Edebiyattan sinemaya: Mülteci sorununun diğer yüzü; Daha

Mehmet Erduğan, Independent Türkçe için Hakan Günday'ın on yedi dile çevrilmiş aynı isimli romanından beyaz perdeye aktarılmış olan "Daha"yı yazdı

Mülteci sorunu üzerine yerli ve yabancı pek çok film çekiliyor, ama bunların pek çoğu hep göçmenlerin entegrasyonu üzerine şeyler anlatıyor.

Dolayısıyla bu defa gidenlerin değil, gönderenlerin yani mültecileri farklı topraklara göndermeye çalışan üçkağıtçıların, umut tacirlerinin hikayesine odaklanarak bu şablonun dışına çıkan ve hem ulusal hem de uluslararası alanda oldukça dikkat çekerek seyircisine farklı bir bakış kazandıran, hem güncel meselelere dair bir şeyler söyleyen hem insanın çaresizliği ve umutsuzluğu üzerine pek çok laf eden, aynı zamanda da son derece sert politik söylemleri de olan bir eserden uyarlanan Daha filmini konunun güncelliği nedeniyle bu hafta sizin için kadraja almak istedim.


Mülteci sorununun diğer yüzü; Daha

Yönetmen: Onur Saylak / Oyuncular: Ahmet Mümtaz Taylan, Hayat Van Eck, Tuba Büyüküstün, Uğur Aslan, Turgut Tunçalp, Tankut Yıldız, Kaan Uluca, Lara Aysal, Onur Akgülgil, Pervin Bağdat / Süre: 115 dakika
 

 

Şiddet ve baskı üzerine bir hayat mı yoksa bir göçmen olarak yaşamak mı?..


Türkiye prömiyerini 24. Adana Uluslararası Film Festivali'nde yapan ve festivalin Ulusal ve Uluslararası Uzun Metraj Film Yarışması seçkisinde yer alan Daha adlı bu film; etkileyici konusu ve çarpıcı üslubuyla beni oturduğum koltuğa mıhlayan, son dönem Türk sinemasında seyrettiğim en iyi Türk filmlerinden biriydi.
 


Türk edebiyatının önemli isimlerinden olan ve sadece ülkemizde değil dünyada da merakla takip edilen Hakan Günday'ın on yedi dile çevrilmiş aynı isimli romanından beyaz perdeye aktarılmış olan bu filmde edebiyat uyarlaması gibi zor bir tür ile yönetmenliğe adım atan Onur Saylak çok zor bir işi kusursuz bir çalışmayla kotarmış ve alnının akıyla ilk yönetmenlik denemesinde rüştünü ispatlamıştı.

Bu başarıda elbette senaryo yazım sürecinde Onur Saylak'ın birbirlerini anlayan ve hatta tamamlayan bir ekip ruhunu koruyarak kitabın yazarıyla birlikte senaryoyu yazmış olmasının da payı çok büyüktü.
 


Ama filmin başarısı öyle bir şey ki; ne eser sahibi Hakan Günday'ın edebi şöhretine, ne de filmin yönetmeni Onur Saylak'ın aktörlüğüne dayanan popülerliğine sırtını yaslayarak bu başarıyı elde etmemişti.

Velhasıl; tüm dünyanın mülteci meselesiyle ilgili bir sınav verdiği günümüzde, içinde bulunduğumuz zamanın ruhuyla da oldukça özdeşleşen bu filmin, eserin özüne sadık kalan bir edebiyat uyarlaması olarak sinema tarihine adını kocaman harflerle yazdığını rahatlıkla söyleyebilirim.
 

 

Hayaller ve gerçekler

Hakan Günday: Hiçbir kurgusal hikâye akşam haberlerinden daha korkunç değildir…


Çekimleri Antalya'da gerçekleşen ve çalkantılı bir baba oğul hikâyesine odaklanan filmi özetlemek gerekirse; dünyanın bir tarafında insanlar, ülkelerindeki savaş, açlık ve yoksulluktan kaçmak için sonu bilinmeyen karanlık bir yolculuğa çıkar ve nihayetinde kendilerini Türkiye'de bulurlar.
 


Fakat film Türkiye'ye kaçak giriş yapan bu mültecilerle ilgili değil, film onların ülkeye kayıt dışı giriş yapmasını sağlayarak onlar üzerinden parasal kazanç elde eden Ahad ve oğlu Gaza ile ilgili.

On beş yaşında, henüz gençliğinin baharında olan Gaza, yaşadığı küçük sahil kasabasındaki koşulların tüm yetersizliğine rağmen mühendis olma yeteneğine sahip dahi denebilecek küçük bir çocuktur ama hayat ve insana dair öğrenmesi gereken ne varsa hepsini de öğrenecek yaştadır.

Babası Ahad ise görünürde meyve-sebze nakliyecisi fakat aslında o bir insan kaçakçısı, Gaza da onun çırağıdır.
 


Gaza, içinde bulunduğu koşullar ve otoriter babasının baskısı nedeniyle hiç ders çalışamasa da okulunu başarıyla bitirir, girdiği sınavlarda Türkiye çapında dereceye girer.

Gaza'nın hayali yaşadığı küçük sahil kasabasından ayrılarak büyük şehirde okumaktır, fakat o okula gitmek yerine babasının onu insan kaçakçılığı şebekesinin bir parçası haline getirmesiyle suçla tanışır.
 


Bu yüzden istemeyerek de olsa ergenliğini, baskıcı babasının yanında ve sürekli gözlemlediği mültecilerle bir arada geçirmek zorunda kalır.

Ahad Suriye'den kaçan ve Türkiye üzerinden Avrupa'ya giriş yapmayı planlayan mülteciler Türkiye karalarına ulaştığında onları topluca 20'şer 30'ar şekilde nakliye aracının kasasına gizleyerek yaşadığı eve doğru yol alır.

Daha sonra evin garajında bulunan mahzende bu insanları istiflercesine geçici bir süre orada saklamaktadır.
 


Gaza ise mahzendeki bu insanların yiyecek ve su gibi temel ihtiyaçlarını sağlamak ve bu kişileri koordine etmekten sorumludur.

Görev onun için pek kolay değildir çünkü her şeyden önce kültürel farklılıklar ve ortada bir dil engeli vardır; Suriyeliler Türkçe bilmiyor, Türkler Arapça konuşamıyor.

Fakat Gaza okulda karşılaştığı herhangi bir karmaşık sorunu çözer gibi kendisine verilen durumla kısa sürede baş etmeyi başarmış gibi görünüyor.

Hatta mültecilerin kısa bir süre için burada sığınacaklarını düşünmesine rağmen mahzeni yeniden düzenleyerek mültecilerin yaşam standartlarını iyileştirmeye çalışıyor, çocukların dikkatini dağıtmak için oyunlar oynuyor, yeri geliyor onlarla birlikte şarkılar söylüyor.

Ta ki bu sürecin pek de düşündüğü gibi olmadığını öğrenene dek…
 

 

Travma yaratan krizler

Babam bir katil olmasaydı, ben doğmayacaktım…


Sonrasında hiç istemediği bu zoraki yaşam koşulları ve şahit olduğu şeyler Gaza'da yavaş yavaş travmalar yaratıp fiziksel dönüşümlere neden olunca insanlığın en temel yozlaşmaları, acımasız ve uzlaşmaz bir şekilde gün yüzüne çıkıyor.

Gaza içine düştüğü bu durumun etkisiyle önce etrafındakilere sonra kendisine büyük zararlar vermeye başlıyor.
 


Nihayetinde Gaza'nın hikâyesi bize milyonlarca insanı cansız olarak görmeye nasıl başladığımızı, bir insanın diğerinin nasıl yok olduğunu, belki de en önemlisi, bugün kendi toplumumuzda göçmenlere davranış şeklimizle birbirimizin çukurunu nasıl kazdığımızı ustalıkla gösteriyor.

Ve film hükümetler mülteci konusuyla ilgili politikalar hazırlasa da aynı zamanda göçmen krizine bireysel yaklaşımın önemine, bir insana yardım etmenin politik bir karar olmadığına da çarpıcı bir şekilde dikkat çekiyor.
 

 

Filme boyut katan farklılıklar

Her uyarlamada olduğu gibi romanla karşılaştırıldığında filmde farklılıklar görmek elbette mümkün, zira ortada iki ayrı dinamiğe sahip bir üretim, anlatım ve yaklaşım var; biri tamamen kelimeler üzerine kurulu bir anlatı, diğeri ise görsel-işitsel bir yapı.

Bu yüzden her bir bölümü ayrı bir filme konu olacak bu 400 sayfalık eserde Gaza'nın hikayesi dokuz yaşında başlayıp yirmili yaşlarına doğru giderken, film bu uzun soluklu zamanı ergenlik dönemindeki Gaza'nın değişimini kadraja alarak sınırlıyor.
 


Feleğin çemberinden geçerek acımasız bir insana dönüşen Gaza filmde daha statik, babasının rutin işlerini halletmeye çalışan, umutları ve hayalleri olan, tek başına evde yapayalnız bir çocuk olarak seyircinin karşısına çıkıyor.

Sonrasında mültecilerle paralel olarak onun da bir gitme, keşfetme, yeni bir yer bulma, kabuğunu kırma isteği ortaya çıkıyor, bulunduğu durum ve babasının büyük kıskacından dolayı parçalara ayrılıp etrafa saçılıyor ve parçalarını toplamaya çalışırken kendini durduramayıp bir canavara dönüşüyor.
 


Kitapta olmamasına rağmen filmde kendini ifade etmekte zorlanan bir çocuğun babasına isyanı için kullanılan rap müziği roman ile film arasındaki en belirgin fark olarak dikkat çekiyor.

Ve ayrıca film sayfalarca anlatılan sinematografik pek çok detayı ekranda görünür hale getirebilmek için bazı dokunuşlarla Gaza'nin hikayesine farklı bir boyut katıyor.
 

 

Umut vadeden oyuncu

Ahad rolünde Ahmet Mümtaz Taylan'ın, Gaza rolünde ise Hayat Van Eck'in yer aldığı film tartışmasız iki oyuncunun birbiriyle olan etkileşimiyle de övgüyü hak ediyor.

Bu filmdeki ilk oyunculuğunda dikkatimi çeken Hayat Van Eck ile Adana Altın Koza Film Festivali'nde tanışıp konuşmuştum.

Kendisine "Filmindeki performansını jürinin göreceğinden şüphem yok" demiştim, zira öyle de olmuştu ve festivalde Umut Veren Oyuncu Ödülü'nü kazanmıştı.
 


Bugüne kadar pek çok filmde rol alan Ahmet Mümtaz Taylan gibi profesyonel bir oyuncunun ilk defa kamera karşısına geçen Hayat Van Eck'in yeteneğini dışa vurmasında da çok büyü rolü olduğu tartışılmaz.

Bu yüzden ilk rolü olmasına rağmen insanı derinden sarsan, dahilik ile delilik arasındaki performansıyla insanı koltuğunda titreten Hayat Van Eck'in "Daha" filminin tartışmasız en öne çıkan oyuncusu olduğu aşikâr.

Oyuncunun Adana Uluslararası Film Festivali'nin ödül gecesinden önce gazeteci ve yazar Sayım Çınar ile yaptığı röportajda anlattığı üzere filmden önce romanı okumamış birinin Gaza karakterine böylesi bir doğallıkla hayat vermesi ise övgüyü hak eden apayrı bir başarı.
 


Ahmet Mümtaz Taylan'ın da yine Sayım Çınar'a verdiği röportajda belirttiği üzere; gerçekten oyunculuk hamurunda samimiyet varsa çalışıyor; hani teknik, eğitim, bilgi, görgü, tecrübe bunlar önemlidir ama saydığımız donanımların çimentosu samimiyet değilse, oyunculuk sırıtıyor ve inandırıcılığını gerçekten yitiriyor.

Özetlemek gerekirse; "Daha" filmini seyrettikten sonra belki bir süre mideniz ağrıyacak ve dışarda bile klostrofobi duygusunu yaşayacaksanız fakat insan kaçakçılığı, kitle davranışları, akıl hastalığı, toplumsal bir olgu olarak linç, otorite karşısında bireylerin davranışları ve otorite figürünün iç dünyası üzerine uzun uzun düşünmeye sevk edecek eşsiz bir sinema filmi seyretmiş olacaksınız.
 

 

Filmin festival yolculuğu

Hakan Günday'ın sinemaya uyarlanan ilk eseri olan Daha, proje aşamasında 2016 İstanbul Film Festivali Köprüde Buluşmalar'da Jüri Özel Ödülü'nü aldı.

İlk uzun metrajlı filmiyle ulusal ve uluslararası sinema çevrelerinden ödüller ve övgü dolu yorumlar alan Onur Saylak'ın yönetmenliğinde çekilen film ise, dünya prömiyerini Çek Cumhuriyeti'ndeki Karlovy Vary Uluslararası Film Festivali'nde yaptı ve burada En İyi Afiş Ödülü'nü aldı.

Sonrasında Norveç, Kanada, Hollanda, Gürcistan, Estonya, Litvanya, Belçika, Polonya ve Hindistan'ın önde gelen film festivallerinde izleyiciyle buluşan film İspanya'da 62'ncisi düzenlenen Seminci Valladolid Uluslararası Film Festivali'nden de FIPRESCI ödülüyle ayrıldı.

Yurt içi festival sürecinde ise, Malatya Film Festivali'nin Ulusal Uzun Metraj Yarışmasında En İyi Film Ödülü'nü alırken, filmin başrol oyuncuları Ahmet Mümtaz Taylan En İyi Erkek Oyuncu, Hayat Van Eck Umut Vadeden Genç Erkek Oyuncu ödüllerine layık görüldü ve ayrıca Uluslararası Jüri Özel Ödülü'nü kazandı; Adana Film Festivali'nde ise İzleyici Ödülü, SİYAD En İyi Film Ödülü, Yılmaz Güney Ödülü ve Umut Veren Genç Erkek Oyuncu ödülleri ile taçlandırıldı.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU