Otokratik rejimlerin nükleer silah peşinde koşmasının ardında yatan gerçek nedir?
Bu silahlar gerçekten de "dokunulmazlık" sağlıyor mu, yoksa yeni bir yanılsama mı?
Soğuk Savaş'ın sona ermesiyle birlikte dünya tek kutuplu bir düzenden çok kutuplu karmaşık bir sisteme evrildi.
Bu dönüşümde nükleer silahların rolü de değişti. Artık iki süper güç arasındaki "dehşet dengesi"nden ziyade, yerelleşmiş çatışmalar ve asimetrik tehditlerle karakterize edilen yeni bir güvenlik ortamı söz konusu.
Bu yeni düzende kritik bir soru ortaya çıkıyor:
Nükleer silahlara sahip olmak gerçekten de bir devlete "dokunulmazlık" sağlıyor mu?
Ve eğer öyleyse, bu durum nükleer silah edinmeyi özellikle otokratik rejimler için varoluşsal bir hedef haline mi getiriyor?
Koşullu bir kalkan: Nükleer caydırıcılığın gerçek yüzü
Nükleer silahların en kanıtlanmış işlevi, bir devleti tam ölçekli konvansiyonel bir istiladan korumaktır.
1945'ten bu yana nükleer silahlara sahip büyük güçler arasında doğrudan bir askeri çatışma yaşanmamıştır.
NATO ve Varşova Paktı bile ideolojik rekabetlerini vekalet savaşları üzerinden sürdürmüştür.
Bu "dokunulmazlık" yalnızca sahip olan ülkelerle sınırlı değil.
Almanya ve Japonya gibi nükleer silaha sahip olmayan ancak güçlü müttefiklikleri bulunan ülkeler, "genişletilmiş caydırıcılık" sayesinde benzer bir koruma altındadır.
Her iki ülke de kendi nükleer programlarından vazgeçerek güvenliklerini ABD'nin nükleer şemsiyesine dayandırmıştır.
Ancak bu koruma mutlak değildir. Nükleer silahlar, konvansiyonel istilaya karşı güçlü bir kalkan sunarken, modern dönemin diğer tehditlerini ele almada yetersiz kalır.
Modern tehditler karşısında sınırlar
Ekonomik yaptırımlar ve siyasi baskı gibi yumuşak güç araçlarına karşı nükleer silahlar çok daha az etkilidir.
Paradoksal olarak, nükleer program peşinde olan devletler genellikle bu yaptırımların hedefi haline gelir.
Kuzey Kore ve İran örnekleri, "içe dönük rejimlerin" bu baskıları göze alarak programlarına devam edebildiklerini göstermektedir.
Daha da önemlisi, 21'inci yüzyılın en büyük tehditlerinden biri olan siber saldırılara karşı nükleer silahlar neredeyse işlevsizdir.
Bir siber saldırıya nükleer silahla karşılık vermek hem orantısız hem de kaynağın belirlenmesindeki zorluklar nedeniyle sorunludur.
Aksine, nükleer sistemler ve komuta-kontrol yapıları siber tehditlere karşı paradoksal olarak savunmasız hale gelmektedir.
Stuxnet saldırısı bu gerçeğin somut bir örneğidir. Gelişen yapay zeka ve otonom teknolojiler, nükleer silahların yanlışlıkla kullanılma riskini artırabilir, karar vericilerin aldığı bilgiyi manipüle edebilir veya sahte alarmlara yol açabilir.
Otokratik zorunluluk: Neden her rejim nükleer silah istiyor?
Nükleer silah edinme çabalarının temelinde, özellikle otokratik rejimler için rejim bekası hedefi yatıyor.
Bu yönetimler, dış müdahaleler ve rejim değişikliği tehditleri karşısında kendilerini varoluşsal olarak savunmasız hissediyorlar.
Kuzey Kore askeri komutanlığının "Bu topraklar ne Balkanlar ne de Irak ve Libya'dır" açıklaması, bu motivasyonu en güçlü şekilde ortaya koyuyor.
Bu açıklama, nükleer silahların rejimi dış müdahale tehdidinden koruyan mutlak bir garanti olarak görüldüğünü net bir şekilde gösteriyor.
Benzer mantık İran için de geçerli. Nükleer kapasiteyi dış tehditlere karşı bir güvence ve düşmanca bir bölgede güç projeksiyonu aracı olarak görüyor.
Her iki ülke de "güvenilir müttefiklere sahip olmama" hissiyle hareket ediyor.
Çok boyutlu motivasyonlar
Ancak nükleer programlar yalnızca savunma amaçlı değil.
Otokratik rejimler için bu programlar aynı zamanda:
- Pazarlık gücü: Kuzey Kore, tarihsel olarak programını ABD'den güvenlik güvenceleri ve ekonomik faydalar elde etmek için kullandı.
- Ulusal prestij: Kim Jong-un için nükleer ve kıtalararası balistik füze programları, ülkenin savunmasını güvence altına alan "tek başına katkısı" olarak lanse ediliyor.
- İç meşruiyet: İran'da program, "tekno-milliyetçi gururla" yakından ilişkilendiriliyor ve bilimsel ilerlemenin sembolü olarak sunuluyor.
Bu "otokratik zorunluluk", dış saldırganlık, iç muhalefet ve statü gibi birden fazla sorunu aynı anda çözmenin bir yolu olarak görülüyor.
Pahalı bir yanılsama
Nükleer silah programlarının maliyeti astronomik. 2024 yılında nükleer silahlara sahip 9 ülke, cephaneliklerini geliştirmek için toplamda 100 milyar dolardan fazla harcama yaptı.
ABD, 2025-2034 dönemi için nükleer güçlerine 946 milyar dolarlık bir harcama planlıyor.
Bu ekonomik yük çoğu devlet için nükleer programı ulaşılması imkansız bir hedef haline getiriyor.
Ancak Kuzey Kore gibi rejimler, yasadışı siber faaliyetler yoluyla bu maliyetleri karşılamaya çalışarak, siyasi iradenin ekonomik rasyonaliteyi yenebildiğini kanıtlıyor.
Güvenlik ikilemi: Kendi kendini besleyen döngü
Bir devletin nükleer silah edinme çabası, güvenlik ikilemini tetikleyerek küresel istikrarsızlığa neden oluyor.
Bir tarafın savunma amaçlı adımları, diğer taraflarca saldırgan olarak algılanır, bu da karşı tarafın benzer adımlar atmasına yol açar.
Bu döngü, süper güçler arasında binlerce nükleer silahın karşılıklı olarak hedef alınmasına neden oldu.
Küba Füze Krizi sırasında bir Sovyet denizaltısının komutanının yanlışlıkla savaşın başladığına inanması ve nükleer saldırı yetkisi vermesi, ancak son anda bu kararından vazgeçmesi gibi olaylar, sistemin ne kadar kırılgan olduğunu gösteriyor.
Sonuç: Koşullu bir dokunulmazlık
Nükleer silahlara sahip olmanın "dokunulmazlık" sağlayıp sağlamadığı sorusuna yanıt, bu "dokunulmazlığın" koşullu ve tehdide özgü olduğu yönündedir.
Nükleer silahlar, en etkili şekilde bir devleti doğrudan konvansiyonel askeri istilaya karşı korur.
Bu, otokratik rejimler için özellikle önemli ve güçlü bir stratejik avantaj.
Bu nedenle, kendilerini dış müdahale ve rejim değişikliğine karşı savunmasız hisseden liderler için nükleer silah edinme, varoluşsal bir güvenlik ihtiyacından doğan rasyonel bir hedef.
Ancak bu koruma mutlak değil. Nükleer silahlar, ekonomik yaptırımlardan veya siber saldırılardan korumaz, hatta bu tür tehditlere karşı yeni zafiyetler yaratabilir.
Caydırıcılığın kendisi, rasyonel olmayan aktörler, teknik hatalar ve insan yanlış hesaplamaları gibi risklere karşı savunmasız.
Bu durum, nükleer silahların yalnızca bir güvenlik kaynağı değil, aynı zamanda küresel istikrarsızlığın da bir kaynağı olduğunu gösteren bir paradoks yaratıyor.
Yeni dünya düzeni, sadece konvansiyonel savaşlar açısından "daha güvenli" görünürken, insanlığın varlığını tehdit eden yeni ve kontrolsüz risklerle daha tehlikeli hale geliyor.
Bu koşullar altında, nükleer silahların yayılmasını önleme çabaları, yalnızca teknik ve yasal mekanizmalarla sınırlı kalmamalı.
Rejimlerin güvenlik kaygılarına yönelik diplomatik çözümlere odaklanılmalı.
Aksi takdirde, "dokunulmazlık" yanılsaması insanlığı daha büyük tehlikelerle karşı karşıya bırakacak.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish