürt, bir Arap veya Türk telefonu çalıp giderdi.
Yani, ulus devleti göklere çıkardıkları, yine bir cumhuriyet kurduğumuz Türkiye’de, bir ulus yarattığımız ümmetten.
Yahu, yarattın da bu ulus hâlâ birbiriyle çatışıyor.
Dindarlık ve iktidar çatışıyor, sınıfsal olarak çatışıyor.
Çok derinlere girmeyelim. Dördüncüsü de sınıf esasına dayandı.
Marx ne dedi?
Türk, Kürt, Arap, Müslüman, Hristiyan, Yahudi, Katolik, Protestan, Sünni, Şii, Budist, Hindu, Şintoist, Şaman… bırakın bunları, bunların hiçbiri önemli değil. Bunlar geri kalmış fikirler, düşünceler. Peki, ne mühim? Ey dünya emekçileri, en mühim olan emektir ve bu emeği veren, emekleri sömürülenlerin birlikteliğidir. Bütün dünya ezilenleri, bütün dünya işçileri birleşin.
Sınıfa dayalı bir devlet anlayışı.
Aynı ekonomik dünya görüşünü, yaşam tarzını ve çalışma biçimini benimseyen, her dinden, her dilden, her mezhepten insanlar birleşsin, dedi.
Bu da sınıf devleti.
Onun için, bizim laikçilerin, ulusalcıların böyle dünyanın en son aşaması diye göstermek istedikleri ulus devlet, dönemsel bir modadan, belki de bir hezeyandan ibaret.
Hayat felsefeniz, dünya görüşünüz, kültürünüz bir değilse, veya birlikte yaşamaya uygun değilse, aynı dili konuşmanızın da hiçbir anlamı yok.
Avrupa’nın göbeğinde bile, Hollanda’daki Hollandalılarla, Belçika’daki Flamanlar ayrı ayrı devletler kurmuş.
Avusturya’da Almanlar Almanca konuşuyor, ancak yine de iki ayrı devletler.
Kimse de Avusturya ile Almanya’yı birleştirme çabası içinde değil.
Değerli arkadaşlar, bugün Türkiye’nin önünde yeni bir safha var.
Ve dünya bugün, tekrar, bizim laikçilerimizin, ulusalcılarımızın hiç hoşlanmasalar da, ben biraz onları kızdıracak bir tabir kullanayım, başka bir tabir de kullanabilirim tabii ama, daha internasyonel, cihanşümül, beynelmilel, kapsayıcı, demokratik diyebilirim ama, iyi arkadaşlar, ümmet devletine doğru gidiyor.
En son, en büyük ümmet devleti de Avrupa. Aynı kültürel değerler, aynı inanç frekansları, aynı demokratik kriterler üzerinde onlarca farklı halk, Bulgar’dan İspanyol’a, İrlandalı’dan İsveçli’ye kadar bir birlik oluşturdular.
Bunların dilleri ayrı, mezhepleri ayrı, kültürleri ayrı. Ve sırf dini farklı olduğu için Bosna-Hersek ve Arnavutluk bu işin dışında tutuldu. Çünkü aynı kültürel kodlara sahip değiller.
Avrupa Birliği, bir kültürel havza ve birlik projesidir. En yeni ümmet projesidir.
Onun için, bugün Türkiye’de de yapılması gereken, Ortadoğu’da da, hele hele PKK’nın silah bırakmasından sonra yeni ufukların açılmasından sonra geçmişin dar kalıplarına kapılmadan, farklı dilleri konuşan, farklı mezheplerde olan, farklı dinlerde olan ve farklı sınıfsal kategorilerde olan bütün Ortadoğu halkına hitap edebilecek bir model olarak, Türkiye’den başlayacak yeni bir devlet sistemini inşa etmemiz lazım. Bunun anayasasını, kriterlerini birlikte ortaya koyabilmemiz lazım.
Kürtler ve Kürt meselesi de inşallah bunun anahtarı olur. Ve inşallah önümüzdeki günlerde, demokratik, herkesi kuşatıcı, Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu’ya hitap edecek yeni bir yapılanmanın başlangıç günleri olur.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish