Suriye politikasındaki değişikliği anlamak

Dr. Gökhan Çınkara Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Reuters (Arşiv)

Türkiye'de son günlerin en hararetli tartışma konularından birisi Suriye ile yeni bir ilişki setininin mümkün olup olmadığı üzerine yoğunlaşmakta.

AK Parti elitleri, dışişleri bakanı ve cumhurbaşkanı tarafından, Suriye ile diplomatik ilişkileri kurumsal düzeyde ele almaya yönelik iradenin oluştuğunu işaretleyen açıklamalar yapılıyor. 

Son günlerde Suriye'de mevcut Beşşar Esad yönetimine dair söylemde tonajın oldukça dengeli ve sakin olduğunun da altını çizelim.


Peki Türkiye, Suriye ile ilişkilerini neden revize etmek istiyor?

Bunun birçok nedeni olabilir. Bence burada en baskın hattı, Türkiye'nin iç dinamikleri ile yeni dış politika angajmanlarının uyumlaşması olarak görebiliriz. 

Göçmen/sığınmacı sorunu ekonomik krizle birlikte sıradan insanlar için daha fazla göze batmaya başladı.

Bu toplumsal hoşnutsuzluğun iç siyasette sadece milliyetçi sektörleri değil, toplumun tüm kesimlerini harekete geçirmesi, siyasi aktörleri tutum almaya itiyor. Özellikle iktidar elitlerini.

Öte yandan Ortadoğu bölgesi karışık, karmaşık ve kaygan aktörler ve süreçler arasında Post-İhvan sürece doğru tam yol ilerliyor. Burada başı Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan çekiyor.

Türkiye'nin son aylarda bu sürece paralel dış politik angajmanlar yapmasının birtakım neticeleri de oluyor. Yeni angajmanlar, yeni fırsatları bu da yeni ortaklaşmaları getiriyor.

Birleşik Arap Emirlikleri ve Türkiye arasında hızlı ve etkili bir şekilde ekonomik ve jeopolitik ortaklaşmaların yaratıldığını söyleyebiliriz.

Suriye'ye yönelik hükümet çevrelerinden gelen son açıklamalar da bölgede oluşan yeni düzeni rasyonelleştirme çabaları olarak da okunabilir. 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Temel mesele, Beşşar Esad'ın Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Cezayir gibi bir dizi Arap aktör tarafından tekrar Arap siyaseti içerisinde rehabilite edilmesinden kaynaklanıyor. 

İran nükleer silah ediniminden vazgeçeceğe benzemiyor. Körfez ülkeleri de bunun farkında. İran'ın bu sürecini uzatmak ve onu tavize zorlamak için diplomatik kanalları açık tutuyorlar.

Bir yandan da hem Irak'ta hem de Suriye'de Şii-Arap aktörlere İran patronajına alternatif bir gerçeklik için imkanlar sunuyorlar.

Çünkü her iki ülkede de ekonomi işin içinden çıkılamayacak derecede kötü. Bu kriz hali, aktörlerin kendilerini destekleyen toplumsal grupların tepkisini çekecek ölçüde etkisini genişletiyor.

Zira Ortadoğu'da tek adam veya otoriter rejimler için meşruiyet devşirme topluma transfer ödemelere yapmaktan geçiyor. Çünkü bu ülkelerin kısa süre içerisinde üretim ekonomilerine geçmeleri güç.

Bu sebeple Beşşar Esad yapısal ekonomik problemlerini hafifletmek için en azından Arap siyasetine tekrar dönmesi gerektiğinin farkında.

Körfez ise bu fırsat penceresinde ağırlığını koyarak İran'ı ülkeden çıkaramasa da kendi etkinliğini artırma imkanının olduğuna inanıyor.


Türkiye bu noktada önemli bir aktör. 

Suriye ile en uzun sınıra sahip bir ülke olarak mevcut yönetimle geliştireceği ilişkinin niteliği önemli.

Esad'ın krizi derinleşebilir veya bir diplomatik süreçle karşılıklı adımlar atılabilir opsiyonları masada duruyor.

Türkiye ise şimdilik ikinci tercihin kapasitesini görmek için yeni bir süreç içerisinde.

İç siyasette özgül ağırlığı gün geçtikçe artan sığınmacıların bir kısmını Suriye'ye aktarmayı, mevcut Suriye yönetimiyle ortak bir alanda olabileceğine dair düşünce Türk karar alıcılarda netleşmiş gibi. 

Fakat tüm bunların yönlendirdiği temel dinamikler ise ekonomik daralmanın Ortadoğu'da da tüm hızıyla yayılması ve ulus-üstü kimliklerin (İslamcılık veya Arapçılık) ivmelendirdiği toplumsal mobilizasyonların yerel ve küresel destekten mahrumluğu olarak sayılabilir.  

Türkiye'nin Suriye yönetimiyle iletişimi kurumsallaştırma çabalarında risk ve tehditlerin olduğunu da eklemek gerekir.

Esad ile görüşmenin sonrasında sahada ortaya çıkacak gelişmelerin Suriye muhalefeti üzerinde yaratacağı etkilerin Türkiye açısından ne gibi sorunlar yaratacağı sorusu anlamlıdır.

Bunun yanında bölge ülkeleri özellikle Ürdün ve Suudi Arabistan ile Suriye dosyası üzerinden daha fazla koordinasyona ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. 


Masamdaki kitaplar

Bu aralar okuma listelerimiz kabardı ve masadaki kitapların sayısı artış gösterdi.  

Bunların ilki Kronik Kitap'tan Mehmet Fatih Baş'ın kusursuz çevirisi ile çıkan Christopher Andrew'in kaleme aldığı "Gizli Dünya".

Gizli Dünya.jpg

Bu eser istihbarat olgusunun ve kurumunun tarihsel süreç içerisinde farklı örnekler bağlamında gelişimini çok iyi irdeliyor. 

İstihbarat çalışmaları Türkiye'de akademik disiplin olmaya doğru ilerliyor. Burada kitabın ve Gizli Teşkilatlar Serisi'nin editörü Polat Safi'nin emeği büyük.

Bu tematik seriden şu ana kadar Kronik Kitap altında 12 eser yayımlandı.

Bu kitabı ayrıca sizlere daha ayrıntılı bir şekilde takdim etmeyi düşünüyorum. İstihbarat konusuna meraklılar için Kronik Kitap şimdiden yetkin bir adres oldu.
 

Liderlik.jpg

Gözümün üzerinde olduğu diğer kitapsa eski ABD Dışişleri Bakanı (1973-77) ve Ulusal Güvenlik Danışmanı (1969-75) Dr. Henry A Kissinger'ın kaleminden çıkan 'Liderlik' adlı eser.

Bu kitapta Dr. Kissinger, 6 liderin dünya siyasetindeki konumunu ele alıyor. Liderlerin politik özne olup olmadıklarını girişte sorgulayan yazar ustalıkla bu kavramın önemini açıklıyor.

Runik Kitap'tan Ebru Kılıç'ın leziz çevirisi, Bilal Yakup ve Muhammet Nuri Demirli'nin titiz editörlüğünde çıkan bu eser siyasetçiler, siyaset ve uluslararası ilişkiler öğrencileri için okunması gereken bir eser olarak raftaki yerini aldı.

Runik Kitap okuyucuya kazandırdığı son eserleriyle dikkatleri üzerine çeken bir yayınevi.

Bu eseri de en yakın zamanda çevirmen ve editör kadrosuyla sizlere tanıtmaya çalışacağız.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU