Irak'ta Sünni, Şii, Kürt Okulu (1)

Hüseyin Siyabend Aytemur Independent Türkçe için yazdı

Harita: Cambridge; Kürt kayıtları, Toprak Direniş ve Milliyetçilik Ansiplopedisi

Sünni okulu

Sünni okulun ideolojisinin temelinin dine dayandığı açık ve aşikârdır.

Ancak geçmişteki gelişmelerde, öylesine güçlü bir laik ayaklanmaya katıldılar ki fikri pluralizm konumlarını bu okulda güçlü bir hale getirdiler.

Sünni okulun direği, en öncelikli olarak siyasi ve pragmatik gereksinimlerin birbirine karıştırılması üzerinde duruyor.


Tarihi açıdan, en az iki başlıca sebep Sünni okulun ideolojisinin hazırlanması sürecini başlatmıştır.

Bunlardan biri Osmanlı-İran mücadelesiydi bu mücadele Sünni mezhebinden olanları, İran'ın yayılmacı eğilimine karşı, kendi huzurları için bir ittifaka yönelme durumuna getirdi.

Bu da Sünnileri Osmanlılarla dostça bir ilişki kurmaya itti.

İkinci sebep, Irak'ta demografik ve mezhebi haritanın değişmesi idi.


19'uncu yüzyılın başından itibaren bu değişiklik, Bağdat'ın aşağı kesiminden Şattülarap'a kadar olan bölgenin Şii yerleşim bölgesi olmasına sebep oldu.

Şii mercilerin geniş yelpazedeki faaliyetlerinin etkisiyle de 20'nci yüzyılın başından itibaren Sünniler, Şiilerin yayılmacı politikalarını fark ettiler.

Sünniler için bu psikolojik yapının düzeltilmesinin çok zor ve zahmetli bir iş olduğu ortaya çıktı.


Sünni okulda "devlet" kavramı Şii ve Kürt okullarının sahip oldukları devlet kavramından daha açıktır.

1917'den itibaren İngilizler bunu gördü. Mülahaza edildiği gibi İngiltere'nin Irak'taki güçlerinin genel başkanı General F. S. Mudi'nin bildirisi -ki bu bildiri 19 Mart 1917'de çıktı- bütün Iraklılara yöneltilmedi hatta sadece Bağdat vilayetinin halkı içindi.

Bu bildiri Büyük Britanya hükümetinin siyasi temsilcilerinin yardımı ile sivil işlerin organizesine katılım içindi.


Daha sonra Sünniler, Şiilerin oturdukları bölgelerin idaresine de ulaştılar. Şii liderler bu konuda hoşnutsuzluklarını ifade ettiler.

Bunu İngilizlerin yaptığı açıktır. Çünkü onlar, Irak'taki projelerine destek verecek bir müttefik arıyorlardı.

İngilizler, Şiilerle Sünniler arasında tefrika yaratmak istemiş de olabilir.

Her ne olursa olsun, Sünnilerin iktidarda büyük pay elde etmek için İngilizlerle yardımlaştığı inkar edilemez.

İngilizler buradan hareketle Sünnilere daha fazla bel bağladı.


İngilizler 1920'de, Sünni mezhebinden olan Abdülrahman Nakib başbakanlığında geçici bir Irak hükümeti kurdu.

Bu hükümetin kabinesi 4 Sünni, 3 Şii ve 1 Yahudi bakandan oluşuyordu.

Sünni okul, Faysal'ın Irak krallığının kökleşmesi için başlıca iki açık ilkeye bel bağladı. Bu ilkeler Faysal'ın dini aristokratlığı ve Sünniliğiydi.

Sünni okulda devletin özel bir önemi var. Pratik açıdan, Sünniler devlet yeteneklerini Kürtlerle etnik uyuşmazlık ve Şiilerle mezhebi uyuşmazlıkla mücadele için kullandılar.

Etnik, dini ve mezhebi yapı gözetilmeksizin devletin merkeziyetçiliğini, kapasite ve kudretini bütün vatandaşlar için tek kader düşüncesinde toplamak onlar için devletin en önemli şartıdır.


Şii okulu 

Şii okulu milli ve dini temele dayanıyor. Elbette bunun da arkasında tarihi sebepler var.

Şii okulunun başlıca düşüncesinin içeriği dine zıt düşmemek ve dine hizmet etmesi kaydıyla çok siyasi bir yapı kurmaktan ibarettir.

Şii okulunda dinin düşünce sistemindeki varlığı bellidir. Bu sistem tam olarak dini de değildir.

Şirazi'nin 1920'de verdiği fetva, gayrimüslim bir insanın Müslümanlar üzerinde başbakan olarak seçilmesinin mümkün olmadığını ortaya çıkıyor.

Bu fetvayla Şii okulunda vatanseverlik kavramının nasıl oluştuğunu anlamak kolay olur.

Şirazi'nin bu fetvasının Şii halkın üzerinde çok etkisi olmuştur. Şirazi, burada, ulusal bir hükümetin kurulması çağrısında bulunuyor. Bu şekilde de vatanseverlik siyaset için bir kapı idi. 


Şii okulunun dini anlayışının özelliği ulusalcılığına bağlılıktı. Bundan dolayı bu ulusalcılık fikri, oluşum açısından, dinin yanı başında olmuştu.

İşte bu, büyük bir ölçüde, Irak devletinin kurulması projesinin ortaya çıkmasının başında, Irak krallığının Sünni mezhepli bir kral tarafından alınması konusundaki Şii okulun desteğinin sebebini aydınlatacaktı. 

Şii okulu, bunda, amaç ve sonuca değil prensibe dayandı. Başlangıç noktası, burada, Sünni mezhepli birinin Irak'ın otoritesini alması ve Şiilerin buna karşı çıkmamasıydı.

Bu kişi Haşimi ailesindendi. Yani o, peygamberin kızı ve Ebu Talibin oğlu İmam Ali'nin hanımı olan Fatma'nın soyundandı.

Şii okulunda bazı cihetler vardı. Hepsinden daha radikal olanı, Şiiler' in Irak'ın liderliğini yapmasını ve Şiiliğin devletin resmi mezhebi olmasını isteyen cihetti.

Yani bu cihet özde Şii teokratik bir hükümet kurma meyline sahipti.

Şiiler 1920'deki ayaklanmasında, ayaklanmada rolü olan bazı ayaklanmacıların bir Şii teokratizmi kurma çabası içinde olduğu biliniyor. 

İngiltere'nin Şiilerin bazı kutsal yerlerinde bağımsız bir yönetim kurulması için gösterdiği çaba bunun belgesidir.

Şiiler 1920'de, İngiltere'nin eliyle bir hükümetin kurulmasını istemiyorlardı. Bu tutum Kazımiye'deki Şiileri seçilmiş bir hükümet kurulmasını istemeleri konusunda cesaretlendirdi.

Bu isteğin doğrudan sebebi Şiilerin, İngiltere'nin Irak'ın geçici başbakanı olarak Sünni mezhepli birini getirmede ısrarlı olduğunu duymalarıydı.

Amerika'nın desteğiyle Sünni mezhepli birinin liderliğini yapacağı bir hükümetin kurulması Şiilerin hoşlanmadığı bir şeydi. Yani seçilmiş bir hükümet isteği anlaşmayla değildi.

Kazimiye'deki Şiiler kasten seçilmiş bir hükümet talebinde bulunuyorlardı. Çünkü onlar, özgür olabilecek her seçimde Şii birinin başbakan olacağını biliyorlardı.

Bu talep, seçim prensibi ile çoğunluğun çıkarı arasındaki ilişkiyi anlama konusundaki ilk işarettir. 


Kürt okulu

Kürt okulunun içinde doğduğu tarihi şartlar biraz karmaşık gözüküyor.

1918'de Osmanlıların Irak'tan çekilmesinden Milletler Topluluğu'nun 1925 yılında Kürtleri Irak'a bağlayan kararına kadar geçen süreyi Kürt okulunun ilkelerinin belirlendiği ve temellerinin atıldığı süre saymak mümkün.

1922'ye kadar Kürdistan Bölgesi'ne özel statüye sahip bir bölge olarak bakılıyordu. İngilizler hala Kürtler' in kaderi ve geleceği konusunda kendilerini ortaya koymamışlardı.

1921'de İngiltere Kürdistan Bölgesi'nin kaderi konusunda son kararı verene kadar, Kahire kongresi bu bölgeyi Irak'ın dışında tuttu.

Kürtlerin Irak'a bağlanması düşüncesi, Arapların yanında tuhaf bir durumdu.

Şii ve Sünni temsilciler, 22 Ocak 1922'de bir beyanname çıkardılar ve bu beyannamede "Müslüman bir kralı olması kaydıyla tek bir Arap devletinin kurulması" önerisinde bulundular.

Bu ibarede şu mülahazada bulunulabilir ki Araplar iki esas noktaya vurguda bulunuyordu:

Bunlardan biri, Arapların yerleşik oldukları bölgenin Şii ve Sünni olmak üzere mezhebi temelli iki devlete bölünmemesidir.

Bu da "Bir tek Arap devleti" ibaresinde ifade edilmişti.

İkinci nokta ise, hangi mezhepten olduğuna bakılmaksızın devletin bir kralın eline verilmesiydi.


Kahire Kongresi, Arapların taleplerine vurguda bulundu.

Lvid George'a gönderilen bir mektupta İngiliz Kolonileri Bakanı Winston Churchil, kurmak istedikleri devlet konusunda iki meseleye dikkat çekiyordu:

Bunlardan biri aslı Arap olan bir kralın belirlenmesi ve ikincisi ise Arap temelli bir hükümetin kurulması.


İngilizlerin Irak'ın geleceğini belirlemede referandum için hazırladığı sorularda Kürtlerle hiçbir ilgisi olmayan bir devletin kurulacağı meylini gösteriyor.

Burada da yine "Tek Irak devleti" ibaresi tek bir devlet çerçevesinde Şii ve Sünni birliğine açıkça dikkat çekiyor.

Bu sorularda "Arap" kelimesi tekrar ediyor. Bir defa ilk soruda bir defa da devlet başkanı sıfatı olarak geçiyor.

Bu anlam birden fazla belgede vurgulanıyor. Bunlardan da Şii müçtehit Şirazi, 13 Şubat 1919'da Amerika Başkanı Wilson'a gönderdiği mektupta yeni bağımsız bir Arap İslam devleti ve bu devlete Müslüman birinin krallık etmesinin gerekliliğinden bahseder.

Kürt okulu bu önemli aşamaya ayrıntılı olarak değinir. Başlıca esas nokta, Osmanlıların 1918'de Irak'tan çıkmalarıyla birlikte Kürtler' in Irak'a bağlanması düşüncesidir.

Bu düşünce Kürtler içinde yabancı olan bir düşünceydi. Ancak Kürtleri için kaderlerini ve geleceklerini içinde görecekleri yol açık değildi.

Kürt oklunun gözüyle, Kürtlerin önüne "garanti olmaksızın Irak'a bağlanma" şeklinde sadece bir seçeneğin bırakılması büyük bir zorbalık ve zulümdü.

Ulusal statü ve kendi kendini yönetme, Kürt okulunun iki temel dayanağıydı.

Her ne kadar kendi kaderini belirleme (self-determinasyon) kavramı ayrılık anlamına geliyorsa da bu kavram o dönemde yeni bir kavramdır.

Ve bu kavram daha çok ya ideolojik gereksinimden dolayı Kürt meselesi için bir propaganda olarak kullanıldı ya da Bağdat'la olan kavgada bir silah olarak kullanılıyordu.


I. Dünya Savaşı'nda, Irak'ın İngiltere tarafından işgal edilmesi, Kürtlerin kendi kendilerini yönetmeleri düşüncesinin gerçekleşmesi için daha büyük bir fırsat verdi.

Bu düşünce ne İngilizlerin ne de Kürtlerin yanında yabancı bir düşünceydi. İngilizler bu düşünceyi Kürtlerle beraber ortaya koymuştu.

Süleymaniye'de Şeyh Mahmut, Rewanduz'da II. Seyid Taha ve ayrıca da dışardaki Kürtlerle bunu ortaya koymuştu.

Hatta Sir Presi Coks, bu konuyla ilgili olarak 1918'de Fransa'nın Marsilya kentinde General Şerif Paşa ile konuşmuştu.

O, "kendi kendini yönetme'' konusunun Kürtlerin ve bölgesellik durumu için en uygun çözüm yolu olduğunu düşünüyordu.

Ancak daha sonra Kürtlerde revaçta olan düşünce şuydu: Gerçekte Irak'ta, Sünni ve İngilizler arasında alışverişin dışında hiçbir şey yoktur.

Bu alışverişte de Sünnilere Musul ve Kürdistan; İngilizlere ise petrol düşüyordu. Kürtlere ise hiçbir şey düşmüyordu.


Sonuç

Şüphesiz ki eşitliğin, ortaklığın ya da hakların tanınması konusundaki kanunların temin edilmesi, bu konuların işlevsel hale gelmesinde çok sayıda aracın meydana gelmesi için bir fırsat olacaktır.

Eşitlik ve ortaklık rutin, şekilsel ya da teorik kaldığı sürece sadece ve sadece dekordur.

Somut birer gerçeklik olduklarında ise okul, üniversite ve kültür olarak toplumda büyük bir iz bırakacaklardır. 


Tarihsel olarak Irak, oluşumlar arasında istikrarın sağlanması konusunda büyük bir başarısızlık yaşadı ve yaşanıyor.

İlişkiler özgür ve gönül esası cihetinde değiştirilmediği sürece Irak'ın birleşik kalması mümkün değil.

Gönül ve karşılıklı kabul esasına dayalı ilişkilerin kurulması konusunda iki temel şart var.

Bu şartlar da gerçek bir ortaklığın ve merkezi politikalardan vazgeçip, 3 ayrı devletin kurulmasından ibaret.

Önceki Irak'ta ortaklığa değil; daha çok eşitliğe değiniliyordu. Ancak eşitlik teorisi sorunları çözemedi.

Irak tecrübesi, eşitliğin sadece, kendisini vatandaşlık kavramında bulan anayasal formül ile sükûnet ve huzuru sağlayamayacak bir prensip olduğunu kanıtladı. 


Tarihsel olarak önceki Irak, anayasal açıdan eşitlikten uzak değildi. Bu prensip Irak anayasalarında vardı:

1925 Anayasası'nın 6 ve 18'nci maddelerinde; 1958 Anayasası'nın 9'uncu maddesinde, 1964 Anayasası'nın 19'uncu maddesinde ve 1968 Anayasası'nın 21'inci maddesinde.

İçinde açık bir şekilde hak ve görevlerin ifade edildiği belli bir kanuni formüle dayanan ortaklık çözümün kapılarını açabilir. 

Ortaklığa değinen ilk resmi belge 1958 yılında kabul edilen Irak'ın geçici anayasadır. Ancak bu ortaklık 47 yıl sonra gerçekleşebildi. Bu da 2005 yılındaki anayasadır.

Ortak olmama durumundan ortak olma durumuna doğru geçişin olduğu bu uzun süre, Iraklıların kendi aralarındaki ilişkiler için uygun bir formül bulma yolunda verdikleri çaba ve gayretlerde çekilen zahmeti ortaya koyuyor. 


Ortaklık kavramı kanuni bir şekilde belirtildiği zaman, şimdi olduğu gibi, devletin kutsallığının korunması kavramından ortaklık kavramına geçiş konusunda uygun bir durum ortaya çıkacaktır.

Ancak Irak tecrübesinde ortaklık, başka bir kavrama bağlanmıştır. Bu kavram da devletin gayr-ı merkeziyetçiliğidir.

Bu da kanunların dışına çıkma şeklinde hesap edilmeksizin bölgelerin kendi özel statülerini koruma hakkını da içine alıyor. 


Irak için samimiyet ve içtenlik ile birlikte merkeziyetçi politikalardan vazgeçilmesi ile sağlam ve güçlü olur.

Bu sistemin iyiliği yerleşik ilişkilerin geliştirilmesine fırsat vermesi, çoğunluk ve azınlık kavramlarının her ikisinin kötü içeriğini kaldırmasıdır.

Bu anlamda Irak'ın geleceği, birleşik 3 parça ile ortaklık kavramına olan bağlılık üzerinde durmak gerekir.

Ve yine bu anlamda, devlet lokal statüleri tehdit etmediği sürece lokal statüler de devlet için tehdit olmaz.

Lokal statüler birbirlerine karşı tehdit olmadıkları sürece de ilişkilerdeki istikrarın düzeyi devamlılığı garantilemiş olur.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU