Ukrayna savaşında kritik bir dönemece girildi.
Washington'ın hazırladığı ve büyük ölçüde Moskova'nın talepleriyle örtüşen taslak planın Kiev'e "günler içinde" imzalanması için baskı yapılması, sadece savaşın geleceğini değil, Avrupa güvenlik mimarisinin genel yönünü de tartışmaya açtı.
ABD Başkanı Donald Trump'ın Zelenski yönetimine doğrudan ve sert bir takvim dayatması, savaşın bitirilmesinden çok, çatışmayı kendi siyasi öncelikleri doğrultusunda hızla kapatma arzusuna işaret ediyor.
Kiev'in önündeki tablo, Ukrayna lideri Volodimir Zelenski'nin ifadesiyle, ülkenin "tarihindeki en zor anlardan biri".
Bir yanda Rusya'nın ağır yıkıma yol açan saldırıları ve yaklaşan sert kış, diğer yanda Washington'dan gelen açık baskı.
Trump yönetiminin hazırladığı 28 maddelik barış taslağı, Ukrayna'nın egemenlik alanını ve gelecekteki manevra kapasitesini ciddi biçimde sınırlandıracak hükümler içeriyor.
Donbas'ın tamamen bırakılması, ordunun küçültülmesi, uzun menzilli silahlardan vazgeçilmesi ve NATO üyeliği kapısının kapanması, Kiev açısından doğrudan güvenlik riski anlamına geliyor.
Taslak ayrıca 600 bin asker sınırı, NATO'ya anayasal olarak girememe şartı, Rusya ile ABD'nin başını çekeceği geniş bir saldırmazlık anlaşması ve donmuş Rus varlıklarının Ukrayna'nın yeniden inşasında kullanılması gibi maddelerle hem askeri hem de ekonomik ve siyasi bir yeniden dizayn öneriyor.
Trump'ın sert baskısının arka planı
Trump'ın Kiev'e yönelik baskısı, Washington'ın savaşı kendi belirlediği bir çerçeve içinde ve hızlı biçimde sonlandırma isteğiyle doğrudan ilişkili.
Biden döneminde kurulan geniş Ukrayna destek koalisyonunun aksine Trump, ABD'nin yükünün azaltılmasını ve Rusya ile daha pragmatik bir ilişki kurulmasını önceleyen bir yaklaşım izliyor.
Bu yaklaşımın merkezinde, Moskova ile daha önce öne çıkardığı "iyi ilişkiler" vurgusu yer alıyor.
Beyaz Saray'daki açıklamasında Putin'le olan iletişimine atıf yapması, barış anlaşmasını bu kişisel ilişki üzerinden şekillendirme arzusunu gösteriyor.
Ayrıca planın Trump başkanlığında kurulan bir "Barış Konseyi" tarafından denetlenmesinin öngörülmesi, Washington-Moskova eksenini Avrupa güvenlik düzeni üzerinde kurumsallaştırma girişimi olarak yorumlanıyor.
Trump yönetiminin tanıdığı süre kısaldıkça baskı düzeyi de artıyor.
İstihbarat paylaşımının askıya alınması, yardım hatlarının daraltılması gibi adımlar, Ukrayna'nın savaş alanındaki kapasitesine doğrudan etki ediyor.
Washington böylece Kiev'e diplomatik baskı yanında, operasyonel bir baskı da uygulamış oluyor.
Trump'ın, "Eğer beğenmezse savaşmaya devam eder" sözleri, meselenin Kiev'in tercihine bırakılmış teknik bir konu değil, ABD'nin belirlediği çerçeveye uyulması gerektiği yönünde bir siyasi direktif olduğunu ortaya koyuyor.
Planın hazırlanış biçimi de dikkat çekici.
Taslak, Trump'ın temsilcisi Steve Witkoff ile Putin'in özel elçisi Kirill Dmitriev tarafından yazıldı; Avrupa ülkeleri ve Ukrayna sürece dâhil edilmedi.
Bu durum, planın ağırlık merkezinin Washington-Moskova hattında kurulduğunu, Avrupa güvenlik dengelerinin ise ikincil planda kaldığını gösteriyor.
Uluslararası basında taslağın dilindeki bazı ifadelerin Rusçadan çevrilmiş izlenimi verdiği yönündeki değerlendirmeler, Moskova'nın metnin ruhu üzerindeki etkisine işaret eden bir diğer unsur olarak öne çıkıyor.
Kiev ABD desteği olmadan ne kadar direnebilir?
Zelenski'nin, Ukrayna'nın "ulusal haysiyeti" ile büyük bir müttefiki kaybetme riski arasında sıkıştığını söylemesi, ülkenin stratejik açmazını açık biçimde ortaya koyuyor.
Rusya'nın enerji altyapısını sistemli biçimde hedef aldığı, milyonlarca insanın elektriksiz kalacağı bir kışa girilirken, Kiev'in savaş kapasitesi Batı desteğine bağımlı durumda.
ABD istihbaratının geçici olarak kesilmesi bile, cephedeki birliklerin kritik bilgilerden yoksun kalmasına yol açtı; bu, ABD desteğinin ne kadar belirleyici olduğunu gösteren somut bir örnek.
Avrupa ülkeleri Zelenski ile dayanışma görüntüsü verdi; Macron, Merz ve Starmer, Washington'ın taslağına eleştirel yaklaşarak savaşın "adil ve kalıcı" biçimde sonlandırılması gerektiğini vurguladı.
Ancak AB'nin askerî kapasitesi hâlâ dağınık ve ABD'nin sunduğu ölçekle karşılaştırıldığında sınırlı.
Bu nedenle Avrupa'nın tek başına Ukrayna'yı ayakta tutabilecek bir sistem kurması kısa vadede mümkün görünmüyor.
Ayrıca AB içerisinde de tam bir birliktelik bulunmuyor:
Almanya planı henüz "gerçek bir taslak olmayan başlıklar dizisi" olarak görürken, Fransa "teslimiyet barışı olamaz" çıkışı yapıyor; Polonya ise Ukrayna'nın savunma kapasitesini kısıtlayan maddelere sert biçimde karşı çıkıyor.
Dolayısıyla Ukrayna'nın ABD'den tamamen bağımsız bir savunma stratejisi geliştirmesi şu aşamada gerçekçi değil.
AB desteği önemli olsa da savaşın mevcut yoğunluğu düşünüldüğünde Washington'dan gelecek taktik, operasyonel ve stratejik destek olmadan Ukrayna'nın direncinin zayıflayacağı açık.
Avrupa dışındaki aktörler ise daha sınırlı bir etkiye sahip:
Türkiye, arabuluculuk rolünü korurken Çin ve Hindistan daha temkinli ve genellikle müzakereyi teşvik eden açıklamalarla süreci uzaktan izliyor.
ABD'nin dayattığı plan kabul edilirse ne olur?
Trump'ın sunduğu çerçevenin kabul edilmesi, Ukrayna için büyük bir stratejik kırılma anlamına gelir.
Öncelikle Donbas'ın terk edilmesi, ülkenin toprak bütünlüğünün uzun vadede geri dönülemez şekilde tahrip olmasına yol açar.
Ukrayna ordusunun küçültülmesi ve uzun menzilli silahların yasaklanması ise ülkenin gelecekteki savunma kapasitesini ciddi ölçüde sınırlar.
Üstelik savaş yoluyla toprak kazanımının fiilen tanınması, uluslararası hukuk açısından da tehlikeli bir emsal oluşturur ve benzer krizlerde saldırganlığı teşvik edecek sonuçlar doğurabilir.
Zelenski'nin yaptığı uyarı bu nedenle dikkat çekicidir:
Böyle bir anlaşma "özgürlük ve adaletten yoksun bir gelecek" anlamına gelebilir.
Ukrayna kamuoyunun taslağı büyük ölçüde "teslimiyet" olarak nitelemesi, içerde siyasi maliyetin de yüksek olacağını gösteriyor.
Üstelik Zelenski yönetimi zaten bir yolsuzluk skandalının ardından iç baskıyla karşı karşıya.
Avrupa açısından sonuçlar daha geniş bir jeopolitik ölçeğe yayılacaktır.
Bir AB yetkilisinin söylediği gibi "işgalin ödüllendirilmesi" uluslararası sistemde tehlikeli bir emsal oluşturur.
Bu Rusya gibi, başka aktörlerin de komşu ülkelere yönelik hesaplarını cesaretlendirebilir.
Avrupa'nın güvenlik mimarisi Soğuk Savaş'tan bu yana ilk kez bu ölçekte bir kırılma riskiyle karşı karşıya kalır.
Ayrıca Ukrayna'nın askeri olarak zayıflatılması ve NATO'ya kapısının kapanması, Rusya'nın Doğu Avrupa'da etkisini derinleştirmesi için geniş bir manevra alanı açar.
Nitekim Avrupalı uzmanların planı "Avrupa'da en baskın gücün Rusya olmasına kapı aralayan" bir metin olarak yorumlaması bu ihtimalin ciddiyetini gösteriyor.
ABD'nin içinde de bu taslağa yönelik görüş ayrılıkları belirginleşmiş durumda; Trump yönetimi planı bir "uzlaşı" olarak sunarken, muhalif çevreler bunun Putin'i ödüllendiren bir zemin yarattığını savunuyor.
Transatlantik ilişkilerin iç dengesi de bu süreçten etkilenir.
AB ülkeleri Trump taslağına açıkça karşı çıkarken, Washington'ın Avrupa'nın itirazlarını dikkate almadan Moskova ile müzakere yürütmesi, Atlantik ittifakındaki stratejik birlik fikrini zayıflatabilir.
Sonuç: Baskı, çatışma ve kırılgan gelecek
Trump yönetiminin Ukrayna'ya sunduğu çerçeve, savaşın bitirilmesinden çok, siyasi maliyetleri minimize eden hızlı bir çözüm arayışını yansıtıyor.
Ancak bu yaklaşımın hem Ukrayna hem Avrupa için yaratacağı sonuçlar derin ve uzun vadeli olabilir.
Kiev'in önündeki seçenekler oldukça sınırlı:
Büyük güçler arasındaki pazarlığın içinde sıkışmış bir ülke olarak ya ağır tavizler verecek ya da ABD desteğinin zayıfladığı bir ortamda Rusya'nın baskısına karşı direnmeye çalışacak.
Avrupa'nın bu denkleme müdahil olma kapasitesi artmakla birlikte tek başına belirleyici olmaya yetmiyor.
Bu nedenle Ukrayna'nın geleceği, büyük ölçüde Washington'ın yaklaşımının gidişatına bağlı olmaya devam ediyor.
Bu planın kabulü ya da reddi yalnızca bugünkü savaşın değil, Avrupa'nın 21'inci yüzyıldaki güvenlik düzeninin temel parametrelerini belirleyecek bir stratejik eşik niteliğinde.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish