Türk siyasetinde merkezin güncel anlamı

Dr. Gökhan Çınkara Independent Türkçe için yazdı

Görsel: Philip Harris/philipharrisillustration.co.uk

Türkiye seçim sath-ı mailine yaklaştıkça siyasi partilerin konjonktürel fırsatları kaçırmamasına dönük politik stratejileri de öne çıkıyor.

Bunlardan birisi ve belki de en önemlisi seçmenlerin kümelendiği bloklara dönük söylem ve politika geliştirmeleri.

Türkiye siyasi tarihi uzmanı olmadığımı belirteyim. Genel bilgilerimle güncelliği olan bu tartışmaya katılma arzum var. 

Gelelim bu blok meselesine. 

Bunlardan en öne çıkanı merkez sağ seçmen olsa gerektir. Merkez seçmenden kastedilen ise genellikle orta sınıf karakteri olan ve bu sınıfın belirginleştirdiği endişeleri taşıyan kişiler denilebilir.

Daha çok bu seçmen grubu, ekonomik endişelerle oy tercihinde bulunuyor. 

Bu sebeple bu seçmenlerin politik aidiyetinin oldukça gevşek ve bu nedenle pragmatik olduğuna dair ön kabul var.

Ben açıkçası bu siyasetsizlik halini çok anlamlı bulmuyorum. Ekonomik krizi aşmaya dönük teknokratik kadroların öne çıkarılmasına dair strateji ise anlamlı görülse de Türkiye şartlarına bakılınca iyi temenniden öteye geçemiyor. 

Bu sebeple merkezi yeniden ele almak gerekiyor. 

Tespitimizin ilki Türkiye'nin yüzde 60 oranında sağ partilere yönelen bir seçmen tercihinin olduğudur.

Sağın orta sınıf ve kozmopolit kesimleri ise Demokrat Parti, Adalet Partisi, Anavatan Partisi ve Doğru Yol Partileri tarafından temsil edildi. Bu seçmen grubu aslında statik bir toplumsal yapıya sahip değildi kanımca. 

Tarihsel süreç içerisinde ortaklaşan ve kökleşen birtakım değerler ve arzular olsa da bunlara ulaşmak için tahayyül edilen popüler siyasi fikirlerin, sınıfın dönüşümüyle yeni içerikler kazandığını eklemek gerek.  

Bu tartışmayı çok uzatmak ve ayrıntılandırmak derdinde değilim. Ama vurgulamak istediğim temel toplumsal ve siyasal gerçeklik orta sınıfın Türkiye'de içeriğinin radikal biçimde değiştiğidir. 

Bu değişme Türkiye'de siyaset ve bürokratik mekanizmalarının jeopolitik tercihlere ve bununla bağlantılı olarak açılan yeni ekonomik fırsatlara oldukça bağlı olduğudur.  

Türkiye son yıllarda bölgesel coğrafyaya bakışında revizyonist bir yol tutarak sınır ötesi askeri operasyonları yoğun bir şekilde yapıyor.

Bu sadece Türkiye'ye özgü bir güvenlik deseni değil. ABD, Çin ve Rusya gibi ülkelerin de güvenlik tehditlerine yönelik olarak önleyici tedbirlere başvurdukları oluyor. 

Orta sınıfın Türkiye'de sağ siyasetin bir uzantısı olduğunu kabul etmek gerekiyor. Sağ ise dünyada olduğu gibi Türkiye'de de değişim içerisinde.

Küresel sağın muhafazakar milliyetçi bir patikada yol almasını kolaylaştıran bir dizi önemli faktör (göçmenler/sığınmacılar; ekonomik kriz ve çalışan sınıfların tüketici olmalarının her geçen gün maliyetli hale gelmesi gibi) Türkiye'de de aktif halde bulunuyor.

Bu gerçeklikler liberal demokratik projeksiyonu merkeze alacak bir siyaseti güçleştiriyor. Çünkü bu siyaseti anlamlı kılacak sınıf ve statüye sahip toplumsal gruplar her geçen gün mevcut konumlarını koruyamayacak haldeler. 

Milli kimliğin temsilinin popüler ve elit düzeylerde doyurumu acil bir siyasal talep olarak her geçen gün belirginleşiyor.

Ayrıca, ekonomik krizin yarattığı yoksullaşma ise orta sınıfı ve yoksulları birbirine yaklaştıran bir etki oluşturuyor. Bunun en önemli çıktısı sınıfsal çelişkinin katı ve soğuk bir gerçeklik olarak yükselmesi. 

Geçimlerini sabit ve düzenli biçimde Türk Lirası üzerinden sağlayanlar için sınıfsal çelişki ve milli kimlik ihtiyacı bütünleşiyor ve birleşiyor.

Bu iki durum ise bu seçmen bloğunu kazanmak için yeni milliyetçi söylemi (neo-con fikri) ve onunla eş güdümlü gidebilecek yapılandırılmış ekonomi politiği zorunlu kılıyor. 

Kısacası merkez siyaset, sınıf ve ulus arasında yeni rotasını arıyor.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU