Esad rejiminin düşmesinden kısa bir süre sonra Suriye'yi ziyaret etmek nasip oldu.
Savaştan hemen önce ise, yaklaşık 2 ay Şam-ı Şerif’te kalmış, çevre şehirleri gezmiş, adeta tarihin sayfalarına geçmiş olayların izini sürmek istemiştim.
Emevi Camii’nde 4 müezzinin aynı anda okuduğu o muhteşem ezanla ruhum beslenirken, Sultan Vahdettin’in kabrinde hüzünlere gark olmuştum.
Peygamber Efendimizin vefatına dayanamayarak buralara hicret eden Hz. Bilal-i Habeşî’nin gurbet diyarındaki kabri başında yüreğim yanmış, gözyaşlarımı tutamamıştım.
Henüz 12 yaşındayken amcasıyla birlikte Busra’ya gelen Peygamberimizin ayak izlerini, Rahip Bahira’nın konağının eşiğinde ararken tarif edilmesi güç duygular yaşamıştım.
Hz. Zeynep’in kardeşi Hz. Hüseyin’in kesik başıyla, -ilenç içinde- getirildiği bu topraklarda, bedeni başında yürek sızısıyla ağladım, defalarca ağladım.
Kasyun'dan Şam-ı Şerif'in ışıltısını izlemek, Halep kalesinden şehrin nizamına hayranlıkla bakmak, Arami dilinin konuşulduğu tek köy olan "Malule"den hikâyeler dinlemek; bu ziyaretin bendeki hatıralarından sadece birkaç ayrıntıdır.
Dönerken gönlümü bıraktığım bu kadim coğrafyaya savaş esnasında da pek çok kez gidip gelmek durumunda kaldım.
Her seferinde hemen komşumuz olan sınırın ötesine geçivererek, Azez, Afrin, İdlib gibi rejimin olmadığı noktalardaki çadır kentlere yönelik yardım faaliyetlerine katıldım.
Çadırlarda tükenen hayatlara şahit olurken, tek bir insana dokunabilmek için kışın keskin soğuğunu, yazın kavurucu sıcağını iliklerime kadar hissettim.
Nihayet hiç bitmeyecek gibi derinleşen savaş -pek çok denklemiyle beraber- tekrar Suriye yollarına düştük.
Bu kez daha öteye, kalbim çarparak yıllar önce geçtiğim yerlerden Ürdün sınırına kadar uzandık.
Azez, Şam, Halep, Hama, Humus, Şam, Şam Kırsalı, Dera, Sednaya şehri ve hapishanesi ve Ürdün sınırına yakın olan Suveyda şehrine kadar dolaştık.
Azez'den itibaren uğradığımız her şehir, bizi savaşın ağır yıkımıyla karşıladı.
Adeta taş üstünde taş kalmamıştı.
Halep'in bir yanı yerle bir olmuş ölüm kokuyorken, diğer yarısı savaşın hiçbir izini taşımayacak kadar hayat doluydu.
Hama, Humus harap olmuş, tek bir bina ayakta kalmamıştı.
Keza, Dera olayların başlatılma bedelini ağır ödemiş bir intikam sahasına dönmüştü.
Şam-ı Şerif tüm ışıltısını kaybetmiş, gri bir renge bürünmüştü.
Tıpkı Halep gibi, bir yanı yerle bir edilmişken diğer yanında devam eden yaşam, ağır bir travmaların izlerini taşımaktaydı.
Ayrıca, Hristiyanların yaşadığı Sednaya kasabası bağrında tek bir kurşun izi barındırmayan, her şeyin normal seyrinde aktığı bir yaşam hareketliliğindeydi.
Masum ve sevimli yüzü biraz ötede bulunan ve kendi adını taşıyan Sednaya Hapishanesi'nde dehşete dönüşüyor acı, karanlık havasını yüzümüze savuruyordu.
Bin bir işkenceye maruz kalmış mahkumların hayatta kalanları kapıların açılmasıyla beraber öylece bırakıp kaçtıkları hücrelerde, yaşadıkları korkunç acıların derin izlerini bırakmıştı.
Akıllara zarar bir zulüm karanlığının yuttuğu yüzbinler ise hiç ışığı göremeden kaybolup gitmişti.
Ve evet, Suriye’nin 14 vilayetinden biri olan, Ürdün sınırına yakın, Dürzilerin yaşadığı Suveyda’ya da uğramadan geçmek olmazdı.
Bir baştan öbür başa dolaştığımız Suveyda sokaklarında tek bir kurşun izine bile rastlamadık.
Bunca yıkıntının, her şehri neredeyse harabeye çevrilmiş bir ülkede bu birkaç şehrin kendi konforunu devam ettiriyor olması bizi şaşkına çevirdi.
Baas rejiminin ve Suriye savaşının diğer faillerinin mezhepsel ve dini farklılıkları nasıl ayrıştırıldığına, Sünni Müslümanların yaşadığı yerleri acımasızca yok ettiğine böylelikle şahit oluyoruz.
Sayın Büyükelçimizin verdiği bilgiler ışığında; savaşın sona ermesi Esad rejiminin çökmesi neticesinde kurulan yeni yönetimin işi çok ama çok zor olduğunu çok daha net anlıyoruz...
Zira, harap olmuş bir ülkeyi yeniden ayağa kaldırmak, kayıpları bulmak, ekonomiyi toparlamak, tamamen çökmüş olan alt yapıyı yenilemek gibi, pek çok sorunla beraber yol alınması gerekiyor.
Yine, dönemin Kadın Çalışma Ofisi Başkanı Ayşe el-Dips'in ifadesiyle; kaybolan ailelerin birebirlerini bulabilmesi, hapishaneden çıkan kadınların hayata tutunması, hücrelerde tecavüz çocuğu olarak doğup "soysuz" olarak isimlendirilen çocukların devlet korumasına alınması gibi, daha pek çok ağır problem yeniden ayağa kalkmaya çabalayan ülkenin bambaşka sorunlarını içeriyor.
Bütün bunlara rağmen tüm dengeleri gözeten, farklı etnik kimlikleri, mezhepsel ve dini farklıkları yönetime dahil etmeye çalışan Ahmed eş-Şara hükûmeti, İsrail ve benzeri güçlerin hedefinde yer alıyor.
Nitekim Şara'nın tüm ılımlı yaklaşımları, halkın her kesimini kucaklayan tavrına rağmen, Suveyda'da Dürzileri ayaklandıran, kışkırtan da İsrail ve benzeri güçlerin ta kendileridir.
Özellikle İsrail, kendi varlığı için tehlike olarak gördüğü Suriye'nin bir bütün olarak istikrarı sağlamasına tahammül edemeyeceğinden, Suveyda'da yaşayan Dürzileri kullanmak üzere, bir şekilde bu kargaşayı çıkarmayı basarmış oldu.
Sayın Dara'ya alenen düzenlenen suikastlara hiç girmeyeceğim.
Elbette ki, Dürziler ve Bedeviler arasında çıkarılan olaylar bu ayrıştırmaya, kışkırtmaya ve Suriye'nin geleceğinin yeniden dizayn edilebilmesine karşı önemli bir kırılmayı içeriyor.
Ya da başka bir deyimle bu, Suriye'nin geleceğine yönelik bir operasyondur.
Ancak İsrail'in oyununa gelmeyen, mevcut yönetimi destekleyen Dürzilerin de çoğunlukta olduğunu ifade etmek gerekir.
Netice itibarıyla, Suriye'nin ağır bir savaşın ardından ülkesini imar etme çabalarının karşısında mezhepsel ve etnik farklılıkları kışkırtacak argümanlar üreten İsrail'in oyununu bozabilmek için Türkiye'nin desteği önem arz ediyor.
Bu, sadece Suriye'nin istikrarı için değil, aynı zamanda bölgenin geçiş güzergâhı olması sebebiyle Türkiye'nin güvenliği açısından da büyük önem taşıyor.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish