Kıbrıs adası kimindir?

Zeki Sarıhan Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AFP

Tayyip Erdoğan'ın kalabalık bir heyetle, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ziyareti, geçtiğimiz hafta Türkiye'nin dış politikasında en önemli gelişmelerden biriydi.

Bu ziyarette yapılan konuşmalar, daha uzun süre Adadaki çözümsüzlüğün devam edeceğini gösteriyor.

Konu hakkındaki görüşlerimi açıklayabilmem için önce benim Kıbrıs konusuyla geçmişteki ilişkilerimden söz etmem gerekecek. 


20 Temmuz 1974'te Kıbrıs üzerine askerî harekât yapıldığında Mamak'tan tahliye edileli birkaç gün olmuştu.

Köyümdeydim. Askerî harekâtı nasıl yorumlamak gerektiği konusunda birkaç komşu görüşlerimi sordular.

Onları aydınlatmanın tam zamanıydı, çünkü tutukevinde Kıbrıs üzerinde çalışmıştım. 


O tarihlerde Adada Türk nüfusun genel nüfus içindeki oranının yedide bir olduğunu net olarak hatırlıyorum.

Fakat Türkiye, Kıbrıs'ın yüzde kırkını zapt etmiş bulunuyordu. Harekât, Kıbrıs'ı Yunanistan'a katmak isteyen Sampson darbecilerine karşı yapılmıştı.

Adanın statüsünü değiştirmeye yönelik hareketlere karşı İngiltere, Türkiye ve Yunanistan'ın garantör devlet olarak müdahale hakkı vardı.

Bu nedenle Kıbrıs çıkarmasının meşru olduğundan söz edilebilir. 


Müdahalenin hemen ardından Faşist Yunan Cuntasından destek alan Sampson yönetimi yıkıldı ve iktidardan uzaklaştırılan Makarios yeniden işbaşına geldi.

Eski statüye dönüldüğüne göre askerî kuvvetlerin geri çekilmesi gerekirdi. Köy kütüphanesinde toplanan birkaç köylüye bunları söyledim.


O tarihlerde müdahaleyi, işgal diye niteleyen ve kınayan bir bildiri dağıttıkları için Aydınlıkçılar gözaltına alınmıştı. Askeri müdahaleye karşı nerdeyse tek ses Aydınlıkçılardan gelmişti.

Ecevit-Erbakan Ortak Hükümeti, bunu emperyalistlere karşı bir kahramanlık hareketi olarak hararetle savunuyor ve sağlı-sollu kamuoyunun övgüsünü alıyordu. 

O zamanın en büyük öğretmen örgütü olan TÖB-DER'in yöneticileri, askerî harekâtı öven bir tutum aldılar, hatta öğretmenler arasında ordu için yardım kampanyası da açtılar.

1975'te toplanacak TÖB-DER kongresi için kaleme aldığım Devrimci Muhalefet Hareketi'nin kitapçığında bu tutumundan ötürü örgütün yöneticilerini eleştirdim. Onları Şoven ve ırkçı olarak nitelendirdim. 


Kıbrıs'taki statü, nüfusuna göre Türk nüfusuna olağanüstü elverişli koşullar taşıyordu. Yedi kişilik bakanlar kurulunda üç bakan ve cumhurbaşkanı yardımcısı da Türk'tü.

Askeri müdahaleden sonra Türklerin eline geçen adanın yüzde kırkı Türkiye'den yönetilmeye başlandı.

Önce adına Kıbrıs Federe Türk Devleti, sonra Kuzey Kıbrıs Türk Devleti dediler. Rauf Denktaş'a danışmanlık yapan Profesör Mümtaz Soysal'ın bu devletin hukuki yapısında imzası vardır. 


1983'te 1402'lik olarak mesleğime son verilmişti. 1986'da göreve döndürülmem için Genelkurmay Başkanlığı'na bir dilekçe götürdüğümde, ben daha kapıdan girince "Kıbrıs'a gitmek için mi geldin?" diye soruldu.

Kıbrıs'a Türkiye'den nüfus aktarımı yapıldığını bu olaydan öğrendim. 


Şöyle anlatımlar da duydum. Kıbrıs'ta görev alanlar Türk mağazalarına giriyor, "Ver şuradan on metre kumaş" gibi emirler veriyormuş.

Mağaza sahibi vermeye yanaşmazsa "Ulan sizi biz kurtardık!" diye cevap alıyormuş!

Günahı anlatanların boynuna…


1990'larda kayınbiraderim Kıbrıs'ta subaydı. Ailecek Kıbrıs'a bir ziyaret gündeme gelince gitmeye içim elvermedi.

Kendimi bir haksızlığa ortak olacakmış gibi hissettim. 

Oldum olası Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'tan hoşlanmadım.

Ölümü üzerine herkes onu öven yazılar yazıyorken "Rauf Denktaş'ı Neden Sevmedim?" başlıklı bir yazı paylaştım.

Yazımı yalnızca Kıbrıslı bir yazar olumladı. Herkes bana ateş püskürdü. Olsun varsın!

İnsan bazen çoğunluğun düşünemediği, düşünse de söylemeye cesaret edemediği şeyleri söyleyebilmeli.

Her koşulda ve her yerde gerçeği söyleyenlere de ihtiyaç vardır. Masal'daki kralın çıplak olduğunu da bir çocuk söylememiş miydi?
 

 
Erdoğan, 20 Temmuz ziyaretinde bazı "müjde"ler verecekti. Yazılıp söylendiğine göre, Kuzey Kıbrıs'ta da başkanlık sistemine geçilecek, bunu getiren yeni bir anayasa yapılacak ve devletin adı da Kıbrıs Türk Cumhuriyeti olacakmış.

Erdoğan'ın müjdeleri Lefkoşa Türk bölgesine bir külliye ve millet bahçesi yaptıracağı ile sınırlı kaldı.

Asıl müjdelerin daha elverişli bir tarihe ertelendiği anlaşıldı. Asıl amacı genişleme siyasetine uygun olarak Kuzey Kıbrıs'ı Türkiye'ye katmak olan Erdoğan iktidarı, Kıbrıs sorununda çözümsüzlüğü devam ettirecek, hatta daha da müzmin hale getirecektir.

Milletler ve devletler çok taraflı anlaşmalarla birbirlerine bağlı ve muhtaç olduğu için Kıbrıs sorunu uluslararası bir sorun olmaya devam ediyor.

Nitekim Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler gibi uluslararası bazı kuruluşlar, Erdoğan'ın girişimleri konusunda harekete geçmiş buluyor. 


Bu konu yaklaşık 50 yıldır, kabuk bağlamış bir yaradır.

Türkiye'yi dünyada yalnızlığa, Kıbrıs Türklerini yoksulluğa itmiş ve Türkiye'ye muhtaç hale getirmiş, bunlardan daha önemlisi Ada'da çoğunluğu oluşturan Rum halkının önemli bir bölümünü kendi topraklarında mülteci haline getirmiştir. 

Bir haksızlığa karşı tavır almayan kişi o haksızlığa ortak olmuş demektir.

Ne yazık ki iktidarıyla, muhalefetiyle, İslamcısı, laikiyle Türkiye halkının büyük bir kesimi yıllardır kâh yüksek sesle yanlışları savunarak, kâh sorunu görmezlikten gelerek Kıbrıs'ta halkların çektiği sıkıntılardan sorumludur.


Karar verecek olan Kıbrıslılardır

Kitabın ortasından konuşmak zorundayım. "Kitabın ortasından konuşmak", Kıbrıs halklarının kaderini Kıbrıslıların çizmesini kabul etmek demektir.

Bu adada yaşayan Rum çoğunluk ile Türk azınlık, Ada'da nasıl yaşamak istediklerine kendileri karar vermelidir ve verebilirler.

1960 Kıbrıs Anayasası ile bu karar verilmiş, Kıbrıs bağımsız bir devlet olmuş, her iki halkın egemenlikleri ve özgürlükleri güvenceye alınmıştı.

Kıbrıs'ı Yunanistan'a bağlamak isteyen Samson darbecileri alt edilince bu statüyü korumak gerekirdi.

Rumların EOKA'cı olduğu ve Kıbrıs'ı Yunanistan'a bağlamak istedikleri doğru değildi. Çünkü Kıbrıslıların gelirleri Yunan halkının gelirlerinden yüksekti.

Cumhurbaşkanı Makarios, Kıbrıs'ın bağımsızlığından yanaydı ve bloksuz bir siyaset de izliyordu.

Kendileri Amerika'nın himayesine girmiş olan NATO'cu Türk yöneticileri Makarios düşmanlığı üzerinde bir politika inşa etmişlerdi.

Makarios öldükten sonra da Rumluk, kötülüğün timsali sayıldı.


Kıbrıs'ta Rumlar ve Türklerin tek devlet çatısı altında yaşamaları gibi ayrı devletler hailinde tam bağımsız veya federe halde yaşamaları da mümkündür ve buna da her iki halk ayrı ayrı karar verme hakkına sahiptir.

Bağımsız olmaları halinde Rum tarafının Yunanistan'a, Türk tarafının Türkiye'ye katılma hakları da vardır. Ancak buna da kendi özgür iradeleri ile karar vereceklerdir.

Bir ülkede başka bir ülkenin askerî varlığının bulunması, o ülkenin bağımsız olmadığının kanıtıdır.

Şimdi sorabiliriz:

Herhangi bir devleti Kuzey Kıbrıs devletinin bağımsız olduğuna inandırmak mümkün müdür?


Kıbrıs Türk kesimi, doğrudan doğruya Türkiye'ye bağlıdır. Nerdeyse Türkiye'nin bir ili gibidir.

Bu bağımlılığa itiraz eden önemli bir Türk kamuoyu da mevcuttur. Yalnız Türkiye, son KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde olduğu gibi bu seçimlere de müdahale etmektedir.

Kutlu Adalı'nın mafya tetikçilerine öldürtülmesi bile her şeyi açıklamaya yeter.

Kısacası Türk burjuvazisi Kıbrıs'a "çökmüş"tür. Buna da "milliyetçilik" gibi ideolojik bir kılıf uydurulmuştur.

Milliyetçilikten beslenen ancak aydınlanma, Atatürkçülük, Köy Enstitüleri gibi konularda mangalda kül bırakmayan bazı çevreler "Biz milliyetçiliği Kıbrıs dağlarına yazdık" diye övünmektedirler.

Doğrusu onların açtığı bu yoldan şimdi gücü yetse dünyayı fethetmeye kalkışacak olan siyasi İslamcılar ilerliyorlar.


Rumların elinden alınmış olan Maraş'ı yeniden yerleşime açacaklarmış.

Maraş'ın zenginlikleri nerde? Oğlan yedi oyuna mı gitti?

Bu gidişle Türkiye'nin dünyada yalnızlığı, yalnız Azeri gardaşlığı ile giderilemez.

"Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur" diyorlardı. Bunun tercümesi şudur:

Türk'ten başka herkese düşmanlık besliyoruz.


Türklerin de hepsine dost olmadıklarını söylemlerinden anlıyoruz. Kendi halkına düşman olanlar bütün halklara da düşmandır.

Kendi halkına dost olanlar bütün halkların da dostudur. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU