Son günlerde Suriye etrafında yaşanan gelişmeler, geleceğe dair ipuçları veriyor

Ömer Önhon Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

Eylül ayı başlarından bu yana Suriye'de ve etrafında yaşanan dikkat çekici muhtelif gelişmeler, bu konuyu izleyen gözlemciler ve uzmanlarca etraflıca yorumlandı.

Yorumların ortak noktası, İdlib'de bir harekat ihtimalinin güçlü olduğuydu. 

Bu görüşlere esas olarak katılıyorum. İdlib bir şeylere gebe, daha doğrusu, İdlib öne çıkartılarak Suriye'de bir şeyler pişiriliyor.  

Son dönemdeki gelişmelerden başlıcalarını hatırlayalım.  

9 Eylül'de İdlib'in Kafriya bölgesindeki Binniş'de Türk askerlerini taşıyan araca saldırı yapıldı ve üç asker hayatını kaybetti.

Saldırıyı üslenen "Ebu Bekir el-Sıddık'ın Yardımcıları Tugayı" daha önce de Türk askerlerini ve gözlem noktalarını hedef almıştı.  

Ne olduğu tam olarak bilinmeyen bu gizemli örgüt, İdlib'de Türk-Rus mutabakatlarına karşı olan radikal milislerin oluşturduğu bir yapı veya bölgede eli bulunan birçok devlet/devlet dışı aktörün arkasında saklandığı bir maske olabilir. 

Aynı tarihlerde, Türkiye'ye yakın olduğu söylenen silahlı gruplardan Sultan Süleyman Şah Tümeni, Hamza Tümeni, Mutasım Tümeni, 20. Tümen ve Kuzey Şahinleri Tugayı Bab'da düzenledikleri törenle "Suriye Kurtuluş Cephesi" çatısı altında birleştiklerini duyurdular. 

ABD Merkez Kuvvetleri (CENTCOM) komutanı 10 Eylül'de Suriye'nin kuzeyinde Suriye Demokratik Güçleri (SDG) komutanı Mazlum Abdi'yle görüştü. SDG heyetinin ABD'ye gideceği haberleri çıktı ama tarih belirtilmedi.  

Suriye Demokratik Güçlerinin siyasi kanadı Suriye Demokratik Konseyi'nin başkanı İlham Ahmed Moskova'ya gitti. Ahmed'in, Rusların kendilerini Esad'la görüştürmesini de istediği bildirildi.

Ağustos ayı ortasında Suriye'de yeni hükümetin yemin etme töreninde Esad'ın adem-i merkeziyetçilik konusunda verdiği mesajların yerine ulaştığı anlaşılıyor. 

Esad 14 Eylül'de de Moskova'ya gitti ve Putin'le görüştü. Son görüşmeleri altı yıl önceydi. 

Bağdat'ın arabuluculuğunda Suriye ve Türkiye istihbarat başkanlarının buluşacağına dair haberler çıktı ama Şam yalanladı. Bu görüşmeler her zaman önemlidir.

Görüşmenin olduğuna dair bir bilgi yok, dolayısıyla, en azından şimdilik, olmadığı varsayılmakta.   

Bakan Çavuşoğlu da Ankara'da Suriye Ulusal Koalisyonu Başkanı ve yardımcılarını kabul etti.  Bu görüşme daha ziyade "ben de bir şey yapmış görüneyim" hamlesi izlenimi verdi. 

Hatırlanacaktır; Mayıs 2017'de Soçi toplantısında Türkiye, Rusya ve İran Suriye'de çatışmasızlık bölgeleri oluşturulması üzerinde mutabakat sağladılar.

Genel tanımla Humus, Doğu Guta, Daraa ve İdlib'in dahil olduğu bu mutabakatın o zaman açıklanan amacı, savaşta çok zarar gören bu bölgelere insani yardım ulaştırılması, tahrip olan altyapının yerine konulması, evlerinden kaçmak zorunda kalan sivillerin geri dönmesi ve hava operasyonlarının durdurulmasıydı. 

Mutabakatın sağlanması vesilesiyle Türk Dışişleri Bakanlığı tarafından 4 Mayıs'ta yapılan açıklamada, "bahse konu bölgelerde hava unsurları dahil her türlü silah kullanımının durdurulmasını ve bölgelere acil ve kesintisiz insani yardım akışını sağlayacak bu anlaşmadan duyulan memnuniyet" dile getirildi.

Ayrıca, "çatışmasızlık bölgelerinin sınırları ve işleyişine dair ayrıntı ve düzenlemelerin üç garantör ülke arasında tesis edilecek çalışma grubunda belirleneceği" duyuruldu.

Bu mutabakata mukabil, Esad rejimi ve müttefikleri (Rusya, İran, Hizbullah),  İdlib hariç, anlaşmaya konu olan bölgelere yönelik askeri harekatlar gerçekleştirdiler ve hepsini ele geçirdiler. 

Üç garantörden Türkiye'nin bu gelişmeler karşısında bazı hamleleri olmuş olsa da, esas tepkisi "kınamak, derin endişe ve üzüntü beyan etmek" oldu. Yani, yaşananların önüne geçemedi. 


Rejimin eline geçen çatışmasızlık bölgelerinden ve Halep başta olmak üzere, Suriye'nin diğer yerlerinden çıkan silahlı muhalifler ve aileleri Hayat Tahrir Şam'ın (HTŞ) kontrolündeki İdlib'e getirildiler.

Türkiye'nin yanı başındaki İdlib aralarında radikallerin de yer aldığı muhaliflerin toplanma merkezi halini aldı. 


Rusya ve rejimin "bunları İdlib'de rahat bırakalım, ömür boyu mutlulukla yaşasınlar" demeyeceği belliydi. 

Suriye'nin değişik yerlerindeki muhaliflerin İdlib'de bir araya toplanmış olmaları, hedef bulma kolaylığı bakımından rejimin ve Rusya'nın işine gelmiş olmalıdır.

Nitekim, rejim ve müttefikleri diğer çatışmasızlık bölgelerini düşürdükten sonra İdlib'e yöneldiler. O günden bugüne, İdlib'in yarısına yakınını ele geçirdiler. 


Türkiye, o günün şartlarında Rusya'yla düzeltilmesine çalışılan ilişkilere katkı sağlamak açısından birlikte olumlu bir işin altına imza koymak ve işbirliğini pekiştirmek niyetiyle hareket etmiş olabilir.

Türkiye'nin Suriye'deki krizin çözümünde ana aktörlerden biri olduğunun vurgulanması amaçlanmış olabilir.

Esad karşıtlarının bir araya gelmeleri ve bu suretle yeniden organize olabilecekleri de düşünülmüş olabilir. 
Her halükarda,  belli ki, amaç, her ne ise, hasıl olamadı.

Suriye meselesinin İdlib boyutunun da çok önemli ve çözümü zor bir sorun olarak Türkiye'nin önünde durduğunu açıkça görmekteyiz.      


Bugün, mevzi bazı çatışmalar ve operasyonlar dışında kapsamlı bir kara savaşı yaşanmıyor ama havadan bombalamalar sürüyor.

Suriye İnsan Hakları Gözlemevi'nin raporlarına göre, eylül ayı başından bu yana Rus ve rejim savaş uçakları İdlib çatışmasızlık bölgesinde 100'ün üzerinde hava saldırısı düzenlemişler. 

Rusya, bu harekatların anlaşmalara aykırı olmadığını, zira BMGK'nın 2254 sayılı kararının ve mutabakatın terör gruplarını kapsamadığı görüşünü ileri sürmekte.  


Dışişleri Bakanı Lavrov geçen hafta Moskova'yı ziyaret eden İsrailli mevkidaşı Lapid'le görüştükten sonra yaptığı açıklamada bu huşuları tekrarladı.

Türkiye'nin de bu kapsamda yükümlülüklerini yerine getirmediğini ima etti. 


14 Eylül'deki Putin-Esad görüşmesinde de Türkiye ismi telaffuz edilmeden aynı yönde mesajlar verildi. 

İdlib'in savaş öncesi nüfusu bir milyondu. Şimdi ise, dört milyon civarında. Bunların 150 bin civarındaki kısmı sınıra yakın kurulan kamplarda yaşıyorlar. 


Bu insanlar olası bir savaşta ya oldukları yerde kalacaklar, ya ülke içinde başka bölgelere sığınacaklar ya ülke sınırları dışına kaçacaklar.

En muhtemel ihtimal sonuncusu. Bu durumda da gidilebilecek adres Türkiye. 

Böyle bir göç akınında Türkiye'ye giren insanlardan hangisinin sivil, hangisinin HTŞ, İŞİD veya bir başka örgüt üyesi olduğunun nasıl anlaşılacağı, anlaşılmazsa Türkiye'de bu kişilerin ne olacakları, ne yapacakları merak ve kaygı uyandıran bir konu.


Suriye'nin kuzeyindeki harekat bölgeleri (Zeytin Dalı, Fırat Kalkanı, Bahar Kalkanı) İdlib'e göre daha değişik özelliklere sahip ve aktörlerin bazıları farklı. Ama 2,5 milyona yakın insanın barındığı bu bölgeler de sorunlardan muaf değil.  

Önümüzdeki günlerde Erdoğan ile Putin'in Rusya'da bir araya geleceklerine dair haberler çıkıyor.

Son yaşanan gelişmeleri tarafların bu görüşmeden önce pozisyon almaları ve karşılıklı hamleleri olarak da değerlendirebiliriz.  


Diğer taraftan, Esad Suriye'si uluslararası arenada kendine yer açmaya çalışıyor. 

Lübnan'ın elektrik ve doğalgaz sorununa çözüm olarak ortaya konulan Mısır doğalgazının ve Ürdün'de dönüştürüleceği elektriğin Suriye üzerinden Lübnan'a taşınması formülü Esad yönetiminin uluslararası arenada kendine yeniden yer bulma çabalarında bir fırsat verdi. 

Lübnan'dan Şam'a ilk resmi ziyaret bu vesileyle gerçekleşti. Suriye, Mısır, Lübnan ve Ürdünlü Bakanlar daha sonra Amman'da buluştular.  

ABD, Sezar Yasası'yla Suriye'nin boynuna doladığı zinciri gevşeterek bu formüle kapıyı aralıyor gibi ama daha henüz net bir açıklama gelmiş değil. 

Bu hafta New York'ta yapılacak olan Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'na Suriye'den Dışişleri Bakanı Faysal Miktad'ın katılması bekleniyor. 

BM Genel Kurulu marjında birçok ülke arasında çeşitli düzeylerde ikili temaslar da olacaktır. Bazılarını duyacağız, bazılarını duymayacağız.

Türkiye de Cumhurbaşkanı Erdoğan başkanlığında kalabalık bir heyetle Genel Kurula katılacak. Türk heyeti de mutlaka bazı görüşmeler yapacaktır ama, bu ziyaretin esas amacı, New York'taki Türk Evi'nin açılışını yapmakmış gibi duruyor.  

BM Genel Kurulu'nun ve Türk- Rus devlet başkanlarının önümüzdeki günlerde yapmaları beklenen görüşmenin sonrasındaki dönemde Suriye'de ve bölgede hareketlenme beklenebilir. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU