Seçim sonrası Türkiye: Umut, değişim ve cesaret

Prof. Dr. Fuat Keyman Independent Türkçe için yazdı

23 Haziran akşamı saat 19:16. 

Sandıklar kapandıktan sadece 2 saat 16 dakika sonra. 

Cumhur ittifakı adayı sn. Binali Yıldırım, kameraların ve mikrofonların önüne geçiyor ve yenilenen seçimin rakibi Sn. Ekrem İmamoğlu tarafından kazanıldığını, kendisini tebrik ettiğini, kendisine İstanbul yönetiminde destek olacağını söylüyor.

CHP ve millet ittifakının adayı İmamoğlu, 31 Mart yerel seçimlerinde olduğu gibi, 23 Haziran “yenilenen İstanbul Belediye Başkanı seçimi”nde de rakibini yenerek İstanbul’un yeni Belediye Başkanı oluyor. Hem de, oyların yüzde 54.21’ni ve 4 milyon 741 bin 870’ini toplayarak ve rakibine yüzde 9.22 ve 806 bin 426 oy fark atarak.  

Bu sonuç, İmamoğlu, CHP ve millet ittifakı için çok büyük, hatta tarihi bir başarı, aynı zamanda da, cumhur ittifakı için büyük; Cumhurbaşkanı sn. Erdoğan ve AK Parti için tarihi bir başarısızlık.

Tarihi, çünkü Erdoğan ve AK Parti ilk defa arka arkaya iki seçimi, hem de çok büyük oy farkıyla kaybediyor. 

Seçimin niye kaybedildiği üzerine çok şey söylendi ve yazıldı.

AK Parti’nin ve sonrası Erdoğan’ın zorlamalarıyla ve son kertede YSK tarafından alınan sadece İstanbul Belediye Başkanı seçimini yenilenme kararının haksızlığından yapılan stratejik hatalara; İmamoğlu’nun seçim sürecinde gösterdiği başarılı, kapsayıcı ve yapıcı performanstan cumhur ittifakının söylem ve tavrındaki tutarsızlıklara ve zayıflığa; kullanılan ötekileştirici, kırıcı, kibirli dilden; Öcalan ve kardeşinden son dakikada yaralanma çabasına geniş bir yelpazede yer alan nedenler, İmamoğlu’na tarihi bir başarı getirirken, Erdoğan ve AK Parti’ye tarihi bir başarısızlık yaşattı.

Bununla birlikte 31 Mart ve 23 Haziran seçimleri sonuçlarını birlikte değerlendirdiğimiz zaman, İmamoğlu ve CHP’den daha çok, Erdoğan ve AK Parti cephesinde seçim sonrası önemli gelişmelerin yaşanacağını, önemli kararların alınacağını, siyaset alanının canlanacağını görebiliriz.

İlk önce şu saptamaları yapalım:

Birincisi, 1994’de Refah Partisi’nin Ankara ve İstanbul’u almasından 25 yıl sonra AK Parti bu iki büyük kilit kenti, siyasal başkent ile küresel kenti kaybetmiş oldu.  

Ankara, İstanbul, İzmir; daha genel söyleyişle, Türkiye nüfusunun % 40’ının yaşadığı ilk 7 kentin 6’sını AK Parti kaybetti, CHP adayları kazandı.

Sosyolojik ve ekonomik düzeyde, bu seçim sonuçlarıyla AK Parti’nin, Türkiye’nin “kenti; eğitimli orta sınıflarını” kaybettiğini vurgulayalım.  Bu kitle, sadece seküler-laik orta sınıflardan değil, muhafazakar kesimlerden, özellikle gençlerden oluşuyor.

Erdoğan ve AK Parti bu kesimleri geri kazanabilecek mi? Kazanmak için ne yapmalılar? Muhafazakar siyasal alandan bu kesimlere hitap eden yeni siyasi aktörler ve oluşumlar çıkabilir mi? Bu aktörlerin etkisi ve toplumsal karşıtlığı ne derecede olabilir? 

Bu sorulara bugün yanıt vermek çok zor ama şunu söyleyebiliriz: Belki 2020 Eylül ayına kadar bir erken seçim olmayacak ama siyaset ve kamusal tartışma canlanacak.
 

İkincisi, 31 Mart ve 23 Haziran seçimleriyle, 16 Nisan Anayasa referandumu arasında da benzerlikler var. O referandumda da eğitimli kentli orta sınıflar Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi’ne geçişe “hayır” demişlerdi.  

Bu sonuçlar bize şu saptamayı gösteriyor: Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi bu haliyle ne bürokratik kurumsal yapı olarak, ne de yönetim aygıtı olarak iyi çalışıyor; ciddi yönetim sorunlarıyla karşı karşıya olan Türkiye’yi iyi yönetebiliyor.  

Sadece demokrasi ve hukuk alanında değil, yönetim alanında da ciddi sorunlar var; toplumda, özellikle toplumun modernleştirici kitleleri arasında da sisteme karşı ciddi kaygıların olduğunu görüyoruz. 

Bu bağlamda, seçim sonrası Türkiye’de “yönetim alanı” üzerine de ciddi bir tartışmanın ortaya çıkacağını düşünüyorum. Denge ve denetleme sistemi ve kurumlarını güçlendirecek yeni anayasa ve yarı-başkanlık ya da güçlendirilmiş ve rasyonel parlamenter sistem üzerine tartışmaların başlayacağını görebiliriz.

Üçüncüsü, cumhur ittifakı ve AK Parti’nin, 23 Haziran seçiminin hemen öncesinde yaptığı belki de en büyük hata, “seçim için Öcalan ve kardeşini kullanma” ve “muhalefete hiç zaman vermeyen kamu kurumu TRT’de Öcalan’ın kardeşine ekranın açılması”ydı. Kürt seçmenler bu girişimlere karşı tavır aldı, HDP doğru olanı yaptı. 

Kürt seçmen, Abdullah Öcalan ile Selahattin Demirtaş arasında liderlik yarışı var iddiasına inanmadı.

Halbuki 6 Mayıs’ta kamuyla paylaşılan Öcalan’ın mesajı önemliydi; ölüm oruçlarının ve açlık grevlerinin bitmesi olumluydu.  

Yapılan bu büyük hatanın Kürt sorunu ve Suriye tartışması temelinde yapılan olumlu gelişmeyi durdurmayacağını düşünüyorum. 

Aksine, seçim sonrası Türkiye’de, Öcalan’ın ilk mektubunda yaptığı “Türkiye’nin hassasiyetlerine saygı gösterilerek Suriye’nin geleceğinin konuşulması” vurgusuna dayalı bir “Türkiye-Suriye-Kürtler tartışmasının” yapılması hızlanacaktır.

Bununla ilgili ipuçlarını, Amerika’dan, Suriye’den, hatta Ankara’dan alıyoruz. 

Bu tartışma, Türkiye-Amerika ve Türkiye-Batı ilişkilerinin de farklı tartışılmasına yol açabilecek nitelikte olabilir.

Bu listeyi uzatabiliriz. Ama şu nokta ortak payda olarak kalacaktır: 

23 Haziran seçimi aynı zamanda Türkiye’nin gidişatı ve son dönemde yönetimiyle de ilgili bir seçimdi ve bu alanda çok ciddi tartışmaların ve gelişmelerin ortaya çıkabileceği bir sonuçla bitti.

Türkiye’nin gidişatı, dünya ile ilişkileri ve yönetim ile ilgili siyaset alanının genişlemesi fırsatı doğdu; siyasi-kamusal tartışmanın farklı görüşleri içeren bir diyalog içinde başlama olasılığı ortaya çıktı; Türkiye’nin önemi ve dinamizmi bir kere daha görüldü. 

Korku, endişe ve geleceğe güvensizliğin yerini umut, değişim ve cesaret aldı.

 

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU