Dürzilerin tarih sahnesine çıkışı? İnançları neler?
Dürziler; doğuş ve gelişim süreci
İsrail Dürzi politikası ile neyi hedefliyor?
Osmanlıdan günümüze Türk yönetimlerinde Dürziler?
Dürziler, Suriye'nin güneyinde başlayan çatışmalarla bir kez daha manşetlere taşındı.
Şam yönetimi, istikrarın sağlanması için bölgeye çok sayıda güvenlik gücü sevk etmek zorunda kalmasının ardından İsrail Başbakanı Netanyahu’nun "Şam'ın güneyine güç konuşlandırılmasına ya da Dürzi topluluğa yönelik herhangi bir tehdide izin vermeyeceğiz" açıklamaları geldi.
Yeni Suriye yönetimi bir yandan ülkenin toprak bütünlüğünü sağlamaya ve ülkeyi yeniden uluslararası toplumun parçası hâline getirmeye çalışırken diğer yandan farklı silahlı grupları yeni Suriye ordusu çatısı altında toplamaya çalışıyor.
Suriye yönetiminin bu çabalarının herkesi mutlu etmediği aşikâr.
Özellikle Esed döneminde Suriye’de istediği gibi hareket eden İran ve her zaman güçsüz ve parçalı bir Suriye’yi tercih eden İsrail’in bu durumdan rahatsız olduğunu söylemek gerek.
Aslında son günler de İsrail’in bir meşruiyet kalkanı olarak kullandığı "Dürzileri korumak" adı altında Suriye’ye yönelik hava operasyonlarının temelinde istikrarsız ve güçsüz bir Suriye hedefi var.
Kim bu Dürziler? İnançları neler?
Dürziliğin inanç temelleri eski Mısır, Mecûsilik, Yeni Eflatunculuk, Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam inançlarına, daha özelde İsmailî inançlara dayanır.
Fatımîlerin başkenti Kahire, Dürzî fikirlerin temellerinin atıldığı ve inançlarının sistemleştirildiği bir merkez konumundadır.
Dürzilik, burada beklediği ilgiyi göremeyince Bilad-ı Şam olarak adlandırılan bölgeye doğru yayılmaya başlamıştır.
Şii eğilimli bir inanış olmakla birlikte gizliliğe ve takiyye’ye büyük önem vermektedir.
Dürziliğin bu karakterinden ötürü bu inanç hakkında net bilgiler edinmek gerçekten zordur.
Fâtımîler’in altıncı halifesi el-Hâkim Biemrillah döneminde (995-1021) tarih sahnesine çıkmış ezoterik bir fırka olan Dürzilik 408/1017 tarihinde, Muhammed b. İsmail ed-Derezî tarafından VI. Fatımî halifesi el-Hâkim bi-Emrillâh’ın ulûhiyetinin açıkça ilân edilmesiyle tarih sahnesine çıkmıştır.
Fırkanın inanç boyutu Hamza b. Ali tarafından belirlenmekle birlikte, bu inançları insanlara açıklayarak davette bulunan ilk şahıs olan Neştekin ed-Derezî’nin ismine nispetle Dürzîlik olarak tanınmıştır.
İsmaililik içerisinden neşet eden Dürziliğin itikadi görüşlerinin pek çoğu, bazı farklılıklar bulunmakla birlikte İsmailiyye fırkasının inançlarıyla benzerlik göstermektedir.
Dürziler, Hâkim bi-Emrillah’tan sonra diğer dinlerin hükümlerinin kalktığına inanır, Müslümanları, Hıristiyanları ve Yahudileri aşağılar.
Hıristiyanlıktaki monofizit inanca yakın bir şekilde Hâkim bi-Emrillah’ın hem ilahî hem de insanî yönü bulunmaktadır.
Dürzi inancına göre Hâkim bi-Emrillah noksan sıfatlardan münezzeh kemal sıfatlarla muttasıf bir varlıktır.
Hâkim bi-Emrillah’ın ilahlığını kabul etmek farzdır, namaz, zekât ve orucun Dürzilikte yeri yoktur.
Bunlara rağmen Kuran-ı Kerim’i de okumaktan geri kalmayan Dürziler, sıklıkla, kendilerine göre Kuran’ın batınî tefsirini yaparlar, yıldız ve kum falına, tılsıma büyük önem verirler.
Dürzi inancına göre, Nusayri inancına benzer bir şekilde, ölülerin vefat anında ruhları, yeni doğmuş çocuklara geçmektedir.
Dürzi inanışına göre Hâkim bi-Emrillah’tan sonra din değiştirme imkânı kalmamıştır. Dolayısıyla da reenkarnasyon inancı çerçevesinde Dürzîlerin ruhu başka Dürzîlere, Müslümanların ruhu başka Müslümanlara geçer.
Dürzîlerden herhangi birinin başka bir dine geçmesi ise bu şahsın annesinin zina etmiş olmasıyla yorumlanır.
Günümüzde Dürzîler
XVI. yüzyıldan itibaren bazı Dürzîler‚ Lübnan ve Kuzey Suriye’ye, oradan da özellikle Havran Dağı’na göç etmişlerdir. Bugün, bu bölgede geniş bir Dürzî topluluğu oluşmuştur.
Günümüzde burası "Cebelü’d-Dürûz" olarak bilinmektedir. XIX. yüzyılda Lübnan ve Suriye’de bulunan bazı Dürzîlerin, başta ABD ve Avustralya gibi Batı ülkelerine göç ettikleri bilinmektedir.
Latin Amerika’da, özellikle de Venezuella, Brezilya, Arjantin gibi ülkelerde de küçük topluluklar halinde de Dürzî yaşamaktadır.
Dürzilerin pragmatist anlayışı
Farklı mezheplerden ve dinlerden kişilerle evlenmenin yasak olduğu dış dünyaya kapalı bir topluluk olan Dürzilerin temel hedefi en karmaşık çatışmaların yüzlerce yıldır eksik olmadığı bu bölgede kültür ve inançlarını koruyarak yaşamlarını sürdürebilmek.
Dürzilerin nihai amaçları ve politikaları hayatta kalmak üzerine olduğunu söyleyebiliriz.
Bu bağlamda jeopolitik güç dengelerini çok iyi okuyan Dürziler güçlü işbirlikleri yaparak Lübnan, Suriye ve İsrail gibi bölge ülkelerinde yaşamlarını sürdürmeye çalıştıklarını görüyoruz.
Haçlı Seferleri sırasında İsmaililerle birlikte Müslümanlara karşı Hristiyan kuvvetlerine destek olan Dürziler, Osmanlı Devleti idaresi altındayken sık sık isyan etmişlerdir.
I. Dünya Savaşında Osmanlı karşıtı kampta yer alan Dürzîler, Fransızların 1918 yılında Suriye’yi işgal etmesi ve buranın hâkimiyetini kolaylaştırmak için "böl ve yönet" düşüncesini benimsemesi sayesinde, 1921 yılında, Cebel-i Dürz Emirliği adında özerk bir devlete sahip olmuşlardır.
Bugün İsrail’le özel bir ilişkiye sahip olan Dürziler’in dış güçlerin Suriye’ye müdahalesinde bir aparak olarak kullanıldığını görüyoruz özellikle İsrail’in son günlerde Dürzileri bahane ederek Suriye’ye yaptığı saldırılar bunun en önemli göstergesi.
Türkçedeki "Dürzilik yapma" deyimi nereden geliyor?
Türkçede tarihsel kökeni Dürzi topluluğuna dayanan ama zamanla klişe bir deyime dönüşmüş bir ifade olan "Dürzülük yapma" kurnazlık yapma, İkiyüzlülük yapma, Gizli kapaklı iş çevirme gibi anlamlara gelmektedir.
Dürzi toplumuna karşı önyargılı bir ifade olan Dürzilik deyiminin arka planında, Dürzilerin inançlarının ve ritüellerinin gizli olması gerçeği yatar.
Günümüzde bir topluluğa veya dine yönelik olumsuz stereotip içerdiği için kullanımı pek hoş karşılanmayan bu ifade Türkçede kalıplaşmış olarak hâlâ duyulmaktadır.
Dürzilerin İsrail ile ilişkileri nasıl?
Ortadoğu’da küçük ama stratejik bir topluluğu olan Dürziler İsrail Devletinin kuruluşundan bu yana, Yahudilere verdikleri destek sayesinde yurtlarından olmamışlar ve kendi topraklarında yaşamaya devam etmişlerdir.
Dürziler, günümüzde İsrailliler tarafından "iyi Araplar" olarak nitelendirilmektedir.
Hıristiyan Arapların Arap milliyetçisi tutumlarından dolayı İsrail devleti açısından güvenilmez kabul edilirken Dürzilere diğer Araplara nazaran daha pozitif yaklaşılmaktadır.
Dürzileri diğer Arap topluluklardan ayıran önemli bir fark dağlık coğrafyada örgütlü topluluklar olarak hem Osmanlı döneminde hem Fransız Mandası döneminde yarı bağımsız hareket etmeleri ve az nüfuslu olmalarına rağmen iyi örgütlenme, yerel liderlik ve silahlı savunma kapasiteleri sayesinde hep bölgesel aktör olmayı başarmış olmalarıdır.
İsrail’deki Arap nüfusu içinde özel bir konumları vardır: Dürziler, İsrail ordusunda zorunlu askerlik yapan tek Arap grubudur.
1956 yılında kurulan Herev Taburu (Kılıç Tugayı) İsrail ordusundaki özel Dürzi tugayı, Arap kökenli Dürzi askerlerden oluşmaktadır.
Bu tugay, İsrail devleti için "sadık azınlık" imajının askeri vitrinidir.
Dürzilerin Arapça bilmesi ve bölgeyi iyi tanımasını stratejik bir avantaj olarak kullanan İsrail bu askerleri, Kuzey Cephesi (Lübnan sınırı, Suriye sınırı, Golan Tepeleri) gibi hassas bölgelerde keşif ve istihbarat birimlerinde görevlendirmektedir.
2015’te Herev Taburu resmen sonlandırılarak Dürzi askerler genel tugaylara dağıtılmıştır.
Birçok Dürzi İsrail parlamentosunda ve devlet kurumlarında görev alır.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
İsrail devleti, Dürzileri diğer Arap gruplardan ayrı bir etnik topluluk olarak tanır.
Bu yüzden, İsrail içindeki Dürziler, genel Arap vatandaşlardan daha entegre ve devletle daha uyumlu bir ilişkiye sahiptir.
Dürzilerle ilgili en çarpıcı iddiaların başında özellikle İsrail adalet bakanlığında infaz koruma görevlisi olarak ve sorgu memuru olarak çalışan Dürzilerin Filistinli tutuklulara ağır işkencelerin yapılmasında görev aldıkları iddialarıdır.
Dürzileri Arap Müslümanlardan farklı bir "etno-dini grup" olarak tanıyan İsrail Devleti, Okullarda Dürzi çocuklar için ayrı müfredat uygulayarak Dürzi kimliğini teşvik etmektedir.
İsrail bu şekilde Arap toplumunun monolitik bir blok olmasını engellemekte ve Dürzi toplumu örnek azınlık olarak sunmaktadır.
İsrail, uluslararası alanda "Biz Araplara baskı yapmıyoruz, bakın Dürziler devlete entegre oldu, orduya bile katılıyor" argümanını kullanmaktadır.
Bu durum Arap Müslüman toplumlar arasında Dürzilere bazen "hain" ya da "işbirlikçi" suçlaması yöneltilmesine de sebep olmaktadır.
İsrail Dürzilerin kendilerini Arap olarak nitelendirmelerine izin verilmeyerek esasından bir din ya da mezhep olarak kabul edilen Dürziliği, etnik ve ulusal bir kimliğe dönüşmüştür.
Dürzilerin, İsrail’e tam anlamıyla entegre olabilmesi için ciddi ayrıştırma politikaları uygulayan İsrail, Dürzilerin diğer Araplardan ve Müslümanlardan ayrılması için öncelikle Dürzi dini mahkemelerini kurmuş ve Dürzilere özgü dinî bayramlar icat etmiştir.
Örneğin, her yıl 25 Nisan tarihinde kutlanan Şuayb Peygamber Bayramı, bunlardan biridir.
Dürziler için bir bayrak yapılarak bu bayrak birçok yerde, İsrail bayrağı ile birlikte dalgalanmaktadır. Benzer şekilde Davut yıldızına benzer Dürzi yıldızı da icat edilmiş simgeler arasındadır.
İsrail devletinin Dürzileri özgün kılmak için uyguladığı politikalardan birisi de Dürzi kültür merkezi ve müzeleri kurmak olmuştur.
İsrail Savunma Kuvvetlerinde çalışırken öldürülen Dürzilerin evleri de müze haline getirilerek ortak bir geçmiş oluşturulmaya çalışılmıştır.
İsrail’in Dürzilerin diğer toplumlarla bağlarının kopartılması için okullarda Dürzilerin Arap olmadıklarına dair tarih kitapları okutulmuş ve böylece Dürzilerin kendilerini Arap tarihinden ve Arap kimliğinden uzak hissetmeleri sağlanmıştır.
İsrail’in Dürzilere yönelik yaklaşımındaki ikiyüzlülük 2018 yılında kabul edilen tartışmalı ulus devlet yasasında ortaya çıkmıştır.
Bu yasa ile Yahudiler dışındaki tüm etnik ve dinî azınlıklar ikinci sınıf vatandaş olarak tanımlanırken resmî dil de İbranice olarak tanımlanmış ve diğer dillerin yasal statüleri belirlenmemiştir.
Ayrıca 2018 yılında Suveyda bölgesinde DEAŞ saldırısına maruz kalan ve yüzlerce Dürzi’nin katledildiği saldırılarda Dürzilerin taleplerine rağmen İsrail’in DEAŞ ile iş birliği yaparak Dürzileri yüzüstü bıraktığı unutulmamalı.
Bu durumda akla şu soru geliyor:
Dürziler kullanılıyorlar mı, kazanıyorlar mı?
İsrail’in Dürziler politikası tam da bu tartışmanın merkezinde yer alıyor:
İsrail Dürzileri gerçekten entegre mi, yoksa devlet onları bir ‘araç’ olarak mı kullanıyor?
Evet, İsrail Dürzileri stratejik bir azınlık modeli olarak kullanırken Dürziler de bu durumda tamamen pasif bir aktör olarak değil askeri, bürokratik ve siyasal sisteme girerek kişisel ve toplumsal kazanç sağlıyor.
Yani bu ilişki tek taraflı sömürüden daha çok "pragmatik bir simbiyoz" denebilecek şekilde ilerliyor.
İsrail devlete sadık bir azınlık kazanırken Dürzilerde görece bir takım kamu imkânları ve ayrıcalıklar elde etmiş olsa da diğer Araplarla bağları zayıflamaktadır.
İsrail devleti, Golan’daki Dürzileri "sadakatle kazanmak" için yıllarca ekonomik ayrıcalıklar sunsa da burada yaşayan Dürziler, İsrail vatandaşlığını kabul etmeyi reddetmiş, Suriye pasaportunu korumak istemeleri farklı ülkelerdeki Dürzilerin farklı şekilde hareket ettiklerini göstermektedir.
İsrail’in, Dürzi Arapları, Araplara karşı savaştırması bazı Dürzi gençler tarafından sorgulanmakta "Neden biz Arap kardeşlerimize silah doğrultuyoruz?" diyerek askerlikten kaçmaya başladıkları görülmektedir.
Özellikle İsrail’in Yahudi Ulus Devleti Yasası sonrasında Dürziler biz ikinci sınıf vatandaşa dönüştük Neden devlete sadakat gösteriyoruz ama tam eşit hak alamıyoruz şeklinde tepki gösterdiği görülmektedir.
İsrail neden Suriye’yi istikrarsızlaştırmak istiyor?
7 Ekim'den sonra İsrail artık tehlikelere karşı savaşmayla sınırlı kalmıyor; proaktif bir savunma politikası izliyor.
Suriye'nin yeni lideri Ahmed eş-Şara'nın ordusunun Suriye'nin güneyinde konuşlanmasını istemiyor.
Suveyda'da da cihatçı geçmişi olan bir ordunun bulunmasını gelecekte İsrail'in güvenliğine karşı oluşabilecek bir risk olarak görüyor
Bu İsrail'e, Dürzileri bahane ederek her daim Suriye'ye karışabilme ya da karışacağını ilan etme gücü veriyor.
İsrail'in derdi kendi sınırında bir daha asla güçlü bir Suriye olmaması.
İsrail’in güvenlik politikası, özellikle 1948’deki kuruluşundan bu yana "çevre tehditleri" üzerine kuruludur.
Bölgedeki ülkelerin güçlü, istikrarlı ve düşmanca rejimlere sahip olması, İsrail açısından egzistansiyel bir tehdit olarak algılanır.
Suriye, Irak, İran gibi ülkeler zaman zaman İsrail’in doğrudan düşmanı konumunda olmuştur.
Bu nedenle bu ülkelerdeki iç savaşlar, parçalanmalar ve iç krizler, İsrail açısından güvenlik rahatlaması sağlar.
Suriye’deki iç savaş, İsrail’in Golan Tepeleri’ndeki konumunu güçlendirirken, Suriye devletinin askerî kapasitesini zayıflatmıştır.
İsrail’in Oded Yinon’un 1982 tarihli strateji belgesi "Arap ülkeleri etnik, mezhepsel ve kabilesel fay hatları üzerinden bölünmelidir."
Bu bağlamda: Irak’ın Sünni, Şii ve Kürt olarak parçalanması, Suriye’nin etnik-mezhepsel bölünmesi ve Lübnan’ın sürekli istikrarsız kalması İsrail’in çıkarına uygun yapılar olarak değerlendirilir.
Bu durum, İsrail’in tek "istikrarlı ve Batı destekli güç" olarak öne çıkmasına katkı sağlar.
Bölgede sürekli savaş, kriz ve mülteci akınları olduğunda: Uluslararası kamuoyunda Filistin meselesi arka plana düşer ve İsrail işgal politikalarını daha az baskı altında sürdürür.
Dürzîler ve Türkiye'nin tarihsel yaklaşımı
Osmanlı döneminde, Dürzîler, Lübnan ve Suriye'de özerk bir şekilde yaşarken, Osmanlı yönetimi onlara genellikle yerel düzeyde özerklik tanımış, özellikle dağlık bölgelerdeki liderlerini tanımıştır.
Memlüklüler, Lübnan’ı güçlü Dürzi ailelerinden biri olan Tenuhiler aracılığıyla yönetirken, Osmanlılar da Lübnan’ı ele Osmanlı-Memlük savaşında kendi taraftarı olan Ma’noğlu ailesini, Tenûhi ailesinin yerine getirerek yönetmiştir.
Osmanlılar, Dürzî liderleri yerel "emîr" statüsünde tanıdı. Osmanlı Devleti idaresi altındayken oldukça fazla isyan eden Dürzileri 19'uncu yüzyılda Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa mağlup etmiştir.
Modern Türkiye Cumhuriyeti döneminde Dürzîler doğrudan dış politikanın merkezinde yer almamıştır.
Türkiye'nin Ortadoğu’da izlediği politika, genellikle Sünni çoğunluğun çıkarlarını gözetmekle birlikte, Dürzîler gibi gruplarla ilişkilerde çatışmadan kaçınma, tarafsızlık ve gerektiğinde diyalog ilkeleri çerçevesindedir.
Suriye İç Savaşı bağlamında Türkiye’nin Dürzî politikasında Dürzîlere doğrudan müdahil olmamıştır.
Türkiye, Dürzîleri ne Esed yanlısı ne de muhalif olarak hedeflememeye özen göstermiştir.
Dürzîler genellikle tarafsız kalmaya çalıştığı için Türkiye de bu tarafsızlığı provokatif şekilde zorlamamıştır.
Türkiye'nin Dürzî politikası bir "denge diplomasisi" örneğidir. Aktif nüfuz alanı kurmak yerine, olası çatışmaları engellemek, tarafsız kalmak ve gerektiğinde arka kapı diplomasisi yürütmek esas alınmıştır.
Dürzîlerin Türkiye’ye yönelik algısı: Rasyonel, çıkar temelli, ihtiyatlı ve duygusal olmayan bir algıdır.
Gelecek senaryoları ve Dürzilerin İsrail’le imtihanı
İçinde birçok fay hattı barındıran Suriye'nin geleceği yeni hükümetin azınlıklarla ve farklı siyasi-etnik gruplarla iletişim becerisine ve dış müdahalelere karşı durabilme yeteneğine bağlı.
Özellikle son günlerde Suveyda'daki çatışmalar, Dürzilerin Ortadoğu'daki jeopolitik denklemin en kırılgan halkalarından biri olmaya devam ettiğini Suriye’ye yönelik bölgesel ve küresel politikaların iç dinamikler üzerindeki etkisinin ne kadar derin olduğu gösteriyor.
İsrail, Dürziler aracılığıyla yeni Suriye yönetimini ABD ve Dünya önünde mezhepçi, dini ve etnik azınlıkların hukukuna saygı göstermeyen bir yönetim anlayışa sahip olduğunu göstermek için her türlü manipülasyonu yapmaktadır.
Uluslararası konjonktürün uygun olması durumunda İsrail belki de geçtiğimiz yıllarda Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmesi gibi Dürzi köylerini ilhak etme girişiminde bulunabilir.
İsrail, Suriye’nin bir daha eskisi gibi "merkezi güçlü üniter devlet" olmaması için Dürzileri korumak bahanesiyle Suriye’de genişleme veya kalıcı işgal siyasetine Türkiye’nin sessiz kalması mümkün gözükmüyor.
Devrimin ilk zamanlarında Dürziler üzerinden Golan’ı ilhak etmek isteyen İsrail Hikmet el-Hicri üzerinden hedeflerini gerçekleştirmek istiyor.
Hicri’nin bu süreçte merkezi hükümetle uzlaşmayan bir tutum sergilemesi ve uluslararası himaye dolaylı olarak İsrail himayesi talep etmesi, Suveyda kentinde ise Dürzilerin kontrolü altında bulunan bölgelerde İsrail bayraklarının açılması İsrail gözetimi altındaki Dürzi özerkliği projesinin hayata geçirilmek istendiğini gösteriyor.
Son yaşanan olaylar da Dürzilerin kimlik ve devlet algısına dair farklılıkların bulunduğu görülmektedir.
Dolayısıyla gerek İsrail’in "himaye" politikaları incelenirken Dürzileri tek bir potada eritmemek önemlidir.
Nitekim Lübnan'daki Dürzilerin lideri Şeyh Sami Ebi el-Muna, Suveyda'da yaşanan olaylarla ilgili yaptığı açıklama İsrail’in bütün Dürziler üzerinde etkili olamadığının göstergesi.
Ebi Muna, "İsrail, Suveyda’da yaşananlardan birinci derecede fayda sağlayan taraf." Güvenlik durumunu istismar ederek fitne tohumları ekmeye çabalıyor.
"Şu anda (Suveyda'da) yaşananlar tamamen İsrail’e ait bir proje" diyerek yaşananların "Dürzi toplumunun tamamının iradesini yansıtmadığını" vurguluyor.
Benzer şekilde, Hikmet el-Hicri’nin karşısında yer alan ve İsrail’i dışlayan söylemleriyle Leys Bulus ve Süleyman Abdülbaki gibi askeri komutanlar bütün bir Dürzi toplumunun Hicri’yle aynı görüşte olmadığının açık bir göstergesi.
Tarihte Dürzilerin, Suriye’nin manda yönetiminden kurtulup bağımsız bir devlete sahip olmasını arzu ederek Sultan el-Atraş öncülüğünde bağımsızlık savaşı verdiğini birleşik bir Suriye vizonuna sahip Atraş’ın mezhepçi kapanmaya karşı çıkarak Dürzilerin yaşadığı Dürzi Dağına (Cebel ed-Düruz) Arap Dağı (Cebel el-Arab) adını verdiğini unutmamak gerekir.
Temel hedefi bu coğrafyada kültür ve inançlarını korumak olan Dürzilerin jeopolitik güç dengelerini gözeterek farklı ittifakların içine girdikleri, tarihte Haçlı Seferleri sırasında İsmaililerle birlikte Müslümanlara karşı Hristiyan kuvvetlerine destek verdikleri Dürzilerin ne kadar pragmatist bir topluluk olduğunu gösteriyor.
Ayrıca merkezi otorite ile daima sorun yaşayan Dürzilerin birçok kez Osmanlıya isyan ettikleri bilinen bir gerçek. Dağlık ve ulaşılması zor bölgelerde yaşamayı tercih eden Dürziler yönetime "Kim gelirse gelsin, yerel düzenimize karışmasın" biz kendi bölgemizi kendimiz koruruz düşüncesinde.
Kendi bölgesinde fiili bir yerel yönetim, silahlı savunma ve geleneksel aşiret düzenini sürdürmek isteyen Dürziler bölgede merkezi hükümetin ortoritesinin artması durumunda bu düzenin değişmesinden endişe ediyor.
Dürzi isyanlarını genelde yerel düzen bozucu hareketler olarak gören Osmanlı merkezi otoritesi Dürzileri tamamen ezmek yerine sık sık yerel önderlerle uzlaşma, vergiyi toplat ama idareye karışma modeli uygulamıştır.
Suveyda'daki olaylarda gelinen nokta da Osmanlı benzeri bir uygulamayla Suriye hükümeti Suveyda’nın güvenliğinin Dürziler eliyle kontrol edilmesi hususundaki anlaşmayı onaylamıştır.
Suriye’deki geçiş sürecinin çok hassas dengeler üzerinde ilerlediğini dikkate aldığımızda merkezi hükümetin ülke içi dinamikleri dikkate almadan yapacağı her girişimin İsrail için bir fırsat olduğu unutulmamalıdır.
Nitekim İsrail başından itibaren bölgede Üniter yapısını ve toprak bütünlüğünü koruyan bir Suriye istemiyor.
Suriye’nin parçalanması zayıflaması ve güçsüzleşmesi her zaman için İsrail’in çıkarlarına uygun bir durum.
Bugün de üst aklın Suriye’de uygulamak istediği plan Suriye’nin bölünmesi üzerine kurulu, küresel aktörler kalıcı olarak bölünmüş bir Suriye istiyorlar çünkü böyle bir Suriye İsrail’in hedeflerini gerçekleştirmesi açısından önemli.
Nitekim Türkiye Suriye’deki rejim değişikliği sürecinde Suriye’nin üniter yapısının ve toprak bütünlüğünün korunması gerektiğini ifade en net ifade eden ülkelerin başında geliyor.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish