Sıfır atık yaklaşımının dertlerimize derman olması için ne yapmalı?

Dr. Baran Bozoğlu Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: TC Çevre ve Şehircilik Bakanlığı (www.csb.gov.tr)

12 Temmuz 2019 Cuma sabahına 2017 yılından bu yana beklenen bir yönetmelik ile uyandık. Sıfır Atık Yönetmeliği… 

Cumhurbaşkanı Sn. Recep Tayyip Erdoğan’ın eşi Sn. Emine Erdoğan tarafından sahiplenilen ve kamuoyu ile paylaşılan Sıfır Atık Projesi toplumda ve atık yönetimi alanındaki tüm paydaşlarda ciddi bir farkındalık yarattığını kimse inkar edemez. Bu farkındalığın ardından birçok kamu kurumunda sıfır atık projeleri, eğitimleri başlatıldı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve il müdürlükleri onlarca eğitim, tanıtım yaptılar. Valilikler, kaymakamlıklar sahiplendi, ticaret odaları, sanayi odaları seminerler düzenledi. Televizyonlar kamu spotu yayınlamak için sıraya girdi. Bütün bu çalışmalar devam ediyor. Bazı ülkeler için ise kavram yeni değil, Kanada, İskoçya, Japonya gibi ülkelerde sıfır atık yaklaşımı döngüsel ekonomi yaklaşımı üzerinde hayata geçirilmiş durumda. 

Çevre politikasının, atık politikasının, iklim politikasının uzun vadeli devlet politikası haline gelmesi gerektiğini, bütün kurumların bu politikalar üzerinden kendi politikalarını belirlemesi gerektiğini çok uzun süredir vurguluyorum. Kamu kurumları arasındaki hiyerarşide hep geri planda kalan Çevre Bakanlığı’nın uyguladığı olumlu çalışmaların aslında mali yapıyı da güçlendireceği, sağlık yatırımlarının maliyetini azaltacağını, tarım alanlarımızın verimliliğini arttıracağını asla unutmamak gerekiyor. Özetle, henüz başarıldığını söyleyemiyoruz ama Sıfır Atık Projesi bir devlet politikası haline dönüşebilme potansiyeli taşıyor. 

Sıfır Atık yaklaşımı 29 Kasım 2018 tarihinde TBMM’de kabul edilen kanun değişikliği ile Kanunda yerini aldı. Aynı düzenlemede, plastik poşetlerin de paralı hale getirileceği kanunda yerini almıştı. Aslında yönetmelikle daha önce belirlenen bu düzenleme 2 yıl ertelenmişti, kanunda yer alınca birden tekrar gündeme geldi ve günlerce tartışıldı, hatta zaman zaman hala gündeme gelebiliyor. Kuşkusuz en çok tüketilen malzemelerden birisine, plastik poşete dair azaltımı hedeflemeden Sıfır Atık Projesi’ni başarıya ulaştırmak mümkün değildi. 

12 Temmuz’da ise bütün bu sürecin ve çalışmaların bir alt mevzuatı yayınlandı. Sıfır Atık Yönetmeliği ile nüfusu 250 binden fazla olan büyükşehirlerdeki ilçe belediyeleri 31.12.2020; az olanlar 31.12.2021, büyükşehir olmayan illerdeki ilçeler 31.12.2022; kamu kurum ve kuruluşları 01.06.2020; OSB’ler, havalimanları, limanlar, 100 yatak kapasiteli hastaneler, 100 oda ve üstü oteller gibi atığı fazla tesisler 31.12.2020 yılına kadar bu Sıfır Atık Yönetim Sistemi’ne geçmek için İl müdürlüklerine ilgili belgeleri sunmak ve temel sıfır atık belgesini almak zorundalar.

Ayrıca, yine yönetmelikte tanımlanan birçok tesis bununla kalmadan, 1 yıl sonra atığını en az yüzde 15 oranında azaltarak, puanlama kriterlerine göre gümüş, altın veya platin sıfır atık belgesi almak zorunda. Yani zorunlu bir atık azaltımını da yönetmelik ön görüyor. İçerisinde paydaşların görevlerini tanımlayan yönetmeliğin detaylarına girmeyeceğim. Çevre mevzuatındaki en anlaşılabilir, basit dile sahip bir yönetmelik olarak ilgilenenlerin okuyarak kolaylıkla anlaması mümkün. 

Atığımızı hali hazırda doğru yönetebiliyor muyuz?

Peki, Sıfır Atık Projesi’nden önce ülkemizde atıkların yönetimine dair bir mevzuat ve uygulama yok muydu? Elbette vardı. Ülkemizde atıkların yönetilmesine yönelik olarak 16 yönetmelik, 9 tebliğ, 19 genelge var. Çevre ve Şehircilik Bakanlığından yetki almış (lisans) 715 adet atık toplama ayırma tesisi, 1135 adet ambalaj atığı geri dönüşüm tesisi bulunuyor. 

Ancak bütün bu olumlu sayılara rağmen ekonomik değeri gittikçe artan, dışa bağımlılığı azaltacak, geri dönüşüme etkin bir şekilde uğrayabilen ambalaj atıklarının kaynağında ayrı toplanmasında, taşınmasında, geri dönüşümünde yani yönetiminde başarısız olduğu çok açık. Ülkemizde ambalaj atıkları ile organik atıkların, pillerin vb. kaynağında (evlerde, işyerlerinde) ayrı toplanma oranı yüzde 1. Daha iyi anlatmak gerekirse atıklarımızın yüzde 99’u karışık toplanıyor, ambalaj atıklarımızın geri dönüşe uğrayabilmesi için ekstra harcama yapmak gerekiyor. 

Öte yandan figür 1’de göre gösterildiği üzere, atıklarımızın yüzde 90’ı depolama alanlarına (vahşi yani izinsiz, doğaya ya da izinli düzenli depolama sahalarına) yüzde 10’u da geri dönüşüm tesislerine gidiyor. Ülkemizin de içerisinde yer aldığı OECD ülkelerindeki ortalama ise yüzde 36 oranında geri dönüşüm ve kompostlama, yüzde 20 oranında enerji geri kazanımı amaçlı yakma, yüzde 42 oranında ise depolama uygulanmaktadır. Ülkemizde 20 yılı aşkındır uygulanan atık yönetimi çalışmalarının geldiği nokta bu anlamda oldukça yetersiz. 

 

grafik.png
Atık yönetiminde uygulamalara göre OECD ülkeleri ortalaması ve Türkiye karşılaştırması​​​​​​​

 

Dolayısıyla Sıfır Atık yaklaşımı atık yönetimi ve paydaşları için bir “umut” niteliği taşıyor. 

Sıfır Atık Projesi bir devlet politikası olabilir mi?

Atık yönetiminden güncel bir yaklaşım olan Sıfır Atık Projesinin doğamız, ekonomimiz için umut olması, bir devlet politikası olabilmesi için ne yapmak gerekir?

Büyük bir kesimde atıkların doğru yönetilmediği, ayrı toplansa bile kamyonlarda tekrar karıştırılıp ayrı toplamanın işlevsiz hale geldiği, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın sorun çözemediği gibi bir algı olduğunu kabul etmek lazım. Açıkçası bu düşünce gerekçeleri ile birlikte bende de var… Dolayısıyla kendi adıma, Sıfır Atık Projesi’nin umut olabilmesi ve devlet politikası olarak uzun vadeli görülebilmesi için atılması gereken somut adımlara ihtiyaç var… 

Gaziemir…

Birincisi, ülkemizin alnında kara bir leke olarak duran İzmir Gaziemir’de radyoaktif ve tehlikeli atıkların bulunduğu alanın 10 yıl önce tespit edilmiş olmasına rağmen hala bu atıkların alandan kaldırılmamış olması… Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndaki personelin, bürokratların bu konuda çalışmalar yaptıklarını biliyoruz ancak Türkiye Atom Enerjisi Kurumu radyoaktif atıklardan asıl sorumlu olan kurum. Radyoaktif atıklar ortamdan temizlenmeden, tehlikeli atıkların alınması ve bölgenin rehabilite edilmesi ise mümkün değil. TAEK’in hala neden bu çaba içerisine girmemesi ise Sıfır Atık Projesi’nin yaratması beklenen algının, devlet politikası haline dönüşmesinin henüz başarılamadığını gösteriyor. 

İthal atık sorunu

İkinci önemli mesele ise ithal atık sorunu… Ülkemiz tehlikeli, radyoaktif atıkların gelmesi yasak. Ancak geri dönüştürülebilir atıkların ithalatı ve ihracatı için herhangi bir engel ve kısıtlama söz konusu değil. Kağıt atıkları, plastik ve metal atıkları hem ithal ediyor hem de ihraç ediyoruz ancak arada ton ve para olarak ciddi fark var, ithalatımız çok daha fazla ve bu da cari açığı arttırıyor.

İthal atık miktarındaki hızlı artışın sebebi ise Çin’in artık yurtdışından ithal atık alımını kısıtlaması. Bu nedenle örneğin, 2004 yılında AB’nin ihraç ettiği atıklarının yüzde 20’si Türkiye’ye gelirken 2018 yılında bu oran yüzde 35’e dayandı. 2016 yılında 159 bin 569 ton olan ithal plastik atık miktarı 2017 yılında 261 bin 863 ton ve 2018 yılında ise 439 bin 909 tona ulaşmış durumda. 2017 yılında bu ithalattan kaynaklı cari açık 52 milyon avroyu aştı… Figür 2’de Çin’e giden atıktaki ciddi azalmayı ve ülkemizdeki artışı net bir şekilde görebiliyoruz. 

 

grafik.jpg 2.jpg
AB'deki atıkların yıllara göre gittiği ülkelerdeki oransal değişim (%)

 

Akıllara “İyi de, biz petrolde dışa bağımlı bir ülkeyiz o nedenle atıklardan plastik elde etmemiz iyi bir şey” diye gelebilir. Ancak meselenin görünmeyen birkaç boyutu var. Gelen ithal atığın denetimi bilimsel ve sıkı bir şekilde yapılmıyor, hatta İngiltere, AB, ABD’den bu atıkları gönderen kuruluşların üzerine para verdiklerine dair bir iddia da var. Bu atıkların en kalitelileri gelse bile bir kısmı geri dönüşüme uğratılamıyor ve çöp niteliğine sahip. Hali hazırda gelen atığın yüzde 40’a yakınının (iyimser bir tahminle) geri dönüştürülemediği tartışılıyor.

Sokak Toplayıcıları Derneği’nin paylaştığı fotoğraflarda bu atıkların kalitesiz olduğunu gösteriyor. Ek olarak, TMMOB Çevre Mühendisleri Odası’nın Ticaret Bakanlığına ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na yazdığı yazılardaki denetime dair soruya iki bakanlık da topu birbirine atarak “cevap” vermemiş durumda… Uluslararası basında ise konu birçok defa ele alındı. İthal atık alımının artmasının kendi atıklarımızın ayrı toplanıp, geri dönüşüme uğratılmasını da sekteye uğrattığını, atık plastik, atık kağıt fiyatlarının düştüğü bir gerçek. 

Özetle, ithal atık konusu krize dönmüş durumda, bu meseleyi mevzuat ve uygulama bazında çözüme ulaştırmadan Sıfır Atık Projesi’nin hedeflediği başarıya ulaşması ve devlet politikası haline dönüşmesi zor olacaktır. 

Sokak atık toplayıcıları

Üçüncü kritik mesele ise bu zamana kadar mevzuatta, hukukta yok sayılan ama pratikte somut olarak var olan ve saygıları çığ gibi gittikçe büyüyen sokak atık toplayıcıları konusu. Bir iddiaya göre, Türkiye’nin tamamında sokakta toplanan atıktan geçimini sağlayan insanların sayısı 200 bine ulaştı. Bunların içerisinde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının dışında Suriye, Afganistan gibi ülkelerden gelen insanlarda olduğu biliniyor. 

Siyasetçilerin ve bürokratların birçok defa sokak atık toplayıcılarını da artık hukuken yok saymayacaklarını ve mutlaka sisteme entegre edilmelerini sağlayacakları yönünde açıklamaları olmuştu. Bu konuda ben de birçok platformda bu ihtiyacı dile getirmiştim. Sıfır Atık Yönetmeliği’nde bu konunun çözümü, etkinliği ve yetkinliği Belediye başkanlarının tavrına dayalı olan kent konseylerine bırakılmış durumda. Kuşkusuz başka alt mevzuatlar da (tebliğ, genelge vb.) bu yönetmeliğe dayanılarak yayımlanacak ve belki bu sorunun çözümü daha somut hale getirilebilecektir, ancak yeni yönetmeliğin sokak atık toplayıcıları meselesine derman olamadığı çok açık. 

Dolayısıyla, fiilen büyük iş başaran, kaynağında ayrı toplama sorunumuza çözüm olmaya çalışan ancak uygun olmayan koşullarda çalışmak durumunda kalan, zaman zaman zabıta baskısına maruz kalan ancak hukuken yok sayılan, statüleri tanımlanmamış sokak atık toplayıcıları sorununa çözüm netleştirilmeden Sıfır Atık Projesi’nin başarıya ulaşması ve bir devlet politikası olması oldukça zor… 

Çevre sektörü

Diğer konu ise çevre sektörünün hali… Toplama ayırma tesisleri ambalaj atığı yönetiminde temel bir işleve sahip. Geri dönüşüm tesisleri öncesinde bu tesislerde atıklar hazır hale getiriliyor. Bu tesislerin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan yetki alması gerekiyor ve yetki alabilmeleri için gerekli olan koşullar (fiziki, idari ve mali) 2018 yılında yeniden tanımlandı, birçok tesis kredi çekerek tesislerini revize etti ve yeni mevzuata uyumlu hale geldi. Ancak yeni sistemde onlar da tedirgin. Birçok insana istihdam sağlayan bu yapılar Belediyelerle anlaşarak süreci yürütmeye çalışıyorlardı. Şimdi ise nasıl bir yöntemle ayakta kalacaklar, finansal koşullar nasıl tasarlanacak bu konuda şüpheleri giderilmiş değil. 

İdari yapılanmadaki çelişkiler

Ayrıca bu süreçte dikkat çekici bir gelişme daha oldu; Çevre Kanunu’nda sıfır atık kavramının yer alması ile birlikte Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nda bir yapılanma oldu ve Çevre Yönetimi Genel Müdürlüğü’nün altında Sıfır Atık Daire Başkanlığı kuruldu. Fakat ne hikmetse bu daire birkaç ay sonra kapatıldı… Sanırım bu durum da idari anlamda bir plansızlığın göstergesi olarak tarihe not düşüldü. 

Yaptırımlar

Kritik bir diğer konu ise yaptırımlar… Sıfır Atık Projesi’nin uygulanması için kuralların net çizilmesi, kişiye, kuruma göre farklılık göstermemesi, kuralların uygulanması gerekiyor. Belediyeler sistemlerini kurduktan sonra bu sisteme uymayan binalara, hanelere cezai işlem uygulayabilir. Ancak gelin görün ki, bu işlemler oy kaygısı ile yerine getirilmiyor. Çöpünü belediyenin belirttiği saatin dışında sokağa bırakanlara ceza uygulandığını hiç duymadık. Ama Avrupa Birliği ülkelerinde, ABD’de bu konuda kuralların konulduktan sonra uygulanmaması istisnai bir durum.

Farklı kurumların sahiplenmemesi

OECD ülkeleri ile Türkiye karşılaştırmasında dikkat çekici bir ifade de “kompostlaştırma”. Organik atıkların kompostlaştırılarak tarım alanlarında ve ormanlık alanlarda kullanımı OECD ülkelerinde geri dönüşüm ile birlikte değerlendirilerek yüzde 36 oranı ile değerlendirilmiş. Ülkemizde ise organik atıkların kompostlaştırılma oranı hesaplamalara bile girebilecek düzeyde değil. Bu yöntem Çevre ve Şehircilik Bakanlığı mevzuatında bulunuyor ancak Tarım ve Orman Bakanlığı’nın mevzuatında bir zorunluluk olarak yer almıyor. Büyük bir eksiklik olan ve dünyadaki gelişmeleri geriden takip ettiğimizi de gösteren bu yaklaşım Sıfır Atık Projesi’nin Tarım Orman Bakanlığı’nca tam olarak anlaşılıp sahiplenilmediğini de gösteriyor.  

Sıfır atıktan elde edilen para nasıl yönetilecek?

Son olarak, Sıfır Atık yaklaşımı ile depozito sistemi kurulması teşvik ediliyor ve kurmayan firmalar için de geri kazanım katılım payı ödemesi zorunlu hale geliyor. Bizim de uzun yıllardır depozito yaklaşımının önemini vurguladığımız bir perspektife gelinmiş olması sevindirici, çünkü bu işe birçok büyük firma daha maliyetli olduğu için yanaşmıyordu. Ancak depozito sistemi kurmayan veya kuramayanlar geri kazanım katılım payı ödemek zorunda kalacaklar. Bu pay ciddi bir maddi kaynak yaratılmasını sağlayacak ve bu kaynakta sıfır atık uygulayan belediyelere aktarılacak. Senaryo bu şekilde planlandı. Ancak deprem paralarının yola harcandığı bir ülkede elbette bu yaklaşıma endişeyle yaklaşıyoruz. 

Sıfır Atık Vakfı üzerinden planlanacağı birçok platformda açıkça belirtilen para yönetimi meselesi çok hassas. Siyasi parti ayrımı yapmadan herkese eşit mesafede bu kaynağın dağıtılması büyük bir ihtiyaç ve ancak bu şekilde bir devlet politikası olarak görülebilir sıfır atık projesi… Sıfır Atık Vakfı ve detayları ise henüz görünen alanda netleşmemiş durumda. Bir taslak kanun ortalıkta dolaşıyor ama kaynağı tespit edilememiş durumda, sahiplenen de yok… Dedim ya, sıfır atığa dair daha birçok yapılaşma, mevzuat çalışması yapılmak zorunda. Zamanla hep birlikte görüp değerlendireceğiz. 

Birkaç ana başlıkta temel sorunları ifade ettim. Sıfır Atık Projesi bir devlet politikası olma potansiyeli taşıyor ancak biraz daha ana meselelere odaklanılmaya ve samimiyete ihtiyaç var. Umutsuz olmamak lazım. Sürecin çok çeşitli paydaşları var. Ama en önemli paydaş vatandaş. Ülkesini, toprağını, havasını, suyunu, doğasını seven bütün insanların atıklarını ayrı toplaması, bu sistemin olmadığı ortamlarda idari ve toplumsal olarak çaba harcayarak koşulların yaratılmasını Belediyelerinden talep etmeliler.

Umut için Sn. Bakanın memleketi Karapınar iyi bir başlangıç olabilir! 

Çevre ve Şehircilik Bakanı Sn. Murat Kurum’un geçtiğimiz günlerde yaptığı bir basın toplantısında Konya Karapınarlı olduğunu belirttiğini, o bölgedeki dünyanın nazar boncuğu Meke Gölü’ndeki kuraklıktan yakındığını izledim. Sayın Bakan ve ekibi Sıfır Atık konusunda büyük çaba harcıyorlar. Ancak toplumun umuda, başarı hikayelerine ihtiyacı var, sözlere, planlara, mevzuata değil… O nedenle belki Sayın Bakan kendi memleketinde, Meke Gölü’nün çok yakınında oluşan; yasalara, yönetimindeki Bakanlığın mevzuatına aykırı olan çöplüğü, vahşi depolama alanı sorununu çözerek bir başarı hikayesi yaratabilir ve Sıfır Atık Projesi’nin önemini gösterebilir…

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU