Sokrates 'devletin inandığı tanrılar yerine başka tanrılar empoze etmeye çalışmakla, gençlerin ahlâkını bozmakla' suçlanır ve uzun bir yargılama sürecinden sonra 'ölüm'e mahkûm edilerek zindana atılır. Kendisini ziyarete gelen eşi Xanthippe 'Seni haksız yere idam ediyorlar!' diye gözyaşı döker. Kendisini ölümsüz bir filozof yapan hayat arkadaşını teselliye çalışan Sokrates; 'Ya haklı yere idam etselerdi, o zaman daha mı iyiydi?' der...
Bir hocamdan...
Ben Profesör Doktor Uğur Batı. Karar Bilimi Uzmanıyım ve burada sanat, kültür, ikna, idealar ve diğer bazı düşünce patlamaları kaleme alıyorum. O zaman daha sorulurken cevaplanamayan soruların köşesine hoş geldiniz.
Açık konuşalım, bugünün insanı kendini kurtarma peşindedir.
Kendisine reçete versem şöyle derdik: Ne yapıp edip, iyiliği düşüneceğiz, iyiliği yükselteceğiz, iyiliği konuşacağız, iyiliği göstereceğiz, iyiliği kolaylaştıracağız.
Kötülükle savaşmanın, daha iyi olmanın, hayatta kalmanın, başka bir yolu yok...
Sürekli sözünü ederiz; insan ancak kendini kurtatır diye.
Peki, insanın kendisini kurtarması nasıl bir şeydir?
23 "fantastik" hikâyeden oluşan Ahmed Hilmi Bey'in artık klasikleşmiş kitabı Âmak-ı Hayal'de "Âlem bir deniz, sen bir gemi; aklın yelkeni, fikrin dümeni, kurtar kendini, ha göreyim seni..." denir.
Ne güzel bir iddia doğrusu.
Dünyayı kurtarmaktan bir önceki durak mıdır acaba?
Bu başlığı düşününce aklımıza Yavuz Turgul'un, bünyesinde Şener Şen, Uğur Yücel gibi usta isimleri barındıran efsanevi filmi Muhsin Bey'in bir sahnesi gelir.
Bilirsiniz, İstanbullu Muhsin Bey, Türk musikisine ve çiçeklerine düşkün, değerlerine bağlı bir "eski usûl" adamdır.
80'lerde hızla değişen şehre, köyden kente göçün getirdiği kültür yıkımına yabancıdır. Adeta ilkeleriyle yaşayan bir "kaybolmuştur" kendisi.
Bir gün kaset çıkarmak için şehre gelmiş yanık sesli türkücü Ali Nazik'le kesişir yolları.
Muhsin Bey, onu çok sever. Onun standartlarında saçmadır ama Ali'yi şöhretle tanıştırabileceğini tasavvur eder.
Farklı dünyaların insanı bu iki adam, ondan sonra zorlu bir iş birliğine girer.
Aynı yerde nefes alıyor olsalar bile dünyalarının ne kadar ayrı olduğunu anlamaları içinse belli bir süre geçmesi gerekecektir ama süre hep geçer.
Burada sözünü edeceğimiz Ali Nazik ile geçen diyalog ise Muhsin Bey'in artık sonlarına çok yakın bir yerlerde gerçekleşir.
Kendisine hiç uymasa da Ali Nazik'e kaset çıkarmak için istemeden dolandırıcılık yapıp hapse giren Muhsin Kanadıkırık, cezasını tamamlayıp hapisten çıkmıştır.
Bu zaman içinde, âşık olduğu uvertür şarkıcısı Sevda Hanım, Ali Nazik'in kapatması olmuştur, bir nevi onun hizmetçisidir.
Muhsin Bey, hapisten çıkınca Ali Nazik'in çalıştığı pavyonu bulur.
Onun için yaptığı fedakârlık sonucu hâlâ saf bir türkücü ile karşılaşacağını uman Muhsin Bey, Ali Nazik'in dip pavyonlarda, müzikhollerde arabesk okuyan, vasat bir şarkıcıya dönüştüğünü acıyla görür.
Ali Nazik ayrıca, düzenbaz organizatör Şakir'in ağına da düşmüştür.
Muhsin Bey gibi İstanbul beyefendisini hiç beklemediği bir anda karşısında bulan ve artık maganda bir şarkıcı olan Ali Nazik, o an için afallar ve kendisini şu sözlerle ifade eder:
Kusura bakma ağam, kendimi kurtarmam lazımdı.
Muhsin Bey; pavyonun darmadağın, ruhsuz ortamına bakar.
Sonra dönerek Ali Nazik'in kendine göre gösterişli ama eğreti ve zavallı haline bakıp, beyefendi bir tavırla şu cevabı verir:
Kurtarabildin mi bari?
Bu söz o kadar çok şey anlatır ki!
Son bölümde Muhsin Bey, Sevda Hanım'ı ve küçük kızını da yanına almış, üçü beraber büyük bir yatakta uyumaktadırlar.
Rüyasında Müzeyyen Abla'sının şarkısını dinleyerek kalbi ferah olan Muhsin Bey, gülümsemektedir.
Kendisini "güya" kurtarmış olan Ali Nazik ise izleyicinin aklında kaybolmuş ve yenilmiş haliyle kalır.
İşte böyle…
Bölüm başlığımızın koca bir tefrikası gibidir Yavuz Turgul'un bu filminin özeti.
Öyle ki bazen kendini kurtarmak, sadece kendini kandırmaktır.
Ortak bir hayal için hayatını seve seve ortaya koyan Muhsin Bey, yaşadığı badireleri atlatıp sonunda mutlu olur.
Egoistliği ve sığlığı yüzünden o hayalden korkakça vazgeçip kendini kurtardığını sanan Ali Nazik ise iyice karanlıklara gömülür.
Modern insanın dramı da burada başlar.
Arayışı nedir ki kendisini nerede kurtarır?
Para mı ararız, zenginlik mi, mutluluk mu, başarı mı?
Hepsi bir arada mı olur?
Aklımıza geldi, bir hatırlatma daha yapalım.
Rus yönetmen Andrey Arsenyeviç Tarkovski, Yılmaz Güney hakkında şöyle söyler:
İnsanlar başkalarını kurtarmayı düşünüyorlar. Ama başkalarını kurtarmak için insanın önce kendisini kurtarması lazım. Herkes kendini kurtarabilseydi başkalarını kurtarmaya gerek kalmazdı.
Peki, kendini kurtarmak mıydı mesele?
Her Güne Bir Nietzsche kitabında Allan Percy şöyle diyordu:
Sana acı çektiren bir durumdan kurtulmak için elinden bir şey gelmiyorsa o zaman bu acıyla yüzleşme yolunu seçebilirsin.
Başlangıçla söyleyelim, belki de;
Kendiniz dışında kimse sizi kurtaramaz. Kimse ama kimse bunu yapamaz. Bu yolu kendiniz yürümelisiniz.
Zihnimiz beynimizin bir ürünü ise aslında duygu, düşünce ve kararlarımızın nihâî sorumlusu da biziz.
Tabii ki çevre, diğer insanlar ve şartlar bizi etkiler.
Hatta bazı deneyler "karar verenin biz olmadığımıza" dair sonuçlar dahi buluyor.
Etik birçok tartışma, yüzyılımızda bizi bekliyor.
Ancak şimdilik kararlarımız, benliğimiz, kişiliğimiz hakkında gelinen fikir birliği ise şu:
Duygularımız, düşüncelerimiz ve davranışlarımız birçok faktörün bütünsel sonucu.
Genetiğimiz, epigenetiğimiz, beslenmemiz, hormonlarımız, çevremiz, çocukluğumuz gibi nice faktör var…
Bütün bunlar göz önüne alındığında saf bir bağımsızlıktan söz edilemez.
Ancak yine de duygularımız, düşüncelerimiz ve davranışlarımız bize ait.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Tebliğ yaparız.
Kendimize…
Öğretiriz. Anlatırız. Düzeltmeye çalışırız.
Çocuklarımız, ailemiz için mücadele ettiğimiz zannıyla yaşarız lakin tüm mesele önce kendini kurtarmakla ilgilidir.
Kendini kurtarmak istemeyen, başkalarını kurtaramaz; kurtarmaz da zaten.
Kendine değer vermeyen insanların başkalarına değer verdiğini söylemesi büyük yanılgıdır.
Kendisi için hareket etmeyen kimse, başkaları için niye yapabilsin ki?
Kendini sevmeyen biri, başkalarına karşı nasıl dürüst olabilir ki?
Ya merhamet? Ya vicdan?
Kendini kurtarmak demek; kendi haklarına riayet etmek, kendine zulmetmemek, diğerini anlamak demek.
Beyne gelirsek yine onu çoğu zaman kendi başına hareket eden ancak dış âlemin (insanlar, olaylar) etkisinde kalan bir yapıya sahip halde buluruz.
Dış âlem bazen öylesine çılgınlaşır, öyle bir buhran haline bürünür ki bu farkında olmadan bize de sirayet eder.
Ama beyin yine kendine dönük olur ve kendi derdine bakar çünkü bir şekilde buna karar verir.
Nasıl karar verdiğini siz bilemezsiniz.
Karar verirken "düşünerek seçme" üzerine alternatif bir yolumuz vardır ama bu farkına bile varamadan beynimizi çok fazla yorar.
Bu yüzden beyin bir defa öğrenir ve edinimlerini otomatik hale getirip hep birinci sisteme havale eder.
Beynin bu kısmına nefsanî beyin de diyebiliriz; hızlıdır ve düşünmez.
Zaten hayattaki birçok kararımızın hızlı ve düşünmeden verilmesi gerekir ki bu işleri de nefsanî beyin seve seve yapar.
Tabii ki her karar bu kadar net çizgilerle ayrılamaz ve beynin bazen iki sistemi birden kullanması gerekir.
Kişinin kendisini unutması gibi durumların ortaya çıkışı işte bu yüzdendir.
Kendimize dair meseleler için çoğunlukla otomatik süreçlerde, düşünmeden davranırız.
Biz kimiz unuturuz, mutluluğun tanımı bizim için muğlaktır, başarı ne demek bilinmezdir.
"Ben" farkındalığı eksikliğidir buna sebep.
Ancak beyin ne yaparsa yapsın, siz beyninizin nasıl karar verdiğini hiçbir zaman bilemezsiniz.
Beyninizin kararı hangi daireye havale ettiğini de...
Sizi, sizden başkası kurtaramaz!
Evet; "Sizi sizden başka hiç kimse kurtaramaz. Kendi kendinize ışık olun" der Bilge.
Yaşamımızda zaman zaman olumsuz tecrübelerle karşılaşabiliriz.
Ancak bunlara karşı sergileyeceğimiz tavır bizim elimizdedir.
İnsan olaylar karşısında seçim yapabilme özelliğine sahip olmasıyla diğer canlılardan ayrılır.
Yaşanan olay karşısında bir an durup düşünmek, yaşanan şeyin "ben" dediğin varlığa yapılan bir saldırı olmadığını fark etmek bu noktada önemlidir.
Olayları kontrol edemeyebiliriz ama duygularımızı ve olaylar karşısında nasıl tepki vereceğimizi belirlemek bizim elimizde.
Yani evet, bizi ancak biz kurtarabiliriz!
Bu kadar söylenceden sonra, bahsedeceğimiz iki anekdot var.
Konuyu bu anekdotlarla yavaş yavaş sonlandıralım.
Bir bilge çölde öğrencileriyle otururken demiş ki:
Geceyle gündüzü nasıl ayırt edersiniz? Tam olarak ne zaman karanlık başlar, ne zaman aydınlanırız?
Öğrencilerden biri: "Uzaktaki sürüye bakarım, koyunu keçiden ayıramadığım zaman akşam olmuş demektir" diye cevap vermiş.
Başka bir öğrenci söz almış:
İncir ağacını zeytin ağacından ayırdığım zaman, anlarım ki sabah başlamıştır.
Bilge uzun zaman susmuş; öğrenciler meraklanmışlar ve ne düşündüğünü sormuşlar.
Bilge şöyle demiş:
Yürürken karşıma bir kadın çıktığında güzel mi, çirkin mi, beyaz mı, siyah mı diye ayırmadan ona kız kardeşim diyebildiğimde ve yine yürürken önüme çıkan erkeği zengin mi, yoksul mu diye bakmadan erkek kardeşim sayabildiğimde anlarım ki sabah olmuştur, aydınlık başlamıştır.
Kendini kurtarmakla ilgili, eğlenceli bir anekdot bu da:
Biri Amerikalı, diğeri Japon iki arkadaş, Afrika ormanlarında bir gezintiye çıkarlar.
Birden ağaçların arasından bir aslan çıkıverir. İki arkadaş korku içinde kaçmaya başlar, aslan da peşlerinden kovalamaya...
İki arkadaştan Japon olan kaçarken, bir taraftan sırt çantasını çıkarır ve diğer taraftan soyunup, üzerindeki ağırlıkları atmaya başlar.
Bunun gören Amerikalı, Japon arkadaşına bağırır:
Ne yapıyorsun? Zaten ufak tefeksin. Onları çıkarınca aslandan daha mı hızlı koşacağını sanıyorsun?
Önde olan arkasını dönüp bağırır:
Ben de biliyorum aslandan daha hızlı koşamayacağımı. Senden daha hızlı koşsam yeter!
Bitiriyorum.
Ben belki zeki değilim, hem ayrıca Tefal de değilim, dolayısıyla her şeyi düşünemem!
Bu arada belirtiyorum, aklıma geldi:
Şu hayatta kesin birine 50 TL borç verdim. Çıksın meydana!
Neyse bu kez bitiriyorum.
Başlarken demiştim:
Ben Profesör Doktor Uğur Batı.
Karar Bilimi Uzmanı ve 3 boyutlu düşünce ahtapotuyum.
Ve hepinize şöyle sesleniyorum:
Biz size düşünmeyin demiyoruz, hobi olarak yine düşünün.
Ve büyük düşünün ki seneye de düşünürsünüz!
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish