Bingöl'ün Ilıcalar Yatılı İlköğretim Bölge Okulu'nda başladığım öğretmenlik yolculuğu bugün 27. yılını dolduruyor.
Bu süreçte binlerce öğretmen ile iletişim kurdum.
Onların dünyasını içlerinden gelen bir akademisyen olarak gayet iyi biliyorum.
Her 24 Kasım'da aynı cümleleri tekrar etmek yerine bu yıl başka bir şey yapmak istedim: Gerçeğe bakmak.
OECD'nin TALIS (Teaching and Learning International Survey) 2024 raporu elimde. Sayfaları çevirdikçe içimde hem gurur hem hüzün birbirine karışıyor.
Çünkü rapor, Türkiye'nin öğretmeninin hem en büyük kozunu hem de en derin yaralarını aynı anda gösteriyor.
Önce iyi haberlerle başlayalım:
Türkiye'nin öğretmeni genç.
Ortalama yaş 38. OECD'de bu rakam 45.
Yani bizde sınıflara giren insanlar hâlâ değişime, teknolojiye, yeni pedagojilere açık.
Sosyal-duygusal öğrenme becerilerinde özgüvenimiz yüzde 90'ların üzerinde; Kanada'sından Finlandiya'sına birçok "başarılı" ülkenin önünde gidiyoruz.
Öğrenciye sevgiyle dokunan, ilişki kurabilen bir öğretmen profili var elimizde.
Bu, tesadüf değil, stratejik bir servet.
Ama bu servet, doğru yatırılmazsa eriyip gidiyor.
Öğretmenlerin sadece yüzde 21'i maaşından memnun.
OECD ortalaması neredeyse iki katı.
Maaş sadece bir rakam değil; bir meslek için "değerliyim" hissinin en somut göstergesi.
Singapur öğretmenini özel sektörle yarıştıracak maaşa kavuşturuyor, Kanada yeni mezun öğretmene ortalamanın çok üstünde başlangıç veriyor, Finlandiya'da öğretmenlik hâlâ en saygın mesleklerden biri olmayı sürdürüyor.
Bizde ise genç öğretmenler ek ders kovalamak zorunda kalıyor; çünkü temel maaş geçinmeye yetmiyor.
Bu, yavaş yavaş mesleği tüketiyor.
Kapsayıcılıkta ise iç acıtıcı bir tablo var.
Kültürel çeşitlilikle başa çıkabiliyoruz, göçmen çocuklarla aramız iyi; ama özel eğitim gereksinimi olan çocuklar söz konusu olduğunda öğretmenlerin sadece yarısı kendini yeterli hissediyor.
O çocuklar sınıfta, öğretmenin karşısında, ama öğretmen "Ne yapacağımı tam bilmiyorum" demek zorunda kalıyor.
İtalya'da her özel gereksinimli çocuğun yanında tam zamanlı destek öğretmeni var.
Norveç'te bu eğitim lisans yıllarında zorunlu ders olarak veriliyor.
Bizde ise rehber öğretmen başına 500'e yakın öğrenci düşüyor.
Bu yalnızlık, öğretmeni de çocuğu da tüketiyor.
Ve en acı vereni: Genç öğretmenlerimiz çok, ama neredeyse hiçbirine gerçek bir mentor verilmiyor.
İlk yıllarında en çok desteğe ihtiyaç duydukları dönemde yapayalnız bırakılıyorlar.
Japonya'da her yeni öğretmene 1 yıl boyunca kıdemli bir koç eşlik ediyor.
Avustralya'da mentorluk için ders yükü azaltılıyor.
Estonya'da 2 yıllık zorunlu mesleki uyum programı var.
Bizde ise "Allah'a emanet" diyoruz ve sonra "Niye öğretmenler meslekten soğuyor?" diye soruyoruz.
Bu tabloyu değiştirmek mümkün. Hem de çok net 3 adımda:
- Birincisi: Öğretmenlik yeniden saygın ve sürdürülebilir bir meslek haline getirilmeli. Toplumsal entropi yaşayan öğretmenlik mesleği tekrar ayağa kaldırılmalı. Başlangıç maaşı OECD ortalamasındaki ülkelerle yarışacak seviyeye çıkarılmalı, ek ders bağımlılığı bitirilip temel maaş geçinebilir kılınmalı, kariyer basamakları liyakate dayalı ve şeffaf olmalı. Öğretmen, "Ben bu mesleği seçtiğime değiyor" diyebilmeli.
- İkincisi: kapsayıcı eğitim lafta değil, sahada gerçekleşmeli. Her okulda en az bir tam zamanlı özel eğitim uzmanı, makul sayıda rehber öğretmen ve lisans eğitiminde zorunlu Özel Eğitim Gereksinimi Olan Öğrencilere (SEN – Special Education Needs) modülleri konulmalı. Artık böylesi çocuklarımız geride kalmasın, öğretmenimiz de kendini çaresiz hissetmesin.
- Üçüncüsü: Hizmet içi eğitim seminer haftası tiyatrosundan kurtulup, yıl boyu süren, okul temelli, öğretmenin gerçek ihtiyacına göre tasarlanmış profesyonel öğrenme topluluklarına dönüşmeli. Japonya'daki "Lesson Study" gibi, öğretmenler birlikte düşünüp birlikte gelişebilmeli.
Türkiye'nin elinde genç, ilişki kurmayı bilen, değişime açık bir öğretmen ordusu var.
Bu, birçok ülkenin hayal bile edemeyeceği bir hazine.
Ama hazineyi toprağın altında bırakırsak bir anlamı yok.
Yeni öğretmen yetiştirme modeli olan öğretmen akademileri de artık programı, öğretim elemanları ve diğer altyapı hizmetleri ile kendisini göstermeli...
24 Kasım bir kutlama değil, karar günü olmalı.
Öğretmene yatırım yapmayan bir ülke, geleceğine yatırım yapmıyor demektir.
Öğretmeni güçlü olan toplumlar her zaman güçlü kalmıştır.
Tarih bunu defalarca gösterdi.
Sıra bizde.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish