Galataport ve Peninsula Hotel rezaleti

Altan Tan Independent Türkçe için yazdı

İstanbul yalnızca bizim değil, tüm dünyanın göz bebeği.

"Dünya kültür mirası" diye bir kavram var.

Bunu belki de en iyi anlatan söz, Fransız İmparatoru Napolyon'a atfedilen şu cümledir:

Eğer dünya tek bir devlet olsaydı, başkenti İstanbul olurdu.

Ne kadar da doğru bir söz…

Dünyanın dört bir yanını gezebilirsiniz. Elbette çok güzel şehirler, eşsiz manzaralar var.

Hatta bazı yerler tablo gibi, hatta belki tablolardan bile daha etkileyici.

Ama İstanbul Boğazı gibi bir manzara, bir güzellik... Dünyanın hiçbir yerinde yok.

Böyle bir bütünlük başka hiçbir şehirde bulunmaz.

Peki biz ne yaptık?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın da kendi ifadeleriyle kabul ettiği gibi, "İstanbul'a ihanet ettik."

Dünyanın belki de en güzel şehrini planladığımızı sanarak aslında plansızlığa teslim ettik.

Keşke kötü bir planlama yapılsaydı diyebilirsiniz; o bile yoktu.

Herkes kafasına göre davrandı.

Sonuç ise ortada: 20 milyona yaklaşan nüfus, çarpık kentleşme ve büyük bir keşmekeş.

Ama bizde çok anlamlı, güzel bir söz vardır:

Cami yıkılsa da mihrap yerinde kalır.


Genellikle çok güzel kadınlar için söylenir; yıllar geçse de, yaşlansalar da o eski güzelliklerinden izler kalır, ilk bakışta fark edilir.

İstanbul da öyle bir şehir.

Ne kadar tahrip edilmiş olursa olsun, ne kadar yanlışlar yapılmış olursa olsun; bugün bile, bu haliyle bile tüm görkemiyle ayakta.
 


Bugün, İstanbul'daki son dönem uygulamalardan birkaçına değinmek istiyorum.

Malum, İstanbul uzun yıllardır tartışmaların merkezinde.

Trafik sorunu, nüfus yoğunluğu, plansız yapılaşma ve elimizde kalan güzelliklerin nasıl korunacağı gibi konular neredeyse her gün gündeme geliyor.

Bu tartışmaların odağındaki önemli projelerden biri de Galataport.

İstanbul'u bilenler bilir; Karaköy'de Galata Köprüsü'nün biraz ilerisinden başlayıp Tophane'ye, oradan Kabataş'a kadar uzanan sahil şeridi bir dönem rıhtım, gümrük ve liman binalarıyla kaplıydı.

Bu alanın nasıl değerlendirileceği yıllarca tartışıldı:

Yeni bir şey yapılmalı mıydı?

Yapılırsa bu İstanbul'un siluetini bozar mıydı?


Doğrusu, ben de başlarda Galataport projesine karşı çıkanlardandım.

Üstelik detaylarını görmeden, yalnızca endişelerle karşı çıkmıştım.

Keşke proje öncesinde kamuoyuna kapsamlı bir bilgilendirme yapılsaydı.

Neler yapılacağını, nasıl bir alan ortaya çıkacağını önceden görebilseydik; belki o zaman tepkim farklı olurdu.


Projeye yönelik temel itirazlarımızdan biri sahil şeridinin halka kapatılacağı yönündeydi.

O eşsiz Boğaz manzarasının küçük bir mutlu azınlığın kullanımına açılacağı, toplumun büyük kesiminin dışlanacağı endişesi büyüktü.

Neyse ki bu korkulan olmadı.

Aksine, ortaya çıkan sonuç pek çok kişiyi şaşırttı.

İstanbul'u iyi bilenler bilir: Galataport'un önünde, yayalara açık bir sahil yolu yapıldı.

Gerçekten de Boğaz'ın girişine karşı uzanan bu yürüyüş hattı, İstanbul'un en güzel manzaralarından birini halkla buluşturdu.


İkinci temel eleştirimiz, bölgedeki yoğunluğa yeni bir trafik yükü bineceği yönündeydi.

Bu sorun büyük otoparklarla kısmen çözülmeye çalışıldı ama endişe hâlâ geçerliliğini koruyor.


Bugün özellikle vurgulamak istediğim ise şu:

Bu başarılı projenin Karaköy girişinde, yani Galata Köprüsü'nün bitiminden sağa dönüldüğünde vapur iskelelerinin hemen yanındaki küçük meydanda bir sorun yaşanıyor.

Burası, Galataport'a yaya olarak en kolay ulaşılabilecek noktalardan biri.

Ancak bu alanın tam ortasına Peninsula adlı bir otel inşa edildi.

Otelin yapılmış olması bir yana, önündeki yol -yani yürüyüş hattı- adeta otelin özel alanı haline getirildi.

Bahçesi ve yüzme havuzu dahi bu alana yerleştirildi.

Bu durum, kamusal bir alanın özel bir işletmeye tahsis edilmesi anlamına geliyor.

Bu, asla kabul edilemez.


Peki bu nasıl oldu?

Bu proje AK Parti döneminde mi onaylandı?

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı mı onay makamıydı?

Boğaziçi Öngörünüm İmar Müdürlüğü mü tasdik etti?

Sonrasında CHP'li İBB yönetimi ve Ekrem İmamoğlu bu duruma göz yumdu.

Bir yanlıştan dönmek, bugünkü idarecilerin görevidir.

Birincisi de, cezaevine girene kadar 6 yıl İstanbul'u yöneten İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Ekrem İmamoğlu ve CHP'li kadroların vazifesidir.

Her gün, halkçılıktan, belediyecilikten, eşitlikten ve adaletten söz eden kadrolar, bununla ilgili tek bir adım dahi atmadı.

Eğer bir adım attılarsa ve benim haberim yoksa özür dilerim; bilgilendirsinler.

Şunu diyebilirler:

Gereken başvuruları yaptık, şu gerekçelerle reddedildi. Yargıdan ya da bakanlıktan döndü.


O zaman toplum olarak biz de tepkimizi doğru adrese yöneltiriz; hükümete, ilgili bakanlığa ya da mahkemelere...

Ama şu hâliyle, halkın ortak kullanım alanı özel bir işletmeye tahsis ediliyorsa, bu asla kabul edilemez.

Bu kadar güzelliğin ortasında bir yolun kapatılıp bir otele tahsis edilmesi -kim tarafından yapılmış olursa olsun-yanlıştır, yanlıştır, yanlıştır.

Üstelik geçmişte benzer pek çok yanlıştan dönüldüğünü de gördük.


İstanbul'u bilenler için bir örnek vereyim.

Ama şunu da unutmadan söyleyeyim:

Anadolu'da milyonlarca insan da bu şehre dair söylenenleri, tartışmaları doğrudan ya da dolaylı olarak takip ediyor.

Taksim'de, Almanya Konsolosluğu'nun hemen altında yer alan Park Otel, hem Osmanlı'nın son döneminde hem de cumhuriyet tarihinde önemli bir yere sahip bir yapıydı.

Yahya Kemal, 1942'den vefat ettiği 1958'e kadar bu otelde yaşamıştı.

Zaman içinde mülkiyeti el değiştirdi.

Son olarak Adanalı bir grup, Sürmeli Otelleri, oteli satın aldı ve büyük bir proje hazırladı.

Dönemin belediye başkanı Bedrettin Dalan, bu projeyi onayladı.

Ardından İstanbul'un tam ortasına, deyim yerindeyse bir hançer gibi dev bir yapı saplandı.

Şehrin kalbine çöken bu yapı; denizden, karadan, havadan bakıldığında İstanbul siluetine büyük bir zarar veriyor, görsel anlamda ciddi bir kirlilik yaratıyordu.

Ama ardından, belediyecilikte çok da parlak bir dönem geçirmemiş olan Nurettin Sözen, önemli bir karara imza attı:

Yapının 17 katı için yıkım kararı alındı.

Yani yapıldıktan sonra, mahkeme süreçlerinden geçerek, o 17 kat yıkıldı.

Buradan çıkarılacak çok net bir ders var:

Kim yaparsa yapsın, yanlış düzeltilmek zorundadır.

"Sorumlu ben değilim" demekle yetinilemez.

O yanlışın bedelini şehir ödüyorsa, görevi devralan yöneticiler gereğini yapmakla yükümlüdür.

Bu konuda partiler, kişiler, geçmiş yönetimler bahane olmamalı.

İster AK Parti, ister CHP, ister Kadir Topbaş, ister Ekrem İmamoğlu…

Önemli olan bugünkü yönetimin bu yanlışı düzeltmesidir.

Peninsula Hotel'in önünden geçen, şu an özel bahçe ve yüzme havuzuna dönüştürülen yürüyüş yolu derhal kamunun kullanımına açılmalıdır. O alana duvar çekilmesi, halkın güzergâhının kesilmesi, Boğaz'ın manzarasının "hançerlenmesi" asla kabul edilemez.

Bu sahil hattı, Karaköy Vapur İskelesi'nden Galataport'un sonuna kadar kesintisiz bir şekilde halka açık yürüyüş yolu olarak kullanılabilmelidir.

Ey yetkililer, lütfen bu durumu görmezden gelmeyin.

Bu bir davettir:

Halkın hakkına sahip çıkın.

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU