Küresel demokrasi ve politik gerilim

Gürsel Tokmakoğlu Independent Türkçe için yazdı

İllüstrasyon: The New York Times

Trump herkesi derin bir düşünmeye sürükledi.

Avrupa bunlardan en önde olanı.

ABD'nin rakibi Çin bu ortamdan üstün çıkmanın peşinde. "Hakkettim" diyor olmalı.

Rusya fırsat kolluyor. Bildiğimiz Rusya

Konu sadece ekonomi, ticaret veya teknoloji değil.

Durumun adını koyalım: Jeopolitik gerilim giderek artıyor.

Peki tartışma ne üzerine oluyor?

Demokrasiyi geçtim, bu arada "küresel demokrasi" konuşuluyor.

Hem uluslararası çapta derin endişeler ve gerilimler söz konusuyken…

Acaba asıl tartışma konusu global demokrasi mi olmalı?

Uluslararası sistem dağılıyor diyenler var.

O zaman bir soru daha, hangi gücün ne tür bir beklentisinden bahsediyoruz?

Burada bir Fukuyama, liberalizm, Trump, ABD, Avrupa, Çin ve Rusya eleştirisi okuyacaksınız.

Başlıklar ise şunlar olacak: Global demokrasi, "özgürlükçü demokratik devlet", demokratların eleştirdiği başkan, Fukuyama'nın yanılgısı, düşündürücü sonuç.


Global demokrasi

Francis Fukuyama ile Larry Diamond, "global demokrasi" konusundaki söyleşilerini 21 Aralık 2023 günü YouTube'tan izlemiştim. Ülkelerin yıl sonu değerlendirmesini yapıyorlardı.

Söyleşide Çin, Rusya, Macaristan, Türkiye, Arjantin, Polonya, Meksika, Brezilya, Hindistan, hatta Amerika Birleşik Devletleri örnekleri veriliyordu.

Bana ilginç gelen ilk konu, bu sohbetin bir "küresel demokrasi" başlığı altında yapılıyor olmasıydı.

Global demokrasi, ülkelerin uygulamaları ile ilgili bir duruma mı dayandırılıyordu?

Açıkçası bu bana biraz ütopik bir iddia gibi gelmişti.

Burada ikinci derecede önemsediğim konu da demokrasilerin karşılaştırmalı analizleriydi.

Neyle neyi mukayese ediyorlar ki, diye düşünmeden edemedim.
 

Francis Fukuyama ile Larry Diamond, "global demokrasi" konusundaki söyleşilerini 21 Aralık 2023 günü YouTube'ta yayımlandı
Francis Fukuyama ile Larry Diamond, "global demokrasi" konusundaki söyleşilerini 21 Aralık 2023 günü YouTube'ta yayımlandı

 

Ülkelerin demokrasi uygulamaları gerçek yaşamla özdeş biçimde seyretmekteydi, konu içinde coğrafya ve insan varsa böyle düşünülmeliydi.

Eğer yapay bir düşünceye dayalı olarak insana veya toplumlara baskı uygulanıyorsa, işte o zaman daha dikkatli bir biçimde düşünülmeliydi.

Özellikle önyargılardan kaçınılmalıydı. 

Demokrasilerde zamana ve şartlara göre değişimlerin olması mümkündü, ancak bunların iyi analiz edilmesi gerekmekteydi.

Hatta her bir aşamada demokratik olgunluğu arttırmak bile her şey normalken daha iyi biçimde düşünülebilirdi, acil hallerde sapmaların olması da mümkündü.

Diyelim dünya savaşı var, kim arar demokratik standartların az veya çok olduğunu?

Trump, ticaret savaşı başlattı. Burada neyi öne çıkarmamız gerekiyor?

Bir de eğer varsa global demokrasi havuzunu düşünün, zamana ve şartlara göre değişkenlik gösteren demokrasilerin tümüne bakarak.

Bu olsa bile örnekler ve mukayeseler için doğru mesnetler bulmak gerekirdi.

Yansız, anlayışlı, kapsayıcı, onarıcı…

Eğer küresel demokrasi yönünde bir gelişme sağlanacaksa, analizler çok hassas ve doyurucu yapılmalıydı. 

Fukuyama ve Diamond analizlerinde oldukça durumu tarif eder cinsten vurgular yapmaktaydılar.

Ama Amerika Birleşik Devletleri için bile, iddialar bu olduğu nedenle böyle söylüyorum, zaman değiştikçe her şey değişiyor gibiydi.

Fukuyama yanılıyor olabilir miydi?


"Özgürlükçü demokratik devlet"

İşin başındayken, aklıma Amerika Birleşik Devletleri'nin kuruluşu geldi.

Neden?

Demokrasi fonksiyonunu besleyen toplam değerlerin oluşmuş olması ile bunların başka coğrafyalara ihracı arasında farklar irdelenmeli.

Toplam değerlerin bir coğrafyada oluşması durumu göz ardı edilmemeli.

Kültür, politika, ekonomi, teknoloji, savaşlar ve hatta salgınlar bile…

Ancak pek çok konu yan yana geldiyse oradan bir filizlenme olabilir, ekosistem meselesi.

Sonra meyveler olgunlaşabilir.

Keşifler, Aydınlanma, Sanayi Devrimi, hukuk, bilim, felsefe, Ulus Devrimi, güç mücadelesi, ekonominin gelişmesi, sömürgecilik, gibi birbirini besleyen damarlar ile Avrupa kendi içinde ve kendine uygun bir değerler manzumesi oluşturdu.

Bununla ulus sistemi ile uluslararası sistem meydana geldi.

Ticaret, finans, buna uygun ulus ötesi kaideler, hukuk ve ilgili kurumlar gelişti.

Bu kendine göre bir değerler manzumesi olarak işaret edildi.

Özgürlükler ve idare şekilleri tanımlandı.

Bunlar idari bakımdan anayasal sistemlerle de açıklanır oldu.

Yani, her şey bir bütünü tarif etti.

Kendi ekosisteminde yazılıp çizildi, okullarda uygun insan kaynağı yetiştirildi.

Bu bir gökten zembille inme durumu değildi.

Zor konular!

Apartman yönetimi için organize olmakta güçlük çekilirken, modern dönemin ulusunu ve devletini organize edeceksiniz.

Sonra da dünya ölçeğinde kurumları yaratıp bunların belli amaçlara hizmet etmesini sağlayacaksınız.

Her neyse! ABD'ye kadar geldik… Bunları biliyoruz.

Dünyanın diğer tarafını kendi ekosistemine göre irdelemek mümkün oldu mu, bu insanlık bağlamında bir bakış açısı ve eleştiri konusu.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Amerika…

Yeni bir coğrafyaya göç, değişik toplulukların varlığı, iç savaşın vuku bulması ve ülkenin ileri gelenleri bir kuruluş felsefesi ile ilerlemek için kendilerine bir yol haritası belirlerken, hangi konuları ön planda tuttukları hususunu düşündüm.

Yıl 1787.

İlk Anayasa, Dalaware'de yüzde 100 oyla kabul edilmişti, sonra diğer eyaletler geldi.

İngilizlerin Magna Carta'yı yayımlamaları 1215 yılındaydı.

Amerikalılar için, yeni bir dünyada iddiasını geliştirebilen ve mekanik açıdan doğru eklemlerle birbirine bağlanan bir "özgürlükçü demokratik devlet" kurma becerisi oldukça etkileyiciydi.

Etkili olan hususlardan biri de zaman ile ilgiliydi. Çünkü bu beceri sadece o zamana ait değildi, yaklaşık 570 yıllık tecrübe birikimine dayalıydı.

Kültürel birikimi ve tecrübeleri bir yerden başka bir yere taşıyorsunuz!

Bu itibarla, Avrupa'dan yeni dünyaya göç edenler tarafından Aydınlanmacı akıl da beraberlerinde getirilmişti.

Bu bir Avrupalı kültürün ve varlıksal değerlerini taşımanın avantajlı yönleri olmalıydı.

Ama yine de kurucu liderlerin başarısı, yapısal unsurları iyi tasarlamış olmaları sayesinde sonuçlanmaktaydı.

Organizasyon meselesi dedim ya!


Sanayi ülkesi olmak ile sanayi devrimini yapan olmak arasında çok fark vardır.

Ancak Aydınlanmacı akıl sanayi devrimlerini yapabiliyordu.

Diğerleri ise onu takip ediyordu.

Sanayi devrimlerini yapan ülkenin eğitim, hukuk, bilim ve teknoloji alanındaki ilerlemelerine, sosyo-ekonomik gelişimine veya adaptasyonuna bakıldığında, örneğin ülke ölçeğinde ihtiyaç duyulan bütün dengelerin hızla ve sağlam biçimde yerleşmesi söz konusu oluyordu. 

Sanayi devrimlerini yapanlar, modern diyebileceğimiz türden, olgunlaşmış demokrasiyi iyi anlayan ve bununla gelişmeyi sağlayabilen ülkelerdi.

Ancak yapılan sanayi devriminin nimetlerinden faydalanmak başka bir şeydi.

Örneğin, Sovyetler Birliği kendi sanayisini kurup geliştirdi.

Endüstride devrim yapabilen ile takip eden arasında bir ayrım var, diyorum.

Bu itibarla çoğu aşamada Amerika Birleşik Devletleri bir adım önde oldu veya önde olabilecek potansiyele sahipti.

Çünkü elindeki potansiyeliyle ne yapabileceğini biliyordu.

Sovyetler Birliği sanayileşti, fakat modern demokrasisi olmadığı nedenle, Soğuk Savaş'ta Birleşik Devletler'e yenik düştü.

Soğuk Savaş bitti, Rusya Federasyonu otoriter yönetimi ile yetindi.

Birleşik Devletler ve Birleşik Krallık ise sahip oldukları liberal-demokrasi ile küreselleşmenin yolunu açıp bu kulvarı genişletti.

Ruslar şimdi de çıkmışlar şöyle söylüyorlar:

Dünya çok kutuplu olsun! Tamam olsun, buyur öyleyse… Neyle? Burada nelerin birikimi önemli?


Demokrasileri incelerken tasnif etme yöntemim gayet basit; sisteme ve kültürel meselelere bakıyorum.

Sistem içinde yapısal, anayasal, ekonomik, hukuksal, bu yönde ele alınabilecek her şey var.

Kültürel kısımda ise sosyolojik ve psikolojik, başka şekilde açıklayacak olursam, toplumsal, ahlaki, dinsel ve ideolojik bilgiler, politik çıkarlar ve liderlik gibi konular var. 

Bu basit tasnif açısından ele alırsak, Aydınlanmacı akıl, sistemi ve kültürü nasıl etkiler?

Batılı toplumlarda kendilerine ait olan Aydınlanmacı sistem sayesinde ülkedeki yapısal, yani anayasal, ekonomik, hukuksal açılardan her temel unsur, tam ve doğal olarak kendi arasında etkileşir, sinerji oluşturur, bu sinerji itici güç ve kapasite haline gelir.

Aynı şekilde, kendilerine ait olan Aydınlanmacı kültür sayesinde ülkedeki sosyolojik, psikolojik, ahlaki, dini, ideolojik, gibi her unsuru, yine tam ve doğal olarak kendi arasında etkileşir. 

Bakın burada şu iyi veya bu kötü demiyorum, sistem dinamiği açısından durumu açıklıyorum.

Hatta çalışacak türden bir sistemin tasarımı gibi düşünün bu hususu.

İşte bu noktada bugün ABD'ye rakip olan ülke Çin olabildi, neden başkası olamadı.

Detayları bu kapsamın kendi içinde tartmanız gerekmektedir.

Böyle arada girdiler yapıyorum, basit tabirle elmayla armut karıştırılmasın diye.


Devam edelim.

Bunun tam karşılığı Batılı olmayan, Aydınlanmacı aklı sonradan benimseyen (veya reddeden) ve sanayi devrimini yapamayan ama sanayileşen (veya sanayileşmeye çaba sarf eden) toplumlarda bazı farklılıkların oluşması normaldir.

Bunların birer Aydınlanmacı sistemleri ve Aydınlanmacı kültürleri yoktur.

Kendilerine has sistemleri vardır, kendi yapısal, sosyolojik ve psikolojik değerleri ile dünyada yer alırlar. 

Eğer bu jeopolitik etkilerle birlikte okunur ise ülkeler, "uluslararası rekabet" veya bugün çokça tartışılan şekilde ifade edersek, "küresel rekabet" içinde olurlar.

Küresel rekabetin olduğu ve doğal geliştiği bir dünya ekosistemi içinde "global demokrasi" fikri neyi işaret eder?

Küresel demokrasi kültürel farklılıklara rağmen, yapısal eşit sistemleri geliştirmeyi öneren ve insanlığın gelişimini garanti eden bir ideal midir?

Böyle düşünülürse en azından ekonomide, hukukta, teknolojide, eğitimde, sağlıkta, vs. bazı ortaklıklar kurulabilir mi?

Gelişimin yaratıcısı, mimarı ve çalışanı, yetişmiş ve önündeki engeller kaldırılmış bireyler ve kurumsal yapılar olacaktır.

Bunun sağlıklı, küresel kapasiteden yararlanan, araştırmacı, araştırma ve geliştirme için gerekli finansmana ve kolaylıklara erişimi olan bir sistem şeklinde tarif edilmesi gerekmektedir.

Burada kişisel veya ideolojik politika yoktur, insanlığın gelişmesi ideali vardır.

Burada amaç yeni değerleri ortaya çıkarabilmektir. 

Demokrasi her boyutu içinde tutabilmelidir.

Politika önemli ama mesela güvenlik de önemlidir.


2016 yılı…

Amerika Birleşik Devletleri'nde seçimleri Donald Trump kazandı ve Ulusal Güvenlik Teşkilatları bunun üzerinde çalıştılar.

Yazdıkları rapora göre, Amerikan demokrasisi, Rusya kaynaklı gerçeklik ötesi uygulamaların saldırısına maruz kalmıştı.

Buradaki tespitler üzerine 2020 seçimlerinde bazı önlemler alındı.

Ama yine de Birleşik Devletler'de demokrasi tartışması sürdü.

Cumhuriyetçiler bir Kongre baskını (2021) gerçekleştirdiler. 

Amerikan demokrasisi hakkında en temel tartışma konularına bakıldığında, benim "kültürel" dediğim kısımla ilgili sorunların tartışıldığını görmekteyiz.

Örneğin, dünyada liberal-demokrasi iddiasının karşısındakilerin tariflerinde, illiberaller ve otokrasiler bulunmaktadır.

İlleberal-otokrasiler ise Birleşik Devletler'ini yanlış politikaları nedeniyle eleştirirler.

Bunu Trump'ın başkanlık deneyimi açık biçimde göstermektedir.

Trump'ın bir otokratik anlayışa sahip lider olduğu iddia edilmeye başlandı. 
 


İkinci örnek, Amerika Birleşik Devletleri'nin WASP (White Anglo-Saxon Protestant) kesiminden olan politikacıların, hatta liderlerin uygulamalarıdır.

Bir de Evanjelizm konusu var.

Diyelim böyle konular başkaları tarafından abartılıyor.

Ancak konu kültür ve politika ise bu kadarıyla konuşuluyor olması bile önemsenmelidir.

Zira Birleşik Devletler karşıtları, eleştiri için bekliyorlar.

Onlara ileri sürecekleri konular gerekli.

Bu tarz konular tam da "insana özgü" davranışları göstermektedir.

Ayrıca, dünyanın geneline bakılırsa, dini ve etnik konular yeniden önemsenir oldu ve bu nedenle bazı yazarlar şimdiden bu konulara dikkat çekiyorlar. 

Buradaki iki örneğin, global demokrasinin ele alındığı bir söyleşide, Fukuyama ve Diamond tarafından değerlendirildiğini de hatırlatırım.

Sonuçta, bütün kültürel farklılıklarına rağmen, ülkeler ve insanlık için, yapısal yönlerden eşit sistemleri geliştirmek bir hedef olarak görülebilir, en azından ekonomide, hukukta, teknolojide, eğitimde, sağlıkta, vs. ortak anlayış ve uygulamalar geliştirilebilir.

Yapısal yönden demokrasinin içinde sosyo-ekonomik başlığı ele aldığımızda, ifade ettiğim gibi, bu biraz daha düzenlenebilir türden bir konudur.

Çünkü, örneğin demokrasinin ekonomik tarafını sistemleştirmek istediğinizde, öncelikle liberal yaklaşımı ve İngiliz hukuk sistemini kabul edersiniz. 

Örneğin, Güney Kore gibi ülkeler Amerika Birleşik Devletleri ile Serbest Ticaret Anlaşması imzalarken Amerikan hukukunu -Anglosakson hukuku- kabul ederse, yapısal olarak sorunu büyük ölçüde çözmüş olur.

Liberal demokrasi içinde bu ülkeye yatırımcı rahat gelir ve ekonomik büyüme kendiliğinden gerçekleşir.

Savunma konusu da Amerika Birleşik Devletleri'nin sert gücüne bağlı çözümlenir.

Artık bütün mesele halkı idare etmek, teknoloji üretmek, eğitim sisteminin istenen ölçülerde insan gücünü yetiştirmesine dönük kurumsallaştırmak, gibi.

Halk kendi kültürüne sadık, ama diğer taraftan her konu liberal demokrasinin gerektirdiği sistemsel unsurları temin ediyor. 

Bu noktada Kuzey Kore'nin fonksiyonu ne, diye sormuyorum bile! Güney Kore örneğini vermemin nedeni global demokrasi kavramını daha iyi açıklamak üzerinedir.

Farazi olarak düşünün, bütün dünyada ülkelerin Güney Kore gibi olmasını.

Farklı noktayı açıklayalım:

Güney Kore özel bir örnek ve politik tercihleri, savaşla, yapılan siyasi anlaşmalarla, ABD'nin Pasifik'teki çıkar ve çabalarıyla birlikte düşünülmelidir.

Başka ifadeyle Güney Kore için zaman böyle aktı.

Bu örnekten alınabilecekler nelerdir?

Yapısal sistemle ilgili olanlar.


Demokratların eleştirdiği başkan

Bir de baktık ki Birleşik Devletler'de 47. Başkan Donald Trump Ocak 2025'te bütün uluslararası sistemi etkileyen bir süreci başlattı.

Bu olay bir demokrasi sorunu muydu, politik-ekonomi konusu mu?

Eğer Fukuyama ve Diamond'a bakılırsa, onlar küresel yaklaşımları olan kimseler ve demokrasiyi önemsiyorlar.

Cevap belli.

Onlar için ekonomik gerekçeler ikinci derecede önemli olsa gerek.

Başka ifadeyle söylersek, Ulusalcı-Cumhuriyetçi görüştekilerin küresel demokrasiden çok önemsedikleri ceplerindeki paraydı.

Buna karşılık Liberal-Demokratlar ise dünyayı, müşterek bir idare ve anlayış içinde açıklamak istiyorlardı.

Hatta bunun içinde özgürlük, serbestlik, ortaklık vardı.

Ne derecede gerçekçi ve gerekli, ayrıca tartışma konusu. 

Kasım 2024 yılı seçimlerini yine Trump aldı.

Trump bu kez Temsilciler Meclisi ve Senato'da üstünlük sağladı.

Trump bir "politik egemen" olarak en az 2 yıl istediğini yapabilecekti.

Sonra yapılacak ara seçimlerde "topal ördek" durumuna düşüp düşmeyeceği gözlenecekti.

Ama şimdi o güçlü bir iktidara sahipti. 

Fakat Joe Biden Beyaz Saray'ı terk etmeden bir hatırlatma yapmıştı, demokrasi yerine otoriterlik gelmişti ve üstelik ultra zenginlerin elitist ve oligarşik baskısı Amerikan demokrasisini aşındıracak güçteydi.

Biden, Oval Ofis'ten yaptığı konuşmada, servet ve gücün küçük bir azınlık arasında birikmesi konusunda uyarıda bulundu.

"Bugün Amerika'da, tüm demokrasimizi, temel hak ve özgürlüklerimizi ve herkesin ilerlemesi için adil bir şansı tam anlamıyla tehdit eden aşırı zenginlik, güç ve nüfuzdan oluşan bir oligarşi şekilleniyor" diyen Biden, "gücün birkaç ultra zengin insanın elinde tehlikeli bir şekilde yoğunlaştığına" dikkat çekti.

Bu kişilerin gücü kötüye kullanmaları denetlenmezse tehlikeli sonuçlar doğurabilir.

(46. Dönem ABD Başkanı Joe Biden'ın
Oval Ofis'te veda konuşması,
Beyaz Saray, Washington, 15 Ocak 2025).

 

Francis Fukuyama
Francis Fukuyama


Fukuyama'nın yanılgısı

Francis Fukuyama, Soğuk Savaş'ın bitmesinin hemen ardından 1992 yılında yazdığı "Tarihin Sonu ve Son İnsan" kitabında, "liberal demokrasinin insanlığın ideolojik evriminin son aşaması" olacağını iddia etti.

Ancak dünya çapında artan otokratikleşme, Çin'in yükselişi ve Rusya'nın Ukrayna'yı işgal etmesiyle birlikte, birçok kişi bu hipotezin artık yanlış olduğunu savunuyor.

Fukuyama 2024 Eylül'de, "Amerikan seçimlerinin sonucu hem Amerikan kurumları hem de dünya için büyük sonuçlar doğuracak" dedi. 

Fukuyama yakın dönemde eleştirilerine devam etti.

Örneğin, 12 Şubat 2025 Carnegie Endowment'e konuk oldu. Özet şöyle:

İkinci döneminin sadece birkaç haftasında, bir dizi yürütme emri ve tartışmalı atamalarla, Başkan Donald Trump, Kongre ve mahkemeler pahasına başkanlık gücünü büyütmek amacıyla Amerikan siyasetinin ve toplumunun yapısını yeniden şekillendirmeye kararlı görünüyor. Küresel olarak yeni yönetim, Paris İklim Anlaşması'ndan ve Dünya Sağlık Örgütü'nden çekilerek, dış yardımı askıya alarak ve önemli ticaret ortaklarına gümrük vergileri uygulayarak müttefiklerini endişelendiriyor…


Fukuyama'yı ilgilendiren uluslararası kurumlar.

Trump'ı ilgilendiren ise bu gibi kurumların özellikle Çin, Hindistan veya Rusya gibi ülkeler tarafından çok rahat istismar edilerek kendi vatandaşının aleyhinde kullanılıyor olmasıydı.

Fukuyama'nın 1 Nisan 2025'te iai.news'te yayımlanan sözlerine bakalım: 

Açık olanı belirtmek gerekirse, orijinal makalem ve kitabımın çıktığı zamandan çok farklı bir dönemdeyiz. Demokrasi o noktada çok hızlı bir şekilde genişliyordu ve son 20 yıldır, diyebilirim ki, gerileme içindeydi; aslında, 2008'den beri. Bence bu gerileme hızlanıyor, özellikle Donald Trump'ın Amerika Birleşik Devletleri'nde göreve gelmesiyle.

Tüm beklenmedik şeyler yaşanırken, bu kadar gerileme yaşanabilmesi ve Amerikalıların Trump gibi bir demagoga oy verebilmeleri gerçekten tahmin edemeyeceğim bir şeydi. Tarihin sonu kavramı bana ait değildi. Bunu gerçekten dile getiren filozof Georg Hegel'di ve o zamanlar Karl Marx tarafından kullanılmıştı. İkisi de tarihin yönlü olduğuna, ilerleme olduğuna ve toplumların zaman içinde evrimleşip değiştiğine inanıyordu.

Tarihin sonu sorusu şuydu: Nasıl bir topluma doğru ilerliyorlardı?

Hegel'inki temelde Fransız Devrimi'nden çıkan liberal bir toplumdu ve Karl Marx'ın cevabı komünist bir ütopyaydı. 1989'daki görüşüm, Marksist tarih sonu versiyonunun gerçekleşmeyecek gibi göründüğüydü. Her şeyden önce, liberal bir devletle sonuçlanacaktık. Bunun için söylenecek çok şey olduğunu düşünüyorum, çünkü güncel olaylardan biraz uzaklaşmanız gerekiyor.

Hegelci bildirgeden bu yana dünyada çok şey oldu, ancak son birkaç yüz yıldır, Fransız ve Amerikan devrimlerinden bu yana, modern bir toplumun tanınma eşitliğine dayanması gerektiği temel fikri, neredeyse herkes tarafından kabul edildi. Sistematik olarak, bu ırkın veya bu belirli grubun diğerlerinden üstün olduğunu söyleyen çok az insan var.

Diğer temel ekonomiyle ilgili, liberal toplumların dünyadaki en zengin toplumlar olma eğiliminde olması. Liberal bir siyasi düzen olmayan Çin bile bugün ekonomik liberalizmin önemli kısımlarını benimsedi ve bunun bugün oldukları kadar zengin olmalarının nedeni ile çok ilgisi var.

Ve böylece ele almaya çalıştığım soru, piyasa ekonomisine bağlı liberal bir demokrasiden daha yüksek bir alternatif toplumsal örgütlenme biçiminin olup olmadığıdır. Ve bu noktaya kadar bunu görmedim.


Sanırım Fukuyama benim düşüncelerime tercüman olmaya niyetlenmiş!


Düşündürücü sonuç

Şimdi Avrupa derin derin düşünüyor!

Bu uluslararası sistemin kuruluşuna temel hazırlayan etkenleri meydana getiren ve bunun kendine özgü değerlerini tespit eden Avrupa kültürü, ülkeler, kapitalist düşüncenin mimarları, şimdi ne yapacaklarını düşünüyorlar.

İki küresel güç ve rakip ülke! Bir tarafta yine Avrupalılar tarafından kurulmasına önayak olan bir ABD var, diğer tarafta ABD'nin ve küresel kapitalistlerin bir araya gelerek geliştirdikleri bir Çin.

Her ikisinin arasında duran, jeopolitik gücü fazlasıyla etkili bir Rusya yer alıyor.

Henüz Hindistan'ı saymıyorum bile. Ama hem Hindistan hem de Çin tarihte uzunca süre sömürge olan coğrafyalardı, bunu da unutmamak gerekir.

Rusya ve Çin illiberal ve otokratik sistemler. 

Avrupa bunların ne olduklarıyla ilgilenmeden, kendi zenginliklerini arttırabilir mi?

Bu, tarihte pek çok örnekte görüldüğü gibi, ikiyüzlülük ve çıkarcılık şekli olmaz mı?

Ama bakın işte burada önemsenebilecek türden bir durum var, Başkanı Trump, esasen Avrupa'yı gerçekle yüzleştiriyor; "Eğer çıkarlar söz konusu ise ABD'nin çıkarları önce gelir, sizin değil!" diyor.

Demokratik değerler mi, dünya barışı mı, yoksa sermayenin daha da artmasının sürdürülmesi mı?

Hangisi? Hepsi birlikte olmadığında ne olur?

Anlaşmazlıklar, güç mücadelesinde yeni sertleşmeler, hatta sonunda savaş. 

Belki aranan da budur, bugün bir küresel demokrasi oluşturulamadıysa, Francis Fukuyama gibi isimler bunu tartışıyorsa, onlara bir ipucu verebilirim: Ancak bir büyük savaştan sonra aranan şey gerçek olabilir, o da belki!

Peki, bu istikrarsız ortamda, ben dahil bazılarının kaotik dediği şartlarda, başat güç olmayan ülkeler veya kültürler ne durumda olacaklar?

Onlar adına başkaları mı karar veriyor? Bu böyle mi sürecek?

Para ve kural benden, üretim ve tüketim senden, fikri devam mı edecek?

Bu yeni tür bir sömürme biçimi olmuyor mu?

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU