Türkiye'de yargı kararlarının kamuoyunda birbirinin tam zıddı biçimlerde karşılık bulması, yalnızca kutuplaşmanın büyüklüğüyle açıklanamaz.
Asıl mesele, toplumun hakikati delillerle değil, siyasal kimliğiyle ilişkilendirerek anlamlandırmasıdır.
Bu durum yargıyı yalnızca bir çözüm mercii olmaktan çıkarıp, siyasetin hakikat üreten kurumsal koluna dönüştürmektedir.
Böylece hukuk, olguları açıklayan bir alan olmaktan çok, kimliklerin ürettiği gerçekliği kurumsallaştıran bir güce dönüşmektedir.
Türkiye'de iki örnek bu gerçeği berrak şekilde göstermektedir:
17-25 Aralık 2012 sürecinde savcılara tam güven duyanlar bugün aynı güveni reddetmekte, geçmişte reddedenler bugün savcıların hukuki meşruiyetine sarılmaktadır.
Aynı durum son yıllarda Ekrem İmamoğlu hakkında yürütülen yolsuzluk iddialarında da görülmektedir.
Dün "hukuk siyasallaşmış" diyenler bugün "hukuk görevini yapıyor" demekte, dün "hukuk görevini yapıyor" diyenler bugün "hukuk siyasallaşmış" söylemine sarılmaktadır.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Bu çarpıcı karşıtlık basit bir fikir değişimi değildir.
Toplumsal gerçekliği belirleyen ana unsurun olay değil, olayın kimin hakkında olduğu ile ilgili olduğunu gösterir.¹
Bu makale, Türkiye'de yargının hakikati neden üretemediğini açıklamak üzere üç düzeyli bir çözümleme sunar: kurumsal çöküş, epistemolojik çöküş ve siyasal-psikolojik çöküş.
1. Hukuki gerçeklik ile ontolojik gerçeklik arasındaki çatışma
Hukuk (yargı) hiçbir zaman mutlak hakikati temsil etmez; yalnızca kanıtlanabilir olanı temsil eder.²
Hukukun bu doğası gereği, mahkûmiyet kararı hakikatte suçluluğu, beraat kararı ise hakikatte masumiyeti kanıtlamaz.
Suçun gerçekten işlenip işlenmediğiyle, hukuki olarak ispatlanıp ispatlanamadığı arasında fark vardır.
Adli tarihte masum insanların mahkûm edilmesi veya suçlu insanların beraat etmesi bu nedenle mümkün³ olduğunu gösteren olaylarla doludur.
Bu ayrım hukukun kendi iç doğası gereği kabul edilmiş bir sınırlılıktır; ancak Türkiye'de kamuoyu bu ayrımı neredeyse tamamen yok saymaktadır.
Hukuki sonuç, toplumsal hafızada "kimliksel doğrulama aracı" hâline dönüşmüştür.
Yani beraat masumiyeti, mahkûmiyet suçluluğu değil; bizden mi, karşı taraftan mı olduğu dolayımı ile algılanmaktadır.
Bu nedenle hukuki karar Türkiye'de asla yalnızca hukuki değildir; toplumsal karşılığı, siyasal aidiyete göre şekillenmektedir.
Bu, yargının sağlıklı işlemesinden bağımsız toplumsal anlamda bir epistemolojik çöküştür.
2. Kurumsal çöküş: Yargının siyasete bağımlılığı
2.1. Atama-terfi sisteminin yargıyı esir alması
Yargı bağımsızlığı sadece teorik bir ilke hâline gelmiş; pratikte atama ve terfi süreçleri üzerinden siyasete bağımlı bir kurumsal yapı oluşmuştur.⁴
Türkiye'de hâkimler ve savcılar, meslek geleceğini kaybetme riskiyle karşı karşıyadır.
Bu nedenle risk-güvence ilişkisi şöyle tersine dönmektedir:
Hukuka sadakat risklidir; siyasete sadakat güvenlidir.
Dolayısıyla Türkiye'de yargı bağımsızlığı, "tarafsız karar alma ilkesi" ile değil, "mesleki risk yönetimi" çerçevesinde karar üretir hâle gelmiştir.
2.2. Emniyet-savcılık hattının siyasi konjonktüre bağımlılığı
Bir soruşturmanın açılması, genişletilmesi, daraltılması veya kapatılması çoğu zaman hukuki zaruretle değil, siyasi ihtiyaçlarla belirlenmektedir.
Savcılık makamı soruşturma açma yetkisine sahip olsa da, buna yön veren çoğu zaman siyasi konjonktürdür.
Savcılık kararlarının hukuki gerekçeleri bulunur; ancak bu gerekçeler çoğu zaman siyasetin belirlediği hedefleri hukuki dile dönüştürür.
2.3. Vesayet modelleri değişir; hukukun araçsallaşması değişmez
Türkiye'de askerî vesayetin sona ermiş olması, hukukun siyasallaşmasının sona erdiği anlamına gelmez.⁵
Vesayetin aktörü değişmiş; fakat vesayet zihniyetinin hukuk üzerindeki hâkimiyeti devam etmiştir.
Bu nedenle Türkiye'de sorun "kim iktidarda?" sorusundan çok "iktidar hukuku nasıl kullanıyor?" sorusudur.
3. Siyasal manipülasyon tekniği: Kollektif süreci kişisel suç gibi sunmak
Türkiye'de siyaseten yönlendirilen yargılamaların en belirgin özelliği, kolektif kamu kararlarının bireysel yolsuzluk gibi çerçevelenmesidir.
Bu teknik, birkaç alan üzerinden kolayca uygulanabilir.
Örneğin, örtülü ödenek ve imar düzenlemeleri bu araçsallaştırma için ideal zeminlerdir.
3.1. Örtülü ödenek üzerinden suç üretimi
Örtülü ödenek, devlet güvenliği nedeniyle bilinçli olarak denetime kapalı tutulmuş bütçe harcamasıdır.⁶
Devletin istihbarat, dış politika ve kritik operasyon faaliyetleri açık şekilde şeffaf olamaz.
Bu nedenle örtülü ödeneği kullanan kişinin veya yakınlarının para trafiğini takip ederek suç üretmek, hukuki değil; siyaseten imal edilmiş bir suç kurgusu oluşturur.
Bu bütçe zaten şeffaflık kriteriyle yargılanamaz; çünkü hukuk onun şeffaf olmamasını güvenlik gerekçesiyle yasalaştırmıştır.
3.2. İmar düzenlemelerini kişisel yolsuzluk olarak sunmak
İmar kararları bireysel iradeyle değil, belediye meclisi ve teknik bürokrasi tarafından alınan kolektif rıza süreçleriyle belirlenir.
Bir imar kararının geçmesi için şehir plancıları, teknik komisyonlar, hukukçular ve çoğu zaman bakanlık onayı gerekir.⁷
Dolayısıyla imar kararı "bir kişinin örgütsel suç amacıyla yaptığı eylem" gibi sunulamaz; bu, hukuki kategori hatasıdır.
3.3. Siyasal hedef: Karmaşık gerçekliği basitleştirmek
Kollektif süreçlerin bireyselleştirilmesi üç amaca hizmet eder:
- Kamuoyunun anlaması kolay olsun diye, karmaşık karar basit bir kişisel suç hikâyesine indirgenir.
- Kurumsal sorumluluk gizlenir, günah keçisi üretilir.
- Hukuk, gerçeği değil, siyasetin lehine olan hikâyeyi kurumsallaştırır.
Bu manipülasyon, Foucault'nun "hakikat rejimi" kavramının canlı bir örneğidir:
Hakikat, gücün istediği şekilde üretilir.⁸
Güç bunu doğrudan talep etmese de.
4. Epistemolojik çöküş: Soruşturma hakikati değil, hikâyeyi araştırır
Türkiye'de soruşturmalar çoğu zaman şu sırayla yürür:
- Önce siyasal anlatı belirlenir.
- Sonra delil, bu anlatıyı doğrulamak için seçilir.
- İddianame, anlatıyı hukuki dile çevirir.
- Mahkeme, anlatıyı kurumsal gerçeklik haline getirir.
Bu süreç, hukukun hakikati değil, gücün belirlediği veya güce göre belirlenen kurgusal hakikati ürettiğini gösterir.
5. Siyasal-psikolojik çöküş: Toplum hakikati değil, kimliği savunuyor
5.1. Kimlik koruma bilişi
Kahan'a göre bireyler bilgiye değil, kimliğe sadakat gösterir.
İnsanlar, kimliklerini tehdit eden bir bilgiyi kabul etmek yerine, o bilgiyi yeniden yorumlayarak kimliklerini korurlar.⁹
Bu nedenle yargı sonuçlarını, objektif delillerle değil, kimliksel aidiyetlerle değerlendirirler.
5.2. Bilişsel çelişki
Festinger, bireyin kendi inancıyla çelişen bilgiye uyum sağlamak için bilgiyi değil, inancını koruduğunu söyler.¹⁰
Bu nedenle bir kişi dün savunduğunun tam tersini bugün savunduğunda bile bunu fark etmez; çünkü amaç hakikate ulaşmak değil, kimliği sürdürmektir.
5.3. Kesin inançlılık ve günah keçisi
Hoffer'a göre kesin inançlı bireyler hakikate değil, düşmana ihtiyaç duyar.¹¹
Girard, toplumların kriz dönemlerinde günah keçisi üreterek gerilimi boşalttığını belirtir.¹²
Türkiye'de kimi zaman Erdoğan, kimi zaman İmamoğlu bu mekanizmaya uygun hedef haline gelmiştir.
Kişi değişmiş, mekanizma aynı kalmıştır.
6. Sonuç: Hukuk hakikati üretmek için değil, siyasetin hakikatini kurumsallaştırmak için işliyor
Türkiye'de hukuki kararlar, gerçeğin araştırılmasıyla değil, siyasal gerçekliğin kurumsallık kazanmasıyla ilgilidir.
Bu nedenle:
Hukuken mahkûmiyet suçluluğu, hukuken beraat masumiyeti kanıtlamaz.
Hakikat, hukukta değil; kimlik ve güç birlikteliğinde üretilmektedir.
Türkiye'nin ihtiyacı sadece kurumsal reform ibaret değil, köklü bir epistemolojik reformdur.
Yargı, siyasetin hakikatini değil, toplumun hakikatini esas alacak şekilde yeniden kurgulanmalıdır.
Dipnotlar:
1. Mutlu, E. C. (2020). Kutuplaşma ve Siyasal Kimlik. İstanbul: İletişim Yayınları.
Ayrıca psikolojik altyapı için:
Kahneman, D. (2018). Hızlı ve Yavaş Düşünme (Çev. O. Gündüz). İstanbul: Varlık Yayınları. (Orijinal İngilizce; Türkçe baskı kullanılmıştır.)
2. Özbudun, E. (2016). Türk Anayasa Hukuku. Ankara: Yetkin Yayınları.
Ayrıca felsefi arka plan için:
Dural, M. & Öğüz, T. (2012). Hukuk Felsefesi. İstanbul: Filiz Kitabevi.
3. Türkiye Barolar Birliği (2021). Ceza Yargılamasında Adli Hatalar ve Masumiyet Sorunu. Ankara: TBB Yayınları.
4. Yılmaz, G. (2019). Türkiye'de Yargı Bağımsızlığı ve Siyasallaşma. Ankara: Yetkin Yayınları.
5. Ahmad, F. (2021). Modern Türkiye'nin Oluşumu (Çev. Y. Koç). İstanbul: Kaynak Yayınları.
6. T.C. Kamu Maliyesi Mevzuatı;
1050 sayılı Muhasebe-i Umumiye Kanunu (1927)
5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu (2003).
Ayrıca değerlendirme:
Erdoğan, M. (2013). "Örtülü Ödenek ve Kamu Harcamaları Şeffaflığı." Maliye Dergisi, 165(2), 45–67.
7. Keleş, R. (2016). Kentleşme Politikası. Ankara: İmge Kitabevi.
Ayrıca mevzuat:
3194 sayılı İmar Kanunu (1985) ve Belediye Meclisi İmar Komisyonu Yönetmeliği.
8. Akbulut, A. (2018). Hukuk Sosyolojisi. İstanbul: Der Yayınları.
(Eserde Foucault'nun "hakikat rejimi" yaklaşımı Türkçe değerlendirilmiştir.)
9. Sunar, D. (2014). Sosyal Psikolojiye Giriş. İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınları.
10. Festinger, L. (2019). Bilişsel Çelişki Kuramı (Çev. S. Gazioğlu). Ankara: Nobel Yayıncılık.
11. Hoffer, E. (2018). Kesin İnançlılar: Kitle Hareketlerinin Doğası Üzerine Düşünceler (Çev. M. Ceylan). İstanbul: Dilara Yayınları.
12. Girard, R. (2017). Günah Keçisi (Çev. S. E. Kılıç). İstanbul: Metis Yayınları.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish