Venezuela krizi uzun süredir petrol ekseninde tartışılıyor.
Ülkenin devasa rezervleri, bu yaklaşımı doğal kılıyor.
Ancak Washington'ın Caracas'a yönelik politikalarının arkasında çok daha kapsamlı bir jeopolitik okuma bulunuyor.
Rusya, Çin ve İran'ın Latin Amerika'daki artan etkisi, ABD açısından yakın çevresinde oluşan yeni bir güç mimarisine işaret ediyor.
Venezuela, bu mimarinin en görünür düğüm noktası.
Bununla birlikte, krizi anlamak için dış aktörlere odaklanan bir çerçeve yetmez.
Ülkenin kendi ekonomik çöküşü, yönetimsel hataları, bölgesel ülkelerin tutumları ve kitlesel göç dalgasının yarattığı baskılar tabloyu tamamlayan unsurlar.
Bugün Venezuela dosyası enerjiden güvenliğe, iç siyasetten bölgesel rekabete uzanan geniş bir alanda okunmayı gerektiriyor.
Tarihsel arka plan: Monroe Doktrini'nin yeni yorumu
ABD'nin Latin Amerika'ya yönelik yaklaşımının kökleri Monroe Doktrini'ne dayanır.
Doktrin, 19'uncu yüzyılın güç dengeleri içinde Batı Yarımküre'ye dış müdahaleyi tehdit olarak tanımlamıştı.
Günümüzde aynı ilkenin farklı araçlarla geri döndüğü yönündeki yorumlar zaman zaman gündeme geliyor.
Bununla birlikte, Washington'ın bugünkü stratejisinin klasik doktrinin kopyası olduğunu söylemek zor.
Günümüz rekabeti askeri üslerden çok finansal angajman, enerji ortaklıkları, teknoloji ağları ve güvenlik iş birlikleri üzerinden ilerliyor.
Rusya'nın askeri ve güvenlik desteği, Çin'in finansal yatırımları, İran'ın teknik kapasite aktarımı bu yeni modelin örnekleri.
ABD açısından Latin Amerika'da ortaya çıkan bu çok katmanlı yapı, "yakın çevre" algısının yeniden önem kazanmasına yol açıyor.
Ekonomik çöküşün yarattığı zorunluluklar
Venezuela'nın bugün dış aktörlere yönelmesinin bir nedeni de içeride yaşanan ağır ekonomik çöküş.
Ülke uzun yıllar boyunca petrol gelirlerine aşırı bağımlı bir modelle yönetildi.
Ekonomide çeşitliliğin olmaması, devlet kurumlarında kökleşen yolsuzluk kültürü ve siyasi sadakate dayalı kaynak dağıtımı ekonomiyi kırılgan hale getirdi.
Petrol fiyatlarının düşmesi ise bu kırılganlığı derin bir krize dönüştürdü.
Hiperenflasyon, temel ürünlerde kıtlık ve kamu hizmetlerinin çökmesi milyonlarca Venezuelalının ülkeyi terk etmesine yol açtı.
Devletin gelir kaynakları daralırken Maduro yönetimi finansman bulmak için alternatif ortaklara yöneldi.
Rusya, Çin ve İran'la kurulan ilişkiler bu zorunluluğun bir parçası olarak şekillendi.
Maduro yönetiminin proaktif dış politikası
Venezuela çoğu analizde büyük güç rekabetinin pasif bir sahnesi gibi sunulur.
Oysa Maduro yönetimi iç siyasi meşruiyetini güçlendirmek amacıyla dış politikayı etkin biçimde kullanıyor.
Anti-emperyalist söylem iç politikada destek tabanını diri tutuyor.
Küresel Güney söylemi üzerinden yürütülen diplomatik angajmanlar ise Caracas'ın uluslararası alanda yalnızlaşmasını sınırlıyor.
Bu strateji aynı zamanda dış ortakların ülkedeki varlığını derinleştiriyor.
Moskova ile güvenlik iş birliği sürüyor; Pekin altyapı ve teknoloji projeleri aracılığıyla uzun vadeli ortaklıklar kuruyor; Tahran akaryakıt tedarikinden savunma teknolojisine uzanan hatlarda giderek daha görünür hale geliyor.
Bölge ülkelerinin çelişkili tutumları
Venezuela krizine ilişkin Latin Amerika ülkelerinin tutumları tek bir çizgide toplanmıyor.
Bölge ülkeleri kendi ulusal çıkarlarına ve siyasal gündemlerine göre farklı pozisyonlar aldı.
- Brezilya, yönetimlere bağlı olarak değişen politikalar izledi. Lula yönetimi daha diyalog odaklı bir tarz benimserken selefleri Maduro'ya karşı daha sert bir çizgi izlemişti.
- Kolombiya, sınır bölgelerinde yaşanan güvenlik ve göç baskısı nedeniyle uzun süre Caracas'la gerilim yaşadı. Son dönemde ilişkiler kontrollü biçimde normalleşiyor.
- Şili ve Peru gibi ülkelerde ise Venezuela göçmen akını iç politikada önemli bir tartışma konusu.
Bu tablo Latin Amerika'nın homojen bir "nüfuz alanı" şeklinde düşünülemeyeceğini gösteriyor.
ABD'nin bölgesel stratejisi zaman zaman bu çeşitliliği hesap etmek zorunda kalıyor.
Göç krizinin Washington üzerindeki baskısı
Venezuela'dan çıkan 6 milyonu aşkın göçmen bölgedeki en büyük insani krizlerden birini oluşturdu.
Bu göç dalgasının önemli kısmı ABD-Meksika sınırına yöneliyor.
Dolayısıyla Venezuela politikası ABD'de yalnız dış politika meselesi değil, doğrudan iç siyaset tartışması.
Sınırdaki baskı federal yönetimi zaman zaman daha pragmatik kararlar almaya itiyor.
Yaptırımların gevşetilmesi veya diplomatik temasların artırılması gibi adımlar bu iç baskının etkisini yansıtıyor.
Bu nedenle Washington'ın Venezuela politikasında göç faktörü stratejik bir kaldıraç işlevi görüyor.
Petrolün rolü: Zayıflayan mı, dönüşen mi?
ABD'nin petrol bağımlılığı kaya petrolü devrimiyle büyük ölçüde azaldı.
Bu gelişme Venezuela petrolünü Washington açısından eskisi kadar kritik hale getirmemiş görünüyor.
Ancak bu durum petrolün tamamen geri planda olduğu anlamına gelmiyor.
Küresel enerji piyasası çeşitli şoklara açık.
Ortadoğu'daki çatışmalar veya Rusya kaynaklı arz daralmaları dünya piyasasını etkiliyor.
Bu ortamda Venezuela'nın devasa rezervlerinin hangi aktörlerin erişimine açık olduğu Washington için önem taşımaya devam ediyor.
Rusya ve Çin'in Caracas'la uzun vadeli enerji anlaşmaları yapması ABD'nin enerji jeopolitiğinde dolaylı etkiler yaratabilir.
Bu nedenle petrol faktörü tamamen önemsizleşmiş bir unsur olmaktan uzak; daha çok uzun vadeli bir stratejik araç niteliği taşıyor.
ABD'nin baskı stratejisi: Amaçlar ve sınırlar
Washington'ın yaptırımlar, diplomatik izolasyon ve siyasi baskı araçlarını kullanmasının birkaç temel nedeni var:
- Rusya, Çin ve İran'ın Venezuela'daki etkinliğinin sınırlandırılması.
- Latin Amerika'da son yıllarda zayıflayan demokratik normların korunması.
- Bölgesel güç boşluklarının oluşmasını engelleme arzusu.
- Göç krizinin iç politik etkilerini yönetme ihtiyacı.
Bu araçların ne kadar başarılı olduğu tartışmalı.
Yaptırımlar Maduro yönetimini zayıflatsa da dış ortakların ülkeye nüfuzunu artırdığı yönünde değerlendirmeler de yapılıyor.
Washington'ın atacağı adımlar önümüzdeki dönemde bu dengenin nasıl evrileceğini belirleyecek.
Olası gelişmeler ve bölgesel gelecek
Venezuela krizinin geleceğine ilişkin 3 senaryo öne çıkıyor.
- Birincisi, Caracas'ın çok yönlü dış politikasını sürdürmesi ve Rusya-Çin–İran ilişkilerini koruması.
- İkincisi, göç baskısı ve bölgesel istikrarsızlığın etkisiyle ABD ile kontrollü normalleşmenin güçlenmesi.
- Üçüncüsü ise küresel rekabetin sertleşmesi halinde Venezuela'nın daha derin bir jeopolitik çatışma alanına dönüşmesi.
Her senaryoda bölgesel dengeler ve ABD'nin kendi iç siyasi hesapları belirleyici olacak.
Venezuela'nın iç dönüşüm kapasitesi ise belirsizliğini koruyor.
Sonuç
ABD-Venezuela gerilimi enerji başlıklarının ötesine uzanan yeni bir stratejik mücadeleyi yansıtıyor.
Ekonomik çöküşün yarattığı zorunluluklar, dış aktörlerin bölgedeki rekabeti, göç baskısı ve bölge ülkelerinin farklı tutumları bu denklemde belirleyici.
Petrol faktörü önemini koruyor fakat gerilimin asıl belirleyicisi Latin Amerika'nın yeni jeopolitik yöneliminde hangi aktörlerin etkili olacağı sorusu.
Venezuela bu sorunun en kritik test alanlarından biri olmaya devam ediyor.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish