Kabil'de Taliban'dan kaçmak zorunda kalan bir gazeteciyim; işte yaşananlar

Hiçbirimiz Taliban güçlerinin gözlerine bakmaya cesaret edemedik. Bunu yaparsak gitmemize izin vermemelerinden korktuk

"Havalimanının içinde endişe, korku ve vicdan azabına yenik düştük" (AP)

Sabah 7'de diğer üç meslektaşımı buldum. Geride kalırsak biz gazetecilere ne olacağı belli olmadığından hepimiz Kabil'den ayrılmak zorundaydık. Bunlar çok zor saatlerdi; her saniye bir dakika, her dakika bir saat gibi geliyordu.

Bir arabanın bizi bekleyeceği bir yere doğru gittik. Havalimanı bölgesi aşırı kalabalık olduğundan ve insanlar halihazırda bu koşullardan dolayı hayatını kaybetmiş olduğundan, Afganlara yardım eden ülkelerin artık yeni bir yöntemi var: Bir araç yolcuları farklı noktalardan alıyor ve havalimanına doğru gidiyor. Bu araçların hareketi Taliban'la müzakere edildi ancak yolcuların stresi o kadar derin ki önceden haber vermeksizin Taliban kontrol noktalarından geçiyor olabilirler.

Belirlenen yere vardığımızda araç yoktu. Sırt çantalarımızla ne yapacağımızı ve zaman zaman bölgede devriye gezen Taliban askerlerinden kendimizi nasıl saklayabileceğimizi düşünüyorduk.

Yanımızdan geçen herhangi bir Taliban gücünün, ne yaptığımızı ve neden orada olduğumuzu görmek için bizi izlediklerini düşündük. Araçlar göründüğünde saat 11'di: Toplamda yaklaşık 50 kişi alabilecek iki minibüs.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Araçlar ortaya çıkmadan önce etrafta kimse yoktu ama geldiklerinde sanki birdenbire insanlar belirdi. Birçok yolcu araçların etrafını sardı. 10 dakika sonra yola çıkmamız gerekiyordu ama bir aile eksikti. Gazeteci olan biz dördümüz dışında minibüslerdeki herkes yabancı güçlerin tercümanları ve onların aileleriydi.

Son aileyi mi beklesek yoksa en kısa zamanda ayrılsak mı emin değildik. Bir gün önce, bu tür minibüslerde bulunan 150 kişinin Taliban tarafından havalimanına girişine izin verilmedi ve tespit edilemeyen bir yere götürüldüler. Çoğunluğu Hindistan vatandaşı, bazılarıysa Afgandı.

Saatlerce süren uluslararası çabadan sonra kurtarıldılar. Fakat bizi havalimanına götüren şoför olup bitenleri anlattı: Dövülmüşler, hakarete uğramışlar ve cep telefonu, dizüstü bilgisayar, saat gibi değerli eşyaları ve paraları çalınmış.

Daha erken ayrılmak istesek de zavallı bir aileyi arkamızda bırakmak istemedik. Eğer araca ulaşamazlarsa Kabil'den asla ayrılamayacaklarını biliyorduk. Yarım saat bekledik ve sonunda aile geldi ama yine de bir kişi eksiktiler. Soför bu sefer ailenin yalvarmasını görmezden geldi ve havalimanına doğru yola çıktı. Geride kalan kişi arkamızda bir taksideydi fakat trafik ve kalabalık nedeniyle araca ulaşamamıştı. Sonunda aramıza katıldığında havalimanı kapılarından 100 metre uzaktaydık.

Havalimanının içinde endişe, korku ve vicdan azabına yenik düştük. Düzinelerce erkek, kadın ve çocuk (yakıcı güneş altında) havalimanının kapılarına bakıyordu. Kabil'den ayrılmaları gerektiğini kanıtlayacak belgeleri yoktu ama tahliye edilmeyi bekliyorlardı. Tıpkı bizim gibi birçoğunun hayatı tehlikede olabilirdi ama bunu kanıtlayamıyorlardı.

Yaklaşık 90 dakikadır endişe ve korku içinde olmamıza rağmen, birkaç Taliban kontrol noktasından geçerken yaşadığımız 10 dakika bize daha farklı hissettirdi. Hiçbirimiz Taliban güçlerinin gözlerine bakmaya cesaret edemedik. Bunu yaparsak gitmemize izin vermemelerinden korktuk.

Taliban defalarca kez ülkeyi terk etmek isteyen kimseyi rahatsız etmeyeceklerini söylemişti ama onlara kim inanabilirdi ki? Silahlarıyla devriye gezen düşük rütbeli askerlerin başkomutanları tarafından ilan edilen genel affı ya da tahliye sürecine müdahale etmemeye dair yabancılarla yapılan anlaşmayı önemsemek zorunda olmadığı kesindi. Taliban askerleri bize her baktığında ölümüne korktuk. 

Son Taliban kontrol noktasına geldiğimizde silahlı devriye bizi engelleyen dikenli telleri kesmek istemedi. Silahlı devriye Peştuca defalarca “Na Kiji” ('mümkün değil') dedi ve geçmemize izin vermeyeceklerini düşündük. 30 metre ötede tamamen silahlı ve tetikte ABD askerleri olduğunu görebiliyorduk ama hiçbir şey yapamayacaklarını biliyorduk; onların kontrolündeki bölgeye henüz ulaşamamıştık.

Sonunda kontrol noktasındaki nöbetçilerin komutanının orada olmadığı ve üst rütbeli birinin onayı olmadan geçmemize izin vermeyecekleri ortaya çıktı. Komutan birkaç dakika içinde geldi ve gitmemizi emretti ama asker yine de yerinden kıpırdamadı.

Şoför yardımcısı ve koordinatör minibüsten inerek dikenli telleri kendileri kesti. Sonunda, birçok Amerikalı etrafımızı sardı ve rahat bir nefes aldık.

Amerikalılar basit bir arama yaptı ve sonra bizi arabalarına bindirip havalimanının kuzey kısmındaki üslerine götürdü. Sadece biz ve birkaç yabancı yolcu daha olacağını düşünmüştük ama içeri girdiğimizde bizim gibi uçaklarını bekleyen binlerce kişi varmış gibi görünüyordu. Orada her kesimden insan görebilirdiniz: Üst düzey hükümet yetkililerinden ülkeyi terk etmeye hazırlanan Afgan komandolarına kadar.

Bir komando olan Ahmed'le (takma ad) konuştum. "Sen bir askersin. Niye ülkeyi terk ediyorsun?" diye sordum.

"Taliban ölmemi herkesten çok istiyor" dedi.

Savaş sırasında onlara en çok zararı bizim verdiğimizi biliyorlar; bizi genel affa dahil etmeyip öldürecekler.

"Neden savaşmadın?" diye sordum.

Acı bir gülümsemeyle "Kiminle savaşacaktım? Kimse bize savaşmamızı söylemedi!" dedi.

Komutanlarımız kayıtsız şartsız teslim oldu.

Bir komandonun ağlayarak komutanına yalvardığı videoyu hatırladım. Videoda "Silahım namusum gibidir. Onu benden almayın! Savaşmama izin verin" diyordu.

Öğleden sonra 3 civarında, bir Birleşik Arap Emirlikleri uçağı geldi. Benim ve birçok kişinin bilinmeyen bir yere gitmemize izin verildi. Askeri uçağın penceresi yoktu ve ben veda edemedim. Ya olsaydı? Veda edecek kimsem yoktu.

Eğer bir pencere olsaydı, tek görebildiğim, beton duvarların diğer tarafında hiçbir zaman hiçbir uçağa ulaşamayacaklarını bilerek umutla ve hayalle uçağa bakanlar olurdu.

Feridun Azhand, Independent Farsça'da kıdemli muhabirdir



*Bu makale kaynağından aslına sadık kalınarak çevrilmiştir. İfade edilen görüşler Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

https://www.independent.co.uk/voices

Independent Türkçe için çeviren: Tilbe Akan

© The Independent

DAHA FAZLA HABER OKU