Napolyon, bir düşmanının ölümünü emrettikten sonra alaycı Dışişleri Bakanı Talleyrand, meşhur bir şekilde idamın "suçtan daha kötüsü, bir hata olduğu" yorumunu yapmıştı.
Acaba Hamas'ın terörist lideri ve 7 Ekim saldırılarının arkasındaki beyin olarak tanınan Yahya Sinvar, geçen hafta dehşet verici sonuyla yüzleşirken, saldırıyı başlatarak ne kadar korkunç ve acımasız bir taktiksel hata yaptığını düşündü mü?
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
İsrail'in bir numaralı düşmanının Refah'ta, bombalanmış bir binanın yıkıntıları arasında, tek başına, bir koltukta tozla kaplı haldeki son anları, İsrail Savunma Ordusu'nun (IDF) drone'uyla gelecek nesiller için görüntülenmişti.
Çatışma, Sinvar'ın halkı için insani bir kabus oldu ve ilk başta bunu tetiklemek son derece sorumsuz bir eylemdi.
7 Ekim saldırılarını stratejik açıdan daha keskin zekalı bir Hamas ve daha insancıl bir Sinvar gerçekleştirse ve çok farklı bir şekilde yönetseydi, Gazze halkının durumu nasıl olurdu hayal edin.
Hamas, İsrail'in güneyini koruyan son derece sofistike sınırı aşarak İsrail ordusunu utandırmışken yollarına çıkanları katletmek, tecavüz etmek ve sakat bırakmak zorunda değildi. O gün ele geçirilen rehineleri hemen serbest bırakmak, Hamas'a iki dramatik avantaj sağlardı. Terör kurbanı olduğu için dünyadan İsrail'e gelen sempati dalgasını engellerdi. Aksine Hamas, kendisini siyasi düşmanının masum sivillerini bağışlayan taraf olarak gösterebilirdi.
Bu, Binyamin Netanyahu'nun başbakanlığını da mahvederdi. Halihazırda yolsuzluk suçlamaları ve yargıçların seçilme yöntemini değiştirmekle ilgili tartışmalı planları sebebiyle büyük bir ulusal baskıyla karşı karşıya kalmış Netanyahu'nun "Bay Güvenlik" olma iddiası utanç verici bir şekilde ifşa edilirdi. Onun için daha da kötüsü, sivillerin rehine travması başlamadan derhal serbest bırakılması, krizi ele alışının meşruiyetinin büyük bir kısmını ortadan kaldırırdı.
Ancak Sinvar, kendi çıkarı için bile bu "cömertliği" hayal edememişti.
Sinvar'ın ailesi, İsrail ordusu yüzünden acı çekmiş ve bu, onun intikam arayışının fitilini ateşlemişti. Hiçbir şey, İsrailli doktorların orada hapisteyken Sinvar'ın beyin tümörünü alması bile bunu hafifletememişti. İntikam kanseri onu tüketiyordu ve 7 Ekim'den bu yana onbinlerce kişiyi daha öldürdü.
Elbette "ya olsaydı" demek yaşananlara dair hiçbir çözüm sunmuyor. Ancak Filistinlerin, İsrail'e ne kadar öfke duysalar da Sinvar'ın yaklaşımının kendilerine intihar derecesinde zarar verdiğini ve halihazırda içinde bulundukları enkazdan çıkmak için farklı bir yol izlemeleri gerektiğini kabul edip etmediği, artık asıl soru.
Evet, İsrail'in acımasız ve muazzam bir silah gücü kullanması, kendisine genel anlamda sıcak bakan birçok Batılı ülkeyi uzaklaştırdı. Ancak İsrailli sivillere rasgele saldırılar, hatta İsrail askerlerine yönelik gerilla darbeler bile gidişatı değiştirmeyecek.
Ne yazık ki Sinvar'ın ya hep ya hiç yaklaşımının trajik mirası, radikalleşmiş Filistinliler için daha fazla nihilizmle sonuçlanacak. Birçok İsrailli, Sinvar'ın drone kamerasıyla yakalanan son anlarını Hitler'in 1945'te Berlin'deki sığınakta yaşadığı sonla karşılaştırmıştı. O dönemde, Nazi direnişi Führer'in ölümünden birkaç gün sonra teslim olmuştu ve Almanlar, liderlerinin mantıksız saldırganlığının kendileri için felaketle sonuçlandığının gayet farkındaydı.
Filistinliler, daha doğrusu Hamas'ı destekleyen sesler, "şehit olan" Sinvar'ı halklarının kıyametine yol açmakla suçlamıyor. Sinvar'ın mevcut trajediyi meşrulaştırmak için kullandığı, 1948'den bu yana süren kızgınlığın acımasız teranesini sürdürüyorlar. İsrail'le Filistin'in arasındaki çatışmanın "7 Ekim'de başlamadığı" aforizmasını tekrarlıyorlar. Çatışma o gün de bitmedi.
Artık hayatta kalan mağdurların arasında, uzlaştırılamayacak yeni bir Sinvar nesli yetişiyor. Benzer bir süreç muhtemelen Lübnan'ın güneyinde Hizbullah'la da yaşanıyor.
Büyük değişim ise başka bir yerde yaşanabilir. İran'ın liderleri, geçmişteki temsilcileri Sinvar'la geçen ay İsrail'in Beyrut'taki bomba saldırısında ölen Hizbullah lideri Hasan Nasrallah'ın karanlık kaderlerine tanık olmuştu ve Tahran'ı ateş hattında bırakan terörist gruplara maliyetli desteklerine son vermeye karar verebilir.
İsrail ve Filistinliler arasında barış henüz mümkün olmayabilir ve iki devletli bir çözüm ihtimali her zamankinden daha uzak olabilir. Ancak Ortadoğu'daki gerilimin hafifleme ihtimali var, eğer ki Netanyahu, Hamas liderliğine vurucu darbelerini Tahran'a yönelerek sürdürmeye karar vermezse.
Sinvar, mutlak zafer adına her şeyi riske atan tek lider olmayabilir.
Mark Almond, Oxford Kriz Araştırma Enstitüsü'nün müdürü
independent.co.uk/voices
Independent Türkçe için çeviren: İdil Barım
© The Independent