Kongo: Güçlü olanın çıkarları bir kez daha insani değerlerin önünde

Sare Şanlı Independent Türkçe için yazdı

Ruanda ve Kongolu yetkililer, 27 Haziran 2025 tarihinde Donald Trump'ın gölgesinde Beyaz Saray'da imzaladıkları "barış" anlaşmasıyla, Kongo halkının kaderini bir kez daha Batı'nın çıkarları uğruna feda etti. 

Daha 5 ay önce Kongo'daki en büyük yardım kuruluşu olan USAID'i kapatarak milyonlarca Kongolunun temel ihtiyaçlara erişimini engelleyen Trump, şimdi ülkeye (ve bölgeye) refah ve barış vadediyor üstelik bir de Nobel Barış Ödülü'ne layık görülmeyi bekliyor!

Amerika'nın Kongo'ya barış değil, stratejik çıkarları doğrultusunda sömürü düzeni getirdiğini görmek için tarihsel belleği tazelemek yeterli.

1960'ta CIA destekli operasyonla devrilen Patrice Lumumba'dan, Mobutu diktatörlüğünün desteklenmesine ve şimdi Felix Tshisekedi'nin Washington'a bağımlı yönetimine uzanan süreç, Amerika'nın yıkıcı politikalarının devamı niteliğinde.

Bugün "barış" adı altında, maden kaynaklarına daha kolay erişim sağlayacak yeni bir işgal süreci başlatılıyor.

19.'uncu yüzyılda Afrika'ya "medeniyet" götürdüğünü iddia eden Batı, bugün aynı kibirle barış ve kalkınma söylemlerini araçsallaştırarak kıtanın kaynaklarını yağmalıyor. 


Savaş iki ülke arasında değil

Kongo'da yaşananlar, Ruanda ve Uganda'nın öncülüğünde, Amerika Birleşik Devletleri ve diğer Batılı güçlerin desteğiyle yürütülen 30 yıllık bir işgal, yağma ve yıpratma savaşı.

Savaşın başladığı 1996 yılından bu yana yaklaşık 6 milyon Kongolu hayatını kaybetti, yüz binlerce kadın sistematik şekilde tecavüze uğradı.

Doğu Kongo'nun neredeyse tamamı, Batı'nın yıllardır doğrudan veya dolaylı olarak desteklediği milis gruplar tarafından yağmalanmaya devam ediyor.

Ruanda Devlet Başkanı Paul Kagame yönetimi, savaş boyunca Batılı devletlerden silah, finansman, eğitim, askeri donanım ve diplomatik koruma gördü.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Ruanda'nın bölgedeki askeri varlığı arttıkça, Batılı şirketler Kongo'nun madenlerine daha kolay ulaştı.

Sadece bu yıl, Ruanda ordusunun, Ruanda sınırına komşu olan Goma kentini işgal etmesi sonucu en az 7 bin Kongolu yaşamını yitirdi.

M23 adlı Ruanda destekli milis grubunun kontrolündeki bölgelerdeki çatışmalar ise yaklaşık 7 milyon insanı yerinden etti. 

Bu ne bir "iç savaş", ne de Batı medyasının "kabile çatışması" klişesiyle açıklayabileceği bir durum.

Kongo'da yaşananlar Batı destekli ve sistematik şekilde yürütülen bir sömürü savaşı.


Savaş suçları cezalandırılmıyor

Kongo'nun kanla yazılan trajedisine son verme iddiasıyla imzalanan "barış" anlaşması adaletin değil, cezasızlığın belgesi niteliğinde.

Anlaşma, çatışmaların baş aktörlerinden biri olan Ruanda destekli M23 isyancı grubuna dair bir yaptırım ya da sorumluluk mekanizması içermiyor.  

Doha'da yapılacak "ayrı görüşmeler" adı altında, savaş suçlusu M23'e diplomatik zemin hazırlanıyor.

Dahası, anlaşma metninde asıl tehdit olarak sıkça mevcut Ruanda hükümetini devirmeyi amaçlayan FDLR (Ruanda'nın Kurtuluşu İçin Demokratik Güçler) gösteriliyor.

Ruanda yönetimi, 1994 soykırımıyla bağlantılı Hutu isyancıların oluşturduğu FDLR grubunu bahane ederek bölgedeki askeri varlığını meşrulaştırmaya çalışıyor. 

Friends of the Congo Direktörü Maurice Carney'e göre, Ruanda askerlerinin Kongo'dan çekilmesini değil, Ruanda'nın "savunma önlemlerini" gevşetmesini öneren anlaşma Ruanda'nın işgalini meşrulaştırıyor.

Carney, "savunma önlemleri" kavramının, İsrail'in Gazze'de Filistin halkına karşı bir soykırım gerçekleştirirken kendini savunduğunu iddia etmesinden farklı olmadığına dikkat çekiyor. 

Geçmişte yaşanan sayısız haksızlığa, insan hakları ihlaline, milyonlarca insanın canına, tecavüze uğrayan kadınlara, yağmalanan kaynaklara karşın bu sözde barış anlaşması Ruanda'dan hiçbir bedel talep etmiyor. 

Uluslararası Af Örgütü'nün Genel Sekreteri Agnes Callamard da anlaşmanın adaletten uzak olduğunu açıklamasında dile getirdi:

Doğu Kongo'da işlenen korkunç suçların cezasızlığı ele alınmadan, anlaşma uzun süredir devam eden çatışmanın itici gücünü kararlı bir şekilde ele alma fırsatını kaçırmıştır.


Kongo'da dünya kobalt üretiminin yüzde 70'i gerçekleştiriliyor.

Ruanda ise kaynaklarında çok sınırlı kobalt olmasına karşın M23 aracılığıyla Kongo'dan daha fazla kobalt ihraç ediyor.

Anlaşma maden kaynaklarının Ruanda ve ABD şirketleri tarafından kullanılmasının yolunu açıyor. 

Ek olarak, anlaşma silah bırakmayı teşvik etmek yerine milisleri silahlı güçlere entegre etmeyi öneriyor; geçmişte bu yöntem M23'ün yükselmesine zemin hazırlamıştı. 


Asıl hedef madenler

Trump'ın nerede olduğunu bilmediği Kongo'ya ani ilgisi elbette insani kaygılardan değil. 

ABD liderinin tek amacı, kıtadaki kritik madenlerin çoğunu elinde tutan Çin ile rekabet ederek bu minerallere direkt ve ucuza ulaşmak.

Tahmini olarak 24 trilyon dolar değerinde yer altı zenginliğine sahip olan Kongo, sadece küresel teknoloji değil, aynı zamanda jeopolitik rekabetin de merkezine yerleşmiş durumda. 

Kongo'daki madenlerin büyük bir kısmının Çinli şirketlerin kontrolünde olması ABD için kabul edilemez bir stratejik tehdit oluşturuyor.

Trump yönetimi, "barış" görüşmelerini kullanarak Çin'in etkisini kırmayı ve ABD şirketlerine madenlere erişim yolunu açmayı planlıyor.

Ancak bu plan sadece ekonomik değil, askeri bir müdahaleyi de gerektiriyor.

Barış anlaşmasında ABD'nin "Doğu Kongo'nun güvenliğini sağlama" taahhüdü, aslında maden bölgelerine kesintisiz erişim garantisi anlamına geliyor.

Bu süreçte devreye Blackwater'ın kurucusu Erik Prince giriyor.

West River adlı şirkette hissesi olduğu iddia edilen Prince'in Kongo'da bakır madeni lisansı bulunuyor. 

Trump'ın 2016 seçim kampanyasının finans eş başkanı Gentry Beach de Kongo'nun doğusundaki Rubaya koltan madeni için pazarlık yapıyor.

İlginç olan, bu madenin Ocak 2025'te Ruanda destekli M23 milisleri tarafından işgal edilmesinin ardından ABD'li şirketlerin bölgeye ilgisinin aniden artmış olması.

Rusya da bu mücadelenin dışında değil.

Wagner paralı askerleri, Orta Afrika Cumhuriyeti'nde madenlere erişim karşılığı askeri destek sağlarken, ABD'nin bölgedeki etkisi giderek azalıyor.

Dolayısıyla bölge küresel güçlerin jeopolitik satranç tahtasına dönüşmüş durumda.


Türkiye'yi reddetti Amerika'ya koştu

Ocak ayında Kongo'da yeniden alevlenen çatışmaların ardından, şubat ayında ekonomik ve diplomatik temaslar kapsamında Türkiye'yi ziyaret eden Ruanda Devlet Başkanı Paul Kagame, bölgedeki tansiyona da değinmiş ve Ankara'dan arabuluculuk çağrısında bulunmuştu.

Türkiye bölgede barışın tesisi için her türlü katkıya hazır olduğunu açıklamıştı.

Ancak Kongo lideri Felix Tshisekedi, bu teklifi "Afrika'nın sorunlarına Afrikalı çözümler gerekir" diyerek reddetmişti. 

Aynı Tshisekedi, kısa süre sonra ABD'ye yönelerek ülkesinin maden kaynaklarına erişim sözü verdi ve arabuluculuk rolünü Washington'a devretti.

Tshisekedi'nin Washington'a yaptığı teklif, Afrika'nın içinde debelendiği kısır döngünün ta kendisi: Liderler halklarını değil, iktidarlarını kurtarmak için Batı'yla iş birliğine koşuyor.

Anlaşmanın en büyük kaybedeni ise Kongolular.

Savaşın acılarını yıllardır iliklerine kadar yaşayan bu halk, şimdi de "barış" adı altında madenleri uğruna pazarlık konusu edilen topraklarında daha da kırılgan bir geleceğe sürükleniyor.

Ama aslında bu sadece Kongo'nun kaybı değil.

Uzun vadede, bu anlaşma, Afrika'nın tamamı için yeni bir sömürgecilik biçimini meşrulaştırıyor.

Kıtayı zenginleştirecek madenler, Afrikalılara refah getirmek yerine daha fazla yoksulluk, çatışma ve dışa bağımlılık anlamına geliyor.

Kaynak zengini Afrika, bir kez daha kendi zenginlikleri yüzünden yoksulluğa mahkûm ediliyor.

Çünkü adaletsiz bir barış, sömürünün yeni adıdır.


Bilinen gerçeklerin çaresizliği

Uluslararası medya, Trump'ın Kongo'daki sözde "barış" girişiminin ardındaki gerçekleri açıkça yazıyor.

Pek çok Batılı kaynak, ABD'nin kobalt ve koltan gibi stratejik madenlere ulaşmak için Kongo'ya yöneldiğini belirtiyor.

Ancak bu açıklamalar, yaşananları değiştirmiyor.

Bugün Gazze'de uluslararası hukuk hiçe sayılarak bir soykırım yaşanırken, yarın Kongo'da madenler uğruna insan hakları ihlallerinin süreceği ortada.

Ruanda destekli milislerin katliamları, zorla yerinden edilen köylüler ve madenlerde çalıştırılan çocuklar, bu sistemin kurbanları olmaya devam ediyor.

Güçlü olanın çıkarları, bir kez daha insani değerlerin önüne geçiyor.

 

 

Kaynaklar: 

https://www.ft.com/content/91a66fc6-28e7-4320-a537-eeb8fac34f0d
https://blackagendareport.com/congo-and-rwanda-agreement-will-benefit-west-expense-congolese-people 
https://cd.usembassy.gov/peace-agreement-between-the-democratic-republic-of-the-congo-and-the-republic-of-rwanda/ 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU