Tarihçiler, insanlık medeniyetini üç büyük uygarlıkla başlatır: Sümer, Mısır ve İndüs medeniyetleri.
Bu üçü de nehirlerin etrafında yeşermiştir. Kim bilir, belki de Cennet'te var olduğuna inanılan 4 nehir (Fırat, Dicle, Nil ve İndüs) bu coğrafyalardadır.
Konumuz tarih olmadığı için çok eskilere gitmeyeceğiz. Ancak milattan önce 3000'li yıllara dayanan bu medeniyetin, bir varsayıma göre, milattan önce 2000 yılın ortalarında kuzeyden gelen Ari kabileler tarafından yıkıldığı düşünülür.
İşin tuhaf tarafı, İndüs Havzası'ndan kaçıp başka bölgelere sığınan bu halkın, günümüzden yalnızca 262 yıl önce (1763-1947) yine bu Ari kabilelerin torunları olan İngilizler tarafından tekrar işgal edilmiş olmasıdır.
1947 yılında Hindistan ve Pakistan adında iki ayrı devlet olarak bağımsızlıklarını kazandıktan sonra, sömürgecinin geride bıraktığı kargaşa nedeniyle bugüne kadar en az 4 kez savaşla karşı karşıya geldiler.
Her ne kadar iki devlet arasındaki sorunlar; bölgesel, etnik, inanç temelli ve özellikle Keşmir meselesi olarak gösterilse de, esas sorun İndüs Nehri sularının paylaşımında yatar.
İndüs Nehri, Tibet Platosu'ndan doğar, Hindistan'ın kuzeybatı bölgesinden geçerek Pakistan'a ulaşır.
Yıllık debisi 210 milyar metreküptür; bu miktar, Dicle ve Fırat nehirlerinin toplamının 5 katıdır. 3 bin 180 kilometrelik bir yol katettikten sonra Umman Denizi'ne dökülür.
Havzası yaklaşık 1 milyon 165 bin kilometrelik alanıyla Türkiye'nin yüzölçümünün bir buçuk katına yakındır.
Pakistan, tıpkı Mısır gibi, kaderi bir nehre bağlı olan ikinci ülkedir.
Himalaya Dağları'ndan 5 kol halinde gelip Pakistan'ın Pencap (Penc: beş, Ab: su – Beş Su) eyaletinde birleşir ve adını Hint şiirlerinde geçen "Kral Nehir" yani İndüs'ten alır.
Bir zamanlar İndüs Vadisi halkı mutluydu.
Verimli topraklar herkese yetiyordu.
Ta ki ikinci Ari işgalcileri gelene kadar...
Bu kez kabileler değil, bir süper güç olarak İngilizler gelmişti.
1856 yılında bölgeden Fransızları çıkardıktan sonra Hindistan'a tamamen hâkim oldular.
Bu yazıda Hindistan'daki tüm sömürge suçlarına değil, yalnızca iki ülke arasındaki anlaşmazlığın temel nedeni olan İndüs Nehri'nin yarattığı su sorununa değineceğiz.
İngilizler, 1947 yılına kadar İndüs Nehri ve kolları üzerinde onlarca baraj ve ülkenin dört bir yanına su taşıyan 96 bin 500 kilometrelik kanal inşa ettiler.
Bu kanallar, İngiltere'nin toplam alanından fazla bir toprağı suluyordu.
Tarım ürünlerinin yanı sıra, tekstil fabrikaları için pamuk yetiştiriliyordu.
Pencap ve Sind ovalarına o kadar çok su salındı ki toprak doydu.
Ancak suların taşıdığı tortular birikmeye başladı, topraklar çoraklaştı.
Pamuk, pirinç, buğday ekilen araziler tuz tarlalarına dönüştü…
Kaşmir kumaşı, Kaşmir halısı, İngiliz kumaşına adını veren İndüs'ün son durağı olan Sind Vadisi, zamanla İngilizlerin deyimiyle "Mutsuz Vadi" haline geldi.
Yeniden bir "Mavi Devrim" ile bu topraklar eski haline döner mi, bilinmez!..
Günümüzde, bazı hesaplara göre İndüs Nehri her yıl yaklaşık 24 milyon ton tozu ovalara taşımaktadır.
Bu miktarın yarısı denize dökülürken, diğer yarısı toprakta birikmektedir. Günümüzde toprağın yüzeyi, beyaz bir tuz tabakasıyla kaplanmıştır.
Toprak çoraklaştıkça (GAP bölgesinde de benzer bir tehlike söz konusudur – Katılım Dergisi, Mayıs 1988, Sayı: 3, GAP'a Farklı Bir Yorum, Tecelli S. Sırma), çiftçiler topraklarını terk edip kentlerin gecekondu mahallelerine göç etmeye başlamıştır.
Genç işsizler, El-Kaide gibi radikal örgütlerin militanlarına dönüşürken; bir kısmı da çeteleşerek hırsızlık, gasp ve adam kaçırma gibi suçlara yönelmiştir.
22 Nisan Salı günü, Keşmir'de militanlar tarafından öldürülen 26 turistin ardından Hindistan hükümeti, 1960 yılında Dünya Bankası aracılığıyla imzalanan İndüs Suları Anlaşması'nı tek taraflı olarak fiilen askıya aldığını duyurdu.
Anlaşmaya göre, İndüs'ün altı kolundan üçü Pakistan'a, üçü ise Hindistan'a bırakılmıştı.
Hindistan'ın Keşmir bölgesinde kalan kollarından biri olan Chenab Nehri üzerindeki Bağlihar Barajı'ndan su akışı durduruldu. Kıyamet de bundan sonra koptu.
Dünya, tarihinde ilk kez su nedeniyle savaşın eşiğine gelen iki ülkeyi nefesini tutarak izledi.
Eski Pakistan başbakanının oğlu, eski dışişleri bakanı ve şimdiki milletvekili Bilawal Bhutto Zardari'nin 26 Nisan 2025 tarihinde Instagram'da yaptığı paylaşım, olayın Pakistan için ne denli hayati bir mesele olduğunu gösterdi:
Ya suyumuz İndüs'ten akacak ya da Hindistanlıların kanı.
Pakistan hükümeti, İndüs'e akacak suların kesilmesini bir savaş sebebi olarak göreceğini yüksek sesle dile getirirken; Hindistan, Pakistan'a akan Chenab Nehri üzerindeki Bağlihar Barajı'ndan su akışını durdurdu. Yani fiilen savaş başlamış durumda.
Çünkü Pakistan, ekinlerinin yüzde 90'ını İndüs Nehri ile sulamakta, elektriğinin ise yarısını bu kaynaklardan sağlamaktadır.
Aslında Pakistan'ın Pencap ve Sind eyaletleri arasında da uzun yıllardır İndüs Nehri'nin paylaşımı nedeniyle bir iç su savaşı riski mevcuttur.
Eski Sindli lider Zevahir'in annesi Benazir Butto, 1988 yılında Pencap'ta yapılması planlanan yeni bir barajın kendi bölgelerine akan suyu azaltacağını savunarak, projenin iptali için on binlerce çiftçinin katıldığı bir miting düzenlemişti.
2 yıl sonra çıkan olaylarda iki kişi hayatını kaybetmiş, Karaçi'de bombalar patlamıştı. Bu sorun hâlâ çözülmüş değildir.
Aslında ister eyaletler arası, ister havzalar arası olsun, bugünden itibaren su paylaşımı konusunda birçok ülkenin iç çatışma potansiyeli bulunmaktadır.
(Ülkemizde, son yıllarda Devlet Su İşleri (DSİ) tarafından yaptırılan yeraltı barajlarının iller düzeyinde olası etkilerini şimdiden kestirmek zor olsa da bu konuda dikkatli olmakta yarar vardır. Örneğin, şimdilik Konya ve Isparta'da yapılan yeraltı barajlarının Antalya Körfezi'nin yeraltı ve yerüstü sularını ne ölçüde etkileyeceğini bilmiyoruz. Yaklaşık 500 metre derinlikte yapılan bu setlerin arkasında biriken suların üst bölgelere fayda sağlayacağı kesindir. Ancak yerüstü ve yeraltı tatlı su kaynaklarının denize ulaşımı azalır ya da tamamen kesilirse, bu durumun deniz ekosistemini ne ölçüde etkileyeceğini de henüz bilmiyoruz. Süreci dikkatle izlemek gerekiyor.)
İndüs Havzası'nın çoraklaşma sorunu, Türkiye'nin modern sulama sistemlerine geçişine neden oldu. Şöyle ki:
Seksenli yılların başında, bir Alman ilaç firmasının genel müdürü olan Dr. A. Schaden, Pakistan'daki görevinden sonra aynı pozisyonla Türkiye'ye atanır.
Firma, beşeri ilaçların yanı sıra tarım ilaçları da üretmektedir.
Dr. Schaden, Türkiye'de çeşitli bölgelere yaptığı seyahatlerde, her yönüyle Pakistan'dan daha gelişmiş olan bu ülkede hâlâ geleneksel yani vahşi sulama yöntemlerinin kullanıldığını fark eder.
Oysa Pakistan'da, özellikle az tuzlu suların bile kullanılabildiği damla sulama yöntemi uzun yıllardır yaygındır.
Sind bölgesinin, tuzlanma nedeniyle tarım dışı kalmasından alınan dersle, diğer bölgelerde daha dikkatli olunmuş; hem su tasarrufu sağlamak hem de toprakta tuzlanmayı önlemek amacıyla bu sisteme geçilmiştir.
Kısa bir saha araştırmasının ardından, Alman kökenli bir damla sulama firmasıyla iş birliği yaparak tanıtım ve satış faaliyetlerine başlar.
2 yıl içinde, seralardan başlayarak neredeyse tüm ürünlerde hızla yaygınlaşır.
Ardından başta İsrail firmaları olmak üzere birçok ülke firması Türkiye pazarına girer; bugün hâlâ en yaygın firmalardan biri Hindistan menşeilidir.
İlk sistemlerin kurulduğu 1985 yılından bu yana, damla sulama sistemlerinin Türkiye ekonomisine katkısı büyük olmuştur.
Her yıl bir baraj kapasitesi kadar su tasarrufu sağlanmakta, milyonlarca dolar değerinde ürün kalitesi ve verimi artmakta; ayrıca gübre ve işçilikten önemli ölçüde tasarruf edilmektedir.
Hani derler ya "kaderin cilvesi"… Pakistan'dan bir Dr. Schaden gelmeseydi, İndüs Nehri'nin bulanıklığını görmeseydi, acaba bu sistem ülkemize kaç yıl gecikmeli olarak ulaşacaktı?
Avusturyalı Dr. Schaden, emekli olduktan sonra Viyana'da hayatını kaybetti.
Ben bu sistem için çalışan ilk kişilerden biriydim. Bu amaçla kendisiyle birlikte defalarca yurt dışına seyahat ettik. Türkiye'de sistem yaygınlaştıktan sonra çevre ülkelere de taşındı.
Şimdi Türkî Cumhuriyetler ve Ortadoğu ülkelerinde bu sistem yaygınsa, onların da bu adama borçlu olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Bu, Türkiye için bir başarı öyküsüdür.
Bir gün ülkemizde tarımsal sulama tarihi yazılırsa; hem İndüs Nehri hikâyesi hem de ileri görüşlü insanların ne kadar önemli olduğunun hatırlanmasını isterim.
Evet... Maalesef su yüzünden çıkacak savaşlar çağına girdik.
Gerçekten de su vatandır.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish