“Her dönemde her şeye karşı çıkarak prim yapma” eğilimi aslında yeni değil; ancak günümüzde Türkiye’de özellikle popüler hâle geldi.
Bunun temel nedeni ise alternatif düşünce üretme kapasitesinin zayıflamış olması.
İktidarı gerilim siyasetiyle suçlayan bazı muhalifler ise, konu Kürt meselesi olduğunda benzer bir gerilim dili kullanmaktan çekinmiyor.
Peki, neden böyle oluyor?
Çünkü yıllardır bu şekilde olması istendi.
Şimdi çık bakalım işin içinden...
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Bazen sistemler, kendi kazdıkları kuyuya kendileri düşer.
Örneğin, Sovyetler Birliği sistemi rekabetten uzak bir yapı üzerine kuruluydu.
Oysa tam da bu özellik, zamanla sistemin çöküşünü hazırladı.
Yani çok güçlü görünen sistemler bile, gerekli reformları zamanında yapmazlarsa, dayandıkları ideoloji ve yaklaşımlar yüzünden en büyük zararı görebilirler.
Bu durum, ideolojilerin doğru ya da yanlış olmasından çok, zamanın ruhunu okuyamamakla ilgilidir.
Sağcısından solcusuna, Müslümanından ateistine kadar toplumda öyle bir korku ve nefret duygusu işlenmiş ki, neredeyse Devlet Bahçeli’yi bile “vatan haini” ilan edecekler.
Halbuki belki de ilk kez “devlet aklı”, ön alıcı bir politika izlemeye çalışıyor. Ancak yıllar içinde inşa edilen duvarları aşmakta zorlanıyor ve bu zorluk bir süre daha devam edecek gibi görünüyor.
Devletin, Abdullah Öcalan üzerinden başlattığı süreçler, Kürtlerin genel beklentileriyle örtüşmediği takdirde hem uygulamada hem de uzun vadede doğuracağı sonuçlar açısından sorunlu olabilir.
Tabii ki burada kastettiğim, silahsız Türkiye süreci değil.
Bu biran öne tamamlanması gereken ve Abdullah Öcalan’ın en azından 2013 mektubunun içeriğiyle de (hatta çok daha öncesindeki) söylemleriyle de bire bir örtüşen ve olmazsa olmaz niteliğinde bir süreç.
Ama Öcalan üzerinden Suriye’deki Kürtlerin durumunun şekillendirilmeye çalışılması tamamen farklı bir durum.
Çünkü Öcalan’ın bugüne kadar Suriye’deki Kürtler için sunduğu perspektif, içerik açısından Türkiye’ye yönelik öngörülerinden farklıydı.
Bu duruşunda bir değişiklik olması, onun inandırıcılığına zarar verebilir ve Türkiye’deki sürecç için negatif etki yaratabilir.
Genel itibarıyla Türkiye’nin Suriye konusunda, bu zamana kadar olan siyasetini devam ettirmek konusunda, bu gelişmeler de göz önüne alındığında, yeni bir yaklaşıma ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.
Bahçelinin 22 Ekim 2024 çıkışına benzer, kapsayıcı bir çıkış.
O bölgede yaşayan Kürt, Arap, Türkmen vb. halkları “kayıtsız şartsız”, Şam’daki yeni yönetime bağlamak isteyen bir duruştan daha farklı, sahadaki (İsrail hariç), bütün aktörlerin elini hafifletecek ve genel itibarıyla bölgenin, Suriye’nin kendine özgü sosyokültürel yapısına uygun bir sistemin önünü açacak bir duruş.
Aksi taktirde, baskıyla oluşturulacak yapının er ya da geç ciddi sorunlar yumağına dönüşmeyeceğinin garantisi yok.
Suriye’nin genelinde mutabakat sağlanmadan zorla oluşturulacak bir sistem Suriye’de o korkulan toprak bütünlüğü tehdidini sade oluşturulacak yapının ortadan kaldırmaz.
Başka bir deyişle, Suriye’de 15 yıldır devam eden iç çatışmaların ve kaos halinin daha yıllarca sürüp sürmeyeceği geçici hükümetin ülkenin tamamını oluşturan unsurlarla nasıl bir yeni Suriye oluşturacağına bağlı.
Suriye’deki durum ne Obama’lar, ne Trump’lar ne Biden’lar gördü, daha da kimleri görecek ne malum.
O yüzden aslolan şu anki ABD Başkanının ne düşündüğü değil, sahanın gerçekliklerinin neyi gerektirdiğidir.
Unutmayalım Suriye’de yeniden bir devlet inşa ediliyor.
Ve birbirlerine hiçbir şekilde güvenmeyen unsurlar üzerinde.
Bu klasik yaklaşımlarla aşılamayacak büyük bir engel.
Oysa görünen o ki, yeni hükümetin yaklaşımında eskisinden bir fark yok.
O zaman hangi yeni Suriye’den bahsediliyor?
Eskisi gibi, coğrafyasının etnokültürel ve sosyopolitik yapısını dikkate almayan eskisinden farkı sadece Selefilik olan bir iktidarın olduğu yeni Suriye’den mi?
Kimileri, "Suriye’nin bölünme ihtimali neden seni bu kadar rahatsız ediyor" diye sorabilir.
Çünkü durumun, nereye varacağı öngörülemeyecek, kanlı bir sürece, yeni bir iç savaşa dönüşmesini istemiyorum.
Bölgedeki duruma yaklaşımımın, Türkiye’nin şu an bölgeye dair öngörüsüne tamamen ters olduğunu biliyorum.
Ama unutmayalım 22 Ekim 2024’te ortaya çıkan yaklaşım da o tarihe kadar var olan yaklaşıma tamamen ters idi.
Tabii ki Türkiye bu zamana kadar olan duruşunda ısrar edebilir.
Öngördüğü şekilde uygulayabilir de.
Ama bu zorlamayla elde edilecek bir sonuç olacağından bölgeyi uzun vadeli rahatlatacak bir düzene hizmet etmez.
Oradaki kırılganlık ve dış müdahalelere elverişlilik hali devam eder.
Eğer gerçekten sadece Suriye’deki durumun uzun vadeli istikrara kavuşması değil, genel anlamda Kürt meselesinin de uzun vadeli bir çözümü öngörülüyorsa, eğer gerçekten “uzatmaları oynatmak değil de penaltılara kalmadan bu işlerin bitirilmesi isteniyorsa”, yukarıda belirttiğim hususlar önemli diye düşünüyorum.
Çünkü, gerçekten devlet ilk defa bu meselede bir “ön alma” siyaseti uygulamaya karar vermişse, ki öyle görünüyor, yaklaşım sadece Türkiye’deki durumla sınırlı kaldığında, yeterli olmayabilir.
Yok eğer böyle bir durum söz konusu değilse, eğer mesele sadece silahların bırakılması ise orasını bilemem.
O da çok önemli bir kazanç tabii ki.
Ama Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın koyduğu "Yeni Türkiye" hedefi için yeterli olmayabilir.
Gerilim üzerinden siyaset sadece içerde değil dış politikada da geçici olarak iktidarlara ya da muhalefete çıkar sağlıyor gibi görülebilir ama orta ve uzun vadede ülkeye zarar verir.
Bunu hâlâ anlamadık mı?
"Bölgedeki Kürtler kardeşlerimiz" diyoruz.
Bu çok güzel fakat;
'Bal' demekle ağız tatlanmaz.
Suriye Kürtleri, bunu fiiliyatta görmek isterler, diye düşünüyorum.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish