Türkiye'nin seçimi

Esedullah Oğuz Independent Türkçe için yazdı

Kolaj: Independent Türkçe

Son iki haftadır Avrupa'nın gündemindeki en önemli konulardan biri, Türkiye'de 14 Mayıs günü gerçekleştirilen cumhurbaşkanlığı seçimleriydi.

Seçim henüz sonuçlanmamış ve ikinci tura uzamışsa da yankıları halen sürüyor. 

Bunun bir nedeni, 20 yılı aşan iktidarının son döneminde Batı ile büyük sıkıntılar ve sorunlar yaşayan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın nihayet bu seçimle gideceği yönünde Avrupa'da oluşan kanaat ve beklenti idi.

Bir başka nedeni ise, Avrupa'nın başat güçlerinden biri olan Türkiye'nin yerleştiği hassas coğrafi konumu ve bölge gücü olarak sahip olduğu askeri ve siyasi gücü ve etki alanı. Bu yüzdendir ki, Türkiye'deki seçimler Avrupa'da büyük yankı bulmuştur.

14 Mayıs seçim sonuçları deyim yerindeyse Avrupa'da tam bir hayal kırıklığı yarattı.

Zira Batı medyasında estirilen hava, yıllardır Erdoğan diktatörlüğü altında inim inim inleyen Türklerin ondan kurtulmak için fırsat kolladığı ve ilk fırsatta da onu gönderecekleri yönündeydi.  
 

 

Ama uygulamada bunun tam tersi bir durum ortaya çıktı. Muhalefet yaklaşık 5 puan Erdoğan'ın gerisinde kalırken o, oyları bir önceki döneme göre azalsa da, zaferı kıl payı kaçırdı.

Avrupalıları en fazla şaşırtan olay ise, AB'de özellikle de Almanya'da yaşayan Türklerin büyük çoğunluğunun Erdoğan'a oy vermesiydi.

Birçok Alman, bu Türkler bizim aramızda yaşayıp demokrasinin tüm nimetlerinden yararlanırken neden bir diktatöre oy veriyorlar, diye soruyorlardı. Elbette buna mantıklı bir cevap bulamıyorlardı. 

Öyleyse, gelin bu sorulara biz cevap verelim.

Avrupalıların anlaması gereken şudur:

Öncelikle Türkiye'nin mevcut Cumhurbaşkanı Erdoğan her ne kadar demokrasi ve insan hakları gibi kavramlarla yıldızı pek barışık olmasa da bir diktatör değildir.

Ve onu 20 yılı aşkın bir süredir iktidarda tutan da halkın desteğidir. Bir başka neden ise, yaşanan tüm sorunlara rağmen bu süre zarfında muhalefetin halka güven telkin eden daha iyi bir alternatif sunamamış olmasıdır. 

Erdoğan'ın en büyük başarılarından biri, Türkiye'nin tabularını yıkmış olmasıdır. Bunlardan biri, önceki laik ve Atatürkçü yönetimlerin bir öcü ve tehlike olarak gördüğü başörtüsü yasağını kaldırmış olması, bir diğeri ise askeri vesayete son vermiş olmasıdır.

Eski dönemde generaller hükümetin üzerinde Demokles'in kılıcı gibi sallanıp dururken şu anda genel kurmay başkanının esamisi bile okumaz. 

Erdoğan'ın bir başka başarısı ise, eski yönetimlerden hiçbirinin hayal dahi edemediği dev projeleri hayata geçirmesidir.

Dosta düşmana parmak ısırtan dev havaalanları, köprüler, yollar, tüneller, metro ağları ve buna ilave olarak son yıllarda savunma sanayiinde gerçekleştirilen olağanüstü atılımlar.

Ayrıca dış politikada Dağlık Karabağ'dan Suriye ve Irak operasyonlarına, Libya'dan Akdeniz'e kadar birçok alanda Batı'ya karşı kazanılan zaferler, Ukrayna savaşında Batı ile Rusya arasında kurulan hassas denge. 

Tüm bunlar, yıllardır Batı tarafından itilip kakılan Türkiye'ye ve kompleks içindeki Türk insanına kaybettiği gururu yeniden kazandırmıştır.

60 yılı aşkın bir süredir Almanya'da Almanlardan daha düşük işlerde ve statüde çalışan ve daha az maaş alan milyonlarca Türk nihayet Almanlara bakıp "Bakın biz de yapabiliyoruz" deme fırsatı bulmuştur.
 

 

Almanyalı Türklerin yüzde 65'inin Erdoğan'a oy vermesinin gerisinde yatan neden, ilk defa Almanlar karşısında yaşadıkları bu zafer duygusudur. 

Erdoğan'ın yaptığı tahribata gelince; en büyük darbeyi Türk demokrasisine vurmuştur. Türkiye'de demokratik ve bireysel haklar büyük ölçüde kısıtlanırken ülke, uygar dünyadan hızla uzaklaşarak yarı diktatörlükle yönetilen Mısır, Pakistan, Katar, Kazakistan gibi ikinci sınıf ülkelerin ligine düşmüştür.

Ülkede gelir dağılımı öylesine bozulmuştur ki, gelirlerin büyük bir kısmı beşli çete denilen beş büyük firma eliyle iktidar ve yakın çevresinin elinde toplanırken halk yığınları yoksullaşmış, süt, peynir, et, meyve, sebze gibi en temel gıda maddeleri bile birçok insan için ulaşılması zor lüks tüketim ürünleri haline gelmiştir. 

Devlet kurumlarında iş liyakat yerine torpile ve insanların siyasi görüşüne göre dağıtıldığı için her yıl eğitimli yüz binlerce Türk genci ülkelerini terk ederek AB ve ABD'ye gitmektedir.

Çünkü bu insanlar için ülkede umut tükenmiştir ve tek çıkar yol, Batı'da yeni bir hayata başlamaktır. 

Tüm bu sorunlar karşısında başını CHP'nin çektiği muhalefet, halkın güvenebileceği doğru dürüst bir alternatif üretememiştir.

Erdoğan her seçimde olağanüstü projeler vadedip bunları kısa sürede gerçekleştirirken, CHP'nin en büyük seçim vaadi, 0-6 yaş arası çocuklara bedava süt dağıtmak ve halk ekmek büfelerinin sayısını arttırmak olmuştur. 

Kendisi bir çözüm üretemeyen CHP birçok seçimde çareyi sağ partilerle ittifak yapmakta bulmuştur.

Geçen yıllarda Ekmeleddin İhsanoğlu gibi son derece silik birinin CHP'nin adayı olarak ortaya sürülmesi, bu çaresizliğin bir sonucudur.

Şimdi de CHP, ideolojik olarak kendisiyle taban tabana zıt beş küçük sağcı parti ile ittifak yaparak seçimlerde zafere ulaşmayı ummaktadır.

Bu sakat anlayış, Erdoğan iktidarının günümüze kadar sürmesini sağlamıştır. 

CHP ve lideri Kılıçdaroğlu'nun en büyük avantajı, rüşvet ve yolsuzluğun ayyuka çıktığı günümüz Türkiye'sinde son derece temiz bir sicile sahip olmasıdır.

Onlarca büyük kentte belediyeler CHP'nin elinde olduğu halde hiçbirinin adı, yolsuzluk olayına karışmamıştır. Oysa AKP belediyelerinde rüşvet ve yolsuzluk vakayı adiyendendir. 

Tekrar vurgulamak gerekirse, CHP lideri Kılıçdaroğlu'nun tek sermayesi, dürüstlüğü ve temiz sicilidir. Erdoğan'ın en önemli sermayesi ise, olağanüstü vizyonu ve hızla iş bitirme kabiliyetidir.

Türkiye 28 Mayıs'ta yeni liderini seçmeye hazırlanırken ülkeye lazım olan, Kılıçdaroğlu gibi insan hakları ve demokrasiye yürekten bağlı, rüşvet ve yolsuzluklardan uzak, kul hakkı gözeten, devletin kaynaklarını kendisi ve ailesi için har vurup harman savurmayan, ama aynı zamanda Erdoğan gibi büyük ekonomik ve siyasi vizyona, iş bitirme kabiliyetine sahip yetenekli bir lider.

Yani iki adayın tüm olumlu özelliklerini barındıran üçüncü bir kişi. Öyle biri ortada olmadığına göre, iki adaydan birini seçeceğiz.

Ya insan hakları ve demokrasiye zerre kadar önem vermeyen, ülke kaynaklarını kendisine ve yakın çevresine peşkeş çeken, buna karşın büyük projeleri tasarlayıp hemen hayata geçiren birini seçeceğiz, ya da ömründe harama el sürmemiş, kimseye küfretmemiş, oldukça kibar, demokrasiye ve bireysel haklara son derece saygılı, buna karşın bırakın koskoca bir ülkeyi küçücük bir belediyeyi bile yönetmek için bir planı ve projesi olmayan birini. 

Kılıçdaroğlu'nu iktidara getirecek olan, halkın CHP'nin projelerine olan inancı ve desteği değil, Erdoğan'ın rüşvet, yolsuzluk, insan hakları ihlalleri, gelir dağılımındaki eşitsizlik ve ülkeyi mülteci kampına dönüştüren ekonomik, sosyal ve siyasi politikalarına karşı duyduğu tepki ve öfke olacaktır.

Seçimin sonucunu belirleyecek olan, bu tepki ve öfkenin büyüklüğü olacaktır. Tepki, 14 Mayıs'ta olduğu gibi yeterince büyük değilse, Erdoğan halktan aldığı uyarı ile -bu kez daha dikkatli bir şekilde- yoluna devam edebilir. Yoksa CHP ve yandaşları, halk için hala gerçek bir alternatif olmaktan uzaktır. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU