Sinema, önemli eğlence sektörlerinden bir tanesidir.
Onun için de eğitim düzeyi ne olursa olsun bu görsel sanat, herkesin ilgi alanına girmektedir.
Doğrusu benim de sinema ile olan ilişkim amatör bir izleyici olmak ile sınırlı.
Sinema sanatı kendisini izleyiciler üzerinden var ediyorsa, sinemanın velinimeti izleyici ise o zaman herkesten çok izleyicinin sinemayı eleştirme ya da değerlendirme hakkı var, demektir.
Ben de bu hakkı kullanarak bu yazıyı kaleme aldım.
Ancak burada ele aldığım konu bir analizden ziyade uzun zamandır sinema filmleri ile ilgili dikkatimi çeken bir hususu dile getirmektir.
Burada gerçekçi ya da popüler, ticari amaçlı film ayırımı yapılmamıştır.
Mesele şu:
Sinema filmlerinin birçoğunda (fantastik, korku, bilimkurgu filmleri değil, yaşamın gerçekliğini taklit eden filmler kastdiliyor) hayatın gerçekleri ile uyuşmayan, yapay, zorlama bazı sahnelerin bulunmasıdır.
Gerçi film senaryolarının kendisi zaten yapay bir kurgudan ibaret.
Burada yapaylıktan kastedilen ise filmin hikayesinin gerçek hayatta gerçekleşmesi mümkün olmayan bazı sahneleri içermesidir.
Oysaki yaşamın kendisinden beslenen bir filmin kurgusu sonuna kadar yaşamın sahiciliği içinde kaldığı ölçüde değerlidir.
Filmlerde bu o kadar belirgin bir şey ki sanki o yapay sahne olmadan kurgunun parçalarının bir bütünlük oluşturması mümkün olmayacak gibi.
Seyirci, filmin bir kurgu olduğunu bilmesine rağmen kurgunun sahici bir hikayeye dayanmasını ister.
Dolayısıyla, yapay-zorlama sahneler ister istemez filmin sahiciliğine halel getirmekte ve filmin değerini seyircinin gözünde düşürüyor.
Bu duyguyu çocukluk yıllarımızda Cüneyt Arkın'ın kökünden kopardığı ağacı sağa sola sallayıp değdiği herkeste kılıç etkisi yaratarak yüzlerce kişiyi öldürdüğü filmler bize yaşatmıştı.
O zaman çocuk saflığımızla filmin bu yönü ile yüzleşmek istemeyerek Cüneyt Arkın'ın kahramanlıklarına halel getirmek istememiştik.
Aksiyon filmlerinin hemen hemen tümünün ortak zorlama sahnelerinden bir tanesi, tek sopa darbesi ile kişilerin baygınlık geçirmesidir.
Oysaki -bu konuda doktor olmaya gerek yok- gerçek hayatta bir sopa darbesi ile bir insanın bayılması istisnadır.
Bir de genelde sopa darbesi ile bayılan kişi, gerçekle alakası olmayacak şekilde, filmin kahramanı herkesi etkisiz hale getirinceye kadar baygın bir şekilde yerde yatmaya devam eder!
Yaygın yapay sahnelerden bir tanesi de gök gürültüsünden hemen sonra bardaktan boşanırcasına yağmurun yağmasıdır.
Oysaki yağmurun filmlerde geçtiği hali ile gök gürültüsü ile beraber bu şekilde yağması gerçek hayatta görülebilen bir şey değildir.
Bu geçen sezon Mardin'de çekimleri yapılan ve çok seyredilen bir dizide 3-4 araba dolusu silahlı adam Suriye'nin Kamışlı şehrine gittiler, büyük bir sokak çatışması sonrası 4-5 kişiyi öldürüp Türkiye'ye geri döndüler.
Bu silahlı adamlar konvoy halinde sınırı nasıl geçti?
Gümrükte kontrol olmadı mı?
Orada o kadar kişiyi öldürüp elini kolunu sallayarak tekrar gümrük kapısından Türkiye tarafına nasıl dönebildiler?
Ancak burada üzerinde duracağımız filmler, çoğu gişe rekorları kıran filmler olacaktır.
Burada yazının sınırlılıkları çerçevesinde yerli ve yabancı birkaç filmden örnek vermek istiyorum.
Örneğin, çok da beğendiğimiz "Propaganda" filminde adam, gümrük muhafaza müdürünün inadına 10 dakikada pasaportu ile birkaç defa sınır kapısından giriş-çıkış yapıyor.
Dünyanın hangi gümrük kapsında o kadar kısa sürede iki ülke arasında gidip gelinebilir?
Yine gerçekten de güzel olan ve birkaç kez izlediğim "Bir Zamanlar Anadolu'da" filminde meşhur lamba sahnesinde muhtarın kızı, saçını başını birbirine dolayan rüzgarlı fırtınada elinde sepet ile eve doğru giderken sofada asılı halde lamba yanar.
Ancak nedense o fırtınada lamba sönmez!
Oysaki lambanın ateşi o kadar hassastır ki burun deliklerinden çıkan hava dahi o lambayı rahatlıkla söndürebilir.
Yine hepimizin çok beğendiği "Vizontele-1"de belediye başkanının Kıbrıs'ta şehit olan asker çocuğunun annesi, oğlunun yerine televizyonu gömer.
"Vizontele Tuuba"da artık yıllar geçmiştir, şehit düşen askerin annesi oğlunun yerine gömdüğü televizyonu kütüphane için toprağın altından çıkarır ancak yıllarca hiçbir koruma olmadan gömülü duran televizyonda -mağazadan yeni alınmış gibi- en ufak bir çürüme emaresi yoktur!
"Truva" filminde Hektor'un askerleri, kaleyi fethedecek adamların içinde saklandığı Truva Atı'nı kalenin içine taşırken her nedense hiçbiri bu koca atın içinde ne var ne yok diye merak etmiyor!
"Diriliş" filminde oyuncu Leonardo DiCaprio yerde karın eksik olmadığı kutup ikliminde, ağır yaralı şekilde günlerce yürür; birkaç defa nehirde ıslanır ama bırakınız hastalanmasını tek bir defa olsun burnu bile akmaz!
Yönetmenliğini Mel Gibson'nun yaptığı "Apocalypto" filminde kadının kocası öldürülmemek için derin bir kuyunun içinde saklanan karısını, doğmuş bebeğini ve 3-4 yaşındaki çocuğunu tek başına kuyudan nasıl çıkarabildi?
Filmde onları sadece kuyudan çıkmış hali ile görüyoruz.
Gladyatör-2'de Kolezyum'a su doldurulup bu suyun içinde küçük gemiler ve insanları parçalayan köpek balıkları yüzdürülüyor!
Bu sahne Cüneyt Arkın filmlerine rahmet okutacak kadar abartılı ve gerçek dışı!
Bu filmlere onlarcası eklenebilir.
Dikkat edilirse bu filmlerdeki gerçek dışı, zorlama diyebileceğimiz sahnelerin neredeyse tümü filmi çarpıcı hale getiren sahneler.
Ayrıca bu yapaylık popüler ya da ticari kaygı taşıyan filmlerde sanki daha fazla göze çarpıyor.
Her defasında bu yapay, zorlama sahne kurgunun parçalarının bir bütünlük oluşturması için adeta yönetmenin yardımına koşmakta.
Acaba bu yapaylık, filmi çarpıcı hale getirmeye çalışırken filmin parçalarının bir bütünlük oluşturması için bir zorunluluğu mu ifade ediyor?
Bir başka ifade ile bu yapay, sahici olmayan sahneler olmadan filmin bütünlüğü sağlanamıyor mu?
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish