Muhteşem muhalefet!

Hakan Gülseven Independent Türkçe için yazdı

Bugün sizinle asla ispat edemeyeceğim ama kuvvetle inandığım bazı iddiaları paylaşacağım. Muhalefet hakkında.

Hani adam demişti ya, "Hiçbir şey olmasa bile kesinlikle bir şeyler oldu", benimkisi de o hesap.

Hemen en başta sorayım:

Ana muhalefet partimiz CHP, Anayasa açıktan açığa ilga edilerek Can Atalay'ın milletvekilliğinin düşürülmesi üzerine bir miting ve "direniş süreci" planlıyordu, ne oldu o işe?


Malumunuz, Kuzey Irak'ta, "Pençe-Kilit Harekat Bölgesi"nde TSK'ya bağlı askerlerin şehit olduğu haberi geldi ve CHP aniden mitingi iptal etti.

Ana muhalefetimiz o günden beri Anayasa ilga edilmemiş gibi yapıyor.

Tekrar sorayım; ne oldu "direniş"e?

Bardak oldu!..
 


Bakınız, şuur sahibi bir kısım insan Türkiye'nin çok büyük bir felakete sürüklendiği uyarılarında bulunuyor.

Müsaadenizle bu kesime kendimi de dahil ediyorum çünkü çok uzun zamandır göz göre göre gelen feci sonu vurgulayıp duruyorum.

Ülkemizin içine sürüklendiği felaketin sorumluları, bir ülkenin kaderini asla belirlememesi gereken iki parti, AKP ve MHP, onların yancıları ve elbette başlarındaki şen ortaklar Tayyip Erdoğan ile Devlet Bahçeli'dir...

Ne yazık ki tarih bu ülkede, bu zamanda bizim karşımıza bu topluluğu ve "lider"lerini "kör talih" olarak çıkardı.

Hep anlatıyoruz: Ülkemiz fiziken ve sosyal bakımdan tam bir çöplüğe dönüştü, yağmalandı, hâlâ yağmalanıyor ve yerel seçimlerin ardından çok daha büyük bir felaket ve sefalet bizi bekliyor...

Peki böyle bir durumda muhalefetin ne yapmasını beklersiniz?

Birilerinin şuurlu tutum almasını, ülkenin geleceğini kurtarmak için öne çıkmalarını, geniş halk yığınlarını ortak bir paydada birleştirerek bir savunma hattı yaratmalarını bekleriz, değil mi?

Ne yazık ki, kafası yarıya kadar kesilmiş sallanan ve bahçede oradan oraya şuursuzca koşuşturan horoz misali bir muhalefetle muhatabız.

Muhalefet, esas olarak da yakın geçmişin "Millet İttifakı", geçen genel seçimler öncesi ve sonrasında olabileceği en basiretsiz halleriyle tam olarak böyle bir görünüm sergiliyor.

Açık söyleyeyim, şen ortaklar Tayyip ve Devlet Beyler'in herhangi özel bir çaba sarf etmesine lüzum kalmadı. Muhalefet kendi işini kendi bitirdi.

Şimdi gelelim asla ispatlayamayacağım iddialara...

Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde Ekrem İmamoğlu ile Meral Akşener İmamoğlu'nun adaylığı konusunda anlaşmıştı.

Hatta bir güzel hakimiyet alanlarını paylaşmaya bile giriştiler.

"Beşli Çete" diye anılan iktidar müteahhitleriyle belli bir normalleşme de anlaşmaya dahildi.

O hale nasıl gelindi?

İmamoğlu zaten Nagehan Alçı'yı falan otobüslere doluşturarak çalışmalara başlamış ama o iletişim kazası sonrası önlenemez yükselişine bir ara vermek zorunda kalmıştı.

Hakkında açılan davadan kazandığı mağduriyet bu kez Saraçhane'deki otobüsün üzerinde, Meral Abla'sının yanında gözlerine bir ışıltı olarak yansıdı.

Cumhurbaşkanı adaylığına ramak kalmıştı!..

Lakin dönemin CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, ülkeyi Tayyip ile Devlet Beyler'in ayrı bir versiyonu halinde yönetecek "Ekrem Bey ve Ablası" formülüne engel oldu.

Meral Hanım masaya hop oturdu, hop kalktı, hop bir daha oturdu...

Kemal Kılıçdaroğlu ve ekibi masanın dışında kurulan oyunu yemedi.

Gerisini biliyorsunuz, fazla uzatmak istemiyorum...

Gerek Meral Hanım'ın partisinden, gerek ittifak ortağı diğer sağ partilerden epey bir kesimin Kemal Bey'e oy vermediği kesin.

Bu da bir diğer iddiadır. İspat edemem ama oy vermediğini bizzat itiraf edenler oldu zaten.

Hatta Gelecek Partisi'nin CHP listesinden seçilen milletvekili Selim Temurci şimdi yerel seçimlerde de AKP'yi destekleyeceğini açıkça söylüyor. Omurga, ilke falan hep bunlarda...

İddiamı daha ileri götürüyorum, geçen seçimlerde CHP'den, mesela bana kalırsa İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin yüksek rakımlı mevkilerinden de Kemal Kılıçdaroğlu'na oy vermemiş isimler vardır.

Dediğim gibi, ispat edemem. Lakin seçimlerin hemen ardından yaşadıklarımız pek çok kişide benzer bir intiba doğuruyor...

Tabii seçimlere kifayetsiz ihtiraslarla girilmesi ve bunun yarattığı ruh hali seçim sonucunu etkileyecek sayıda sandığın tamamen denetimsiz kalmasına yol açtı.

Seçimler kaybedildikten hemen sonra da partiler birbirleriyle ve kendi içlerinde ancak sığ akıllı insanlardan beklenebilecek bir basiretsizlikle dalaşmaya ve yarılmaya başladı.

Evet, genel seçimlerle yerel seçimler arasında bir yıl bile süre yokken, muhalefet kendi kendine infilak etmeyi başardı.

Peki, sorumlu bir muhalefetten ne beklenirdi?

Dağılan safları birleştirmek, güçlendirmek, artık Anayasa'yı ilga etme cüretini gösteren hukuksuz iktidarı durdurmaya yönelik akılcı adımlar atarak daha fazla belediyeyi kazanmak ve en azından bir güç dengesi yaratmak...

Ne yazık ki bundan çok uzaktayız.

Ayrıca kendi adıma partilerden bu kadar kolayca istifa edilen başka bir dönem görmedim. Bir bardak su içmek gibi! Hop, oynamıyorum, istifa ettim!..

Yöneticisinden üyesine kadar herkes vazgeçilmez, o yüzden de memleket bu halde!..

Oysa gerçekliğimiz ne?

Bakın, iktidar açık açık AKP'ye oy vermemiş Hatay halkına deprem sonrası bilinçli olarak yardım ulaştırılmadığını söylüyor; depremlere önlem için hiçbir hazırlık yapmayan, aksine imar barışıyla toplu katliamın önünü açan şahsı İstanbul'un başına getirmeye hazırlanıyor; üzerine Erzincan İliç'teki facia patlak veriyor; TÜİK'in palavra enflasyon açıklamalarıyla belirlenen maaşlar başta emekliler olmak üzere tüm bir emekçi halkı acından süründürüyor; Anayasa ve anayasal kurumlar çiğneniyor...

Daha bir sürü rezalet...

Muhalefet ise bu rezaletler yumağının ortasında iktidarın kendisini sürüklediği kumda oynamayı kabulleniyor.

İki terör, üç şeriat gündemi tüm rezaletleri örtmeye yetiyor...

Ya, evet efendim, tüm saçmalıklar yetmiyormuş gibi bir de milletçe Avukat Feyza Hanım türünden arkadaşların "sök-tak"larıyla uğraşıyoruz!

Muhalefetin şaftı dağıtması ne yazık ki CHP'deki zamansız "değişim" hamlesiyle gerçekleşti.

Acayip "değişim" hamlesinin Hatay'da deprem suçlarının ortağı olan Lütfü Savaş'ı ve belediyeye doluşturduğu ailesini bile değiştiremediği gerçeğiyle yüz yüzeyiz.

Parayı verenin düdüğü çaldığı bir dönem...

Pek çok kritik belediye için İmamoğlu'nun "uyum içinde" çalışacağı adaylar belirlendi.

Sadece İstanbul'dan söz etmediğimi takdir edersiniz.

"Muhalif" diye adlandırılan medyaya bakıyorsunuz, çok acayip işler dönüyor.

Bir kısım gazeteci, medya yorumcusu, "siyaset bilimci", programları tribün misali kullanıp İmamoğlu amigoluğu yapıyor.

Geçenlerde muhalif kanalda rast geldiğim bir "siyaset bilimci"yi özel olarak örneklemek istiyorum. Konuşurken iki argüman öne sürdü.

Argümanlardan ilki; Kılıçdaroğlu ve destekçilerinin CHP adına olası bir yerel seçim yenilgisinin ardından yeniden bir kongreye giderek mevcut yönetimi alaşağı etmeye hazırlandığı yönündeydi.

Diyor ki, "Kılıçdaroğlu CHP'nin başarısını istemiyor. Buna benzer lafları sık sık eden başkaları da var."

"Siyaset bilimci"mizin ikinci argümanı ise daha acayip:

Hatay Büyükşehir Belediye Başkan adaylığı konusunda yaşanan Lütfü Savaş krizinin çözülememesi halinde bütün vebal Özgür Özel'in omuzlarında olacaktır.


Ne tarafa doğru çözülmesini istediği belli değil tabii.

Alın, çözdünüz işte Lütfü Savaş krizini!

Yani hem Kılıçdaroğlu, hem Özel hedefte.

Ne güzel!

Bütün başarılar İmamoğlu'nun, bütün başarısızlıklar diğerlerinin.

Bu türden bir "gazeteciler" ve "siyaset bilimciler" toplamı oluştu.

İktidar yandaşlarından pek bir farkları yok.

Finans kaynaklarını elinde tutan İmamoğlu, reklam bütçesi ve türlü "şahsi destek"lerle kendine böyle bir alan ve amigolar toplamı yarattı.

Hele o "siyaset bilimciler"!..

Lafa, "Ben bir siyaset bilimci olarak" diye başlıyorlar ve güncel siyasetin tüm sırrına vakıfmışçasına konuşuyorlar.

Nasılsa toplumda bellek falan yok, bugün bir şey atıyorlar, ertesi gün başka bir şeyi tutuyorlar.

Ha, bu arada, bir "siyaset bilimi ve kamu yönetimi" bölümü mezunu olarak kötü haberi vereyim:

Siyaset bilim falan değildir. Siyaseti bilimsel yöntemle ele alıp değerlendirebilirsiniz, o kadar.


Neyse, başa dönelim, tarihin bu çok özel anında, kör talihin başımıza yerleştirdiği şen ortaklar iktidarı kadar, berbat bir muhalefetle ve berbat bir amigolar topluluğuyla da muhatabız.

Felek sillesini böyle her taraftan indirirken halkın biraz sersemlemiş olması kadar doğal bir durum olamaz.

Yine de yüzümüze bir su serpip emekten yana alternatifleri yaratmak ve güçlendirmek için çabalamamız lazım.

Zira bize bu düzen muhalefetinden fayda yok...

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU