Hukuk önünde eşit haklar iyi yönetimin temel taşıdır: İsrail bunu unutmuşa benziyor

Dominic Grieve, İsrail'in kendisini her zaman Ortadoğu'daki özgürlük ve demokrasi feneri olarak gördüğünü fakat hukukun yorumu ve uygulamasının sadece tek bir topluluğun çıkarlarını koruyup kollamak amacıyla çarpıtıldığını yazıyor

Kudüs'te İslam'daki en kutsal üçüncü mekan olan ve Yahudilerin de Tapınak Tepesi olarak saygı gösterdiği Mescid-i Aksa'da cuma namazına katılan Filistinliler (AFP)

Britanya'nın eski manda topraklarında yaşayan İsrailli ve Filistinlilerin eşit haklara sahip olmasını savunmayı süregelen bir sorumluluk olarak kabul eden yardım kuruluşu Balfour Project, mayıs sonunda bir konferans düzenledi.

Bir süredir planlanan konferans, Gazze'de çok sayıda masum Filistinlinin yanı sıra İsrailli sivillerin ölümüne sahne olan başka bir şiddet döngüsünün sonuyla aynı zamana denk geldi. Yine etkileyici bir şekilde, İsrail'deki Filistinli Arap azınlığın bazı kesimlerinin hem İsrail hükümetinin Kudüs ve Gazze'deki eylemlerine hem de kendilerini ikinci sınıf yurttaş yaptığını düşündükleri ayrımcılığa karşı protestosu çatışmaya damga vurdu. İsrailli çoğunluk topluluğunun bazı aşırılık yanlıları buna şiddetle karşılık verdi.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Konferansımızın temasını, teoride iki tarafın da riayet ettiğini öne sürdüğü hukukun üstünlüğü ilkeleri ve bu ilkelerin çatışmaya barışçıl bir çözüm bulmakta nasıl kullanılabileceği oluşturdu. Barones Hale ve Jack Straw gibi seçkin konuşmacıların yanı sıra Britanya, İsrail ve İşgal Altındaki Filistin Toprakları'ndan insan hakları hukukçularını ağırlama şansına sahip olduk.

Yasalar önünde eşit haklara sahip olmak batılı demokrasilerde haklı biçimde, iyi yönetimin temel taşı kabul edilir. Eşit haklar olmadığında, çoğunluğun arzusu bu yönde olursa, demokrasiler herhangi bir diktatörlük kadar tiranca hareket edebilir. Çoğulcu çok partili demokrasiye ve saygın yüksek yargıya sahip olan İsrail kendisini her zaman Ortadoğu'daki özgürlük ve demokrasi feneri olarak gördü. Fakat konferansta ele aldığımız üzere bu duruş, İsrail'in hem Filistin Toprakları'ndaki hem de kendi içindeki davranışlarıyla baltalanıyor.

Dünya, Cenevre Sözleşmeleri'nin İşgal Altındaki Filistin Toprakları'nda da geçerli olduğunu kabul ediyor. Ancak İsrail hükümeti imzacı olmasına karşın, Sözleşmeleri söz konusu topraklarda uygulamıyor. İsrail hükümetinin yerleşimleri kolaylaştırmak suretiyle, sistematik eşitsizliği dayatmak için askeri hukuk kullanması, uluslararası hukukun men ettiği kolektif cezalandırma biçiminde bir karaktere sahip olan ve şimdi 14. yılında bulunan, süregelen Gazze kapatmasının yaptığı gibi radikalleşmeyi ve güvensizliği besliyor.

İsrailli insan hakları hukukçularının da vurguladığı üzere, bu husus etkilenenlere tesir etmekle kalmıyor, uygulamakla görevli olanların ahlakına da hasar veriyor. Boris Johnson, Birleşik Krallık (BK) Dışişleri Bakanı olduğu dönemde, Binyamin Netanyahu'ya "ya iki devletli bir çözümünüz olur ya da bir tür apartheid sisteminiz" demişti. B'Tselem ve İnsan Hakları İzleme Örgütü gibi STK'lerin bize sunduğu kanıtlar, sistematik temelli apartheid'ın, bu yönde kapsamlı bir niyet olmasa bile İsrail politikasının yarattığı bir sonuç olduğunu gösteriyor.

Dahası, Knesset'in 2018'de Ulus Devlet Yasası'nı kabul etmesi, eski Britanya mandası Filistin'in tamamında kendi kaderini tayin hakkını sadece Yahudiler için saklı tutuyor. Böylece, tanınmış 1948 sınırları içindeki İsrailli Arap vatandaşları üzerinde bile ayrımcı bir etki doğuruyor. Konferansta, geçici olarak Londra'da yaşayan İsrailli-Filistinli Arap olduğunu belirten bir katılımcı, Britanyalı-Filistinli eşini İsrail'de yaşamak için geri götürme ihtimalinin hiç bulunmadığını, ancak İsrailli Yahudilerin yabancı Yahudi eşlerini dünyanın her yerinden hiç zorluk yaşamadan getirebildiğini anlattı. Bahse konu husus İsrail'in inanç, ırk veya cinsiyet fark etmeksizin sosyal ve siyasi hakları herkes için güvenceye alması gereken 1948 Bağımsızlık Bildirgesi'yle uyuşmuyor.
 


Hukukun yorumu ve uygulaması sadece tek bir topluluğun çıkarlarını koruyup kollamak amacıyla çarpıtılıyor. İsrail hükümetinin, önceki Yahudi sakinlerin haklarını Filistinlilerden üstün tutan Doğu Kudüs'teki eylemlerinin altında yatan ve son şiddet olaylarını tetikleyen şey de bu.

İsrail, İşgal Altındaki Topraklar'daki Filistin topluluğuyla çatışmasında barışçıl bir çözüme nasıl gidileceği konusunda şüphesiz bir ikilemle karşı karşıya. Filistin liderliği kendi halkını sıklıkla hayal kırıklığına uğrattı. Seçimlerin yakın zamanda ertelenmesinin de gösterdiği gibi, yolsuzluktan ve hesap verebilirlik eksikliğinden mustarip. Bağımsız bir yargı oluşturmakta bocalıyor. Filistin liderliğinin başarısızlıkları, barış sürecinde olumlu bir ilerleme kaydedileceğine yönelik umudunu yitirenler açısından şiddete verimli bir zemin sağlıyor. BK Dışişleri Bakanlığı'nın, İşgal Altındaki Topraklar'da seçimlerin hızla yeniden planlanması ve Doğu Kudüs'teki Filistinlilerin oy kullanmasına izin verilmesi konusundaki ısrarı övgüye değer.

Konferans, bir çözüm yolu bulmak için analizin ötesine geçmeye odaklandı. Çözümün merkezinde, İsrail ve Filistin'deki herkese eşit hakların temini konusunda ve Filistin'in bir devlet olarak tanınmasında ısrar yatıyor. BK ve uluslararası toplumun sürekli destek verdiği iki devletli çözümün mümkün olan tek makul ifadesi de bu.

Bir devletin tanınması, yönetiminin her yönünün onaylandığı anlamına gelmez. Ancak tanınma, Filistinlilere karşı gerçekleşen sistematik ayrımcı uygulamalara dayalı tek devlete doğru mevcut gidişatı durdurmak için önemli bir yapı taşı sağlıyor. İsrail'in bu hususta dostlarına kulak vermesi kendi yararına olacak.

Kraliyet Avukatı Dominic Grieve, eski Beaconsfield parlamenteri ve eski BK Başsavcısıdır



https://www.independent.co.uk/independentpremium/voices

Independent Türkçe için çeviren: Kerim Çelik

Bu makale kaynağından aslına sadık kalınarak çevrilmiştir. İfade edilen görüşler Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independent

DAHA FAZLA HABER OKU