Bir ömrün iki hikâyesi

Prof. Dr. Ahmet Özer Independent Türkçe için yazdı

Görsel: Pinterest

Hep ve her yerde, her zaman
iki hikayesi vardır insanın.


İki hikâye

Genç Fransız filozof Allain De Botton "Bir insanın ömrü iki evet sadece iki hikâyeden oluşur" diyor. Canım insan dediğin derya deniz nasıl olurda yaşamı sadece iki hikâyeden oluşur diyebilirsiniz.

Yaşadığı bin bir çeşit hikâye, ulaşmak istediği onca hedefler, uyguladığı her türlü varyete, yaşadığı ve yaşamak istediği her türlü pratik bu iki hikâyeden birine aittir, üçüncüsü yok.

Peki nedir bu iki müthiş hikayesi insanoğlunun:

Biri cinsel aşkın peşinden koşturmaların oluşturduğu hikayedir.

Diğeri de bir statü elde etmek için verilen çabadır. Yani statü endişesi.

Üçüncü bir hikâye yok. Hepsi bu ikisinden oluşur, her şey bu iki hikâye şemsiyesinin altında toplanır, diyor.

Peki, hakikaten öyle mi? Bakalım. 


İlk hikâye: Aşk arzusu
 

İster yaşasın ister hayal etsin ya da içine atsın her kişinin yaşamında cinsellik, aşk ve seks son derece önemli bir yer tutar.

Hatta Freud bu yerin daha çok olduğunu dile getirir; bu arzu ve engellemelerin insanın kişiliği üzerindeki baskın etkisine dikkat çeker.

Hem insanoğlunun neslini devam ettirmek için üreme çabası, hem bu yolla ölümsüz olma telaşı, hem de cinsel haza ayarlı bir varlık olması bu tezi doğrular nitelikte değil mi sizce de?

İnsanların çocukluktan itibaren, cinsellik, aşk meşk işleri hiç de azımsanmayacak bir yer tuttuğu her kesin deneyimlediği bir gerçektir. 


İkinci hikâye: Statü endişesi

Gelelim statü endişesine. Her insan sevilmek, el üstünde tutulmak, fark edilmek ister değil mi? Yaşamda ileri gitmek, hayallerini gerçekleştirmek ister.

Bunların her bir noktası bir statüye tekabül eder. Statü kişinin toplumda ya da içinde bulunduğu kurumda işgal ettiği yerdir.

Bu yer konumuna göre farklılık yaratır, kişiye ayrıcalık, saygınlık kazandırır. Yanı sıra duruma göre sevilmeyi de beraberinde getirir.

Kişi bu yolla farklı olduğunu ortaya koyar hatta fark yaratarak kendine olan özgüveni ve saygısı artar. 

Sözgelimi bir lokantaya girdiğinizde buyur edilmek, bir toplulukta ilgilenilmek, bir konuşmada dinlenilmek ister insan.

Önemsenmek, sevilmek, saygı görmek ister. Mevki, makam, para pul, güç ve iktidar arayışlarının altında hep bu statü endişesi yatar.

Marx bunu çıkar çatışması ile, Dahrendorf sahip olunanın derecesi ile, Weber yetke/otorite arayışı ile, Botton statü endişesiyle açıklar. Ama dikkat edilirse hepsi de aynı kapıya çıkıyor sonuçta.


Fark yaratan: Cesarettir

Peki, bu nasıl olacak? Cesaretle, feragatle.. (Tabi, sistemsel sorunları bir kenara bırakıyorum burada)

Salt kuru bir cesaret yeter mi fark yaratmaya diyeceksiniz? Sonuçta moral ve sosyo-psişik bir varlık olarak bizler bunu nasıl yapmalıyız?

Çünkü salt cesaret bazen kırıcı, ürkütücü hatta zarar verici de olabilir. Onu terbiye etmek lazım. Nedir bu anlamda kastedilen? Mesela güneşe çıplak gözle değil, gözlükle bakmak gibi...

İşte insan yaşarken, yaparken ve ne elde ederse etsin, hangi mevki makamda olursa olsun, ne kadar mal mülke sahip olursa olsun sonuçta hepsi gelip geçiyor.

Geriye ne kalıyor? Geriye sanırım insanın hikayesi kalıyor, (varsa) itibarı kalıyor.


Çizgi (--): Acı; Nokta (.): Mutluluk

Unutmamalı ki yaşam döngüsü hep tatlı ve mutlu olmaz. Öyle olursa döngü olmaz. Nasıl ki yaşamla birlikte ölüm varsa, iyilikle birlikte kötülük varsa, tatlı hayatla birlikte acı da var.

Bir mors alfabesi gibi yaşanır hayat.. Acı bir çizgiyse mutluluk bir noktadır. Acı çizgiden sonra onun ödülü olarak bir mutluluk patlaması yaşanır.

Mutluluk acıya göre daha kısa sürer. Mutluluğun kefareti olarak acı, sıkıntı yaşanır. Mors alfabesi gibi, çizgi nokta, çizgi nokta... Böyle sürer gider. 


Ve acı tatlı her şey yıllar içinde beraber büyür, kocaman bir kartopuna dönüşür. Unutulmamalı ki o kartopu gün gelecek ellerinizin içinde erimeye başlayacak.

En sonunda ondan bir şey kalmayacak. Kartopu erirken, her aşamasında avucunda bir sıcaklık hissedeceksin. Gerçek umut, asıl mutluluk budur işte…

Yoksa sürekli mutluluğun peşinde koşmak bitirir insanı. Zaten sürekli bir mutluluk da yoktur yaşamda. Çizgiden sonra gelen nokta ve bu çizgi ile nokta yolculuğunda huzur bulmaktır biraz da mutluluk.

Öyle insanlar var ki  (mutluluğu hep bir hedef gibi gördükleri için) bu yolda mutlu oldukları zaman bile mutlu olduklarının farkında değiller.


Haris insan: Doyumsuzdur. Doyumsuz da mutsuzdur. 

Âşık olmalıyım, güzel bir evim olmalı, o arabayı almalıyım, biraz daha param olmalı, daha zengin olmalıyım, daha fazla kıyafet, daha fazla oyuncak…

Sonra bakmışsın ki elde ettiğin hiçbir şey seni mutlu etmiyor, mutlu etmeye yetmiyor. Kendini bir sonraki adıma şartlandırıyorsun o da seni mutsuzluğa şartlandırıyor. 

Oysa hayat o kadar da zor değil, hele mutlu olmak hiç…Ünlü oyuncu Harvey Keitel, "hayatın sana getirdikleri için şükredeceksin, gerisi için bekleyeceksin" diyor.

Mutluluğu sormuşlar şöyle cevap vermiş; "Mesela, güzel bir evde güzel biriyle yaşamak. Taş devrinden beri insanların derdi bu" diyor.

O zamanlar bile adamların derdi en temiz mağaraya konup, içine en güzel kızı atmakmış.


Yarının hikmeti 

Yaşam insana bahşedilmiş önemli bir armağandır. Ancak yaşamasını ve paylaşmasını bilene. Yoksa kartopu eriyip gittiğinde avucunda hiçbir şey kalmaz. Ona göre yaşamalı ve yaşama renk ve değer katmalıyız.

Anlam yaratmalı ve anlam katmalıyız. Son pişmanlık fayda etmez. Çünkü söylenen söz, atılan ok, kaçırılan fırsat ve yaşanmış hayat asla geri gelmez…

Her şeyin bir müsveddesi var. Ama yaşanan zamanın yok.  Olmadı tekrar başa sarayım diyemezsin. Çünkü yenilenmeyecek, başa sarılmayacak tek şey odur. O halde vakit geçirmeden başla. Yarın geç olabilir. 


"3 Z" formülü

Bunu yaratmanın yolunu da akılda kalsın diye "3Z" formülü dediğim bir şeyle açıklayabilirim. Bunlar; zarafet, ziyafet ve ziyarettir.

İnsanı hayvandan ayıran bir özellik zarif bir varlık olmasıdır. Birçok şeyi yapabiliriz ama bunu zarafetle, nezaketle yapmalı insan...

Nerede olursa olsun, iş, siyaset, sanat alnında yapıp ettiklerimiz, ürettiklerimiz, davranışlarımız zarif olmalı. Diğer insanları kırmamalı, üzmemeli, onlara zarar vermemeli. Bu önemli bir insani özellik.

Zarafet yetmez, ziyaret de gerekli... insan her şeyden önce sosyal bir varlık.. başkalarıyla birlikte insanlığını yaşar.. Bu da onları görmek, ziyaret etmek ve bir araya gelmekle olur.

Bu yüzden daima dostlarımızı, arkadaşlarımızı, yakınlarımızı ziyaret etmeliyiz. Ahlakta, dinde, yaşamda (sosyolojide) ziyaretin önemli bir yeri var.

Örneğin dinde "sılayı rıhm" var. Kültürümüzde "gözden ırak olan, gönülden de ırak olur" diye bir söz var mesela..  

Ziyaret bir aradanlığı getirir, bir aradanlık paylaşmayı…  Bu da en önemli insani etkileşimi sağlar. 

İşte bu bir arada olmak ziyafetle taçlanırsa daha güzel olur. İnsanlar, dostlar, arkadaşlar birbirine ikramda bulunmalı.

Babam bana hep derdi ki;

Oğlum arkadaşlık güzeldir ama yemekle içmekle daha da güzelleşir.


Onu şimdi daha iyi anlıyorum. Bu mealde şunu eklerdi;

Unutma! en değersiz para cimrinin parasıdır. Çünkü kullanmaktan imtina eder. Oysa para kullanılırsa değerlidir. O yüzden mert adamın parası daha değerlidir.


Demek ki biz yapıp ederken yaşamı daha güzel hale getirmek durumundayız. İnsan için dünyada olmak biraz da 'güzelin' peşinde olmaktır. Bunu da zarafetle yapabilir, ziyaretle anlamlı hale getirebilir, ziyafetle zenginleştirebiliriz.


Geri gelmeyen

Her şeyin bir müsveddesi var demiştim ya; mesela yazdığın yazıyı beğenmezsen bozup yeniden yazabilirsin, seyrettiğin filmi bir kez daha seyredebilirsin.

Karından boşanabilir, yeniden evlenebilirsin. Bağlı olduğun ülkenin vatandaşlığından çıkabilir, başka bir ülkeye iltica eder vatandaşlık istersin. Hepsi mümkün.

Hepsinin alternatifi var. Ama bir şey var ki müsveddesi, alternatifi yok. Yaşanmış zamandır o da.. yaşanmış zamanın müsveddesi yoktur, olmadı tekrar başa sar yeniden yaşayayım diyemezsin.

Çünkü yenilenmeyecek, başa sarılmayacak tek şey geçen zamandır.

Bir arayıştır zaman, insan olmak, insanın kendini keşfetme süreci... Bu süreç asla bitmez, bitmemeli de. Bittiği gün insanlık da biter. Karşına çıkan her engel sonrası kendinle ilgili yeni bir şey keşfedeceksin.

"Ben" oldum diye ortada dolaşmaya başladığın an hayatın fişini çekmiş olursun…

Başladığımız yere geri dönelim. İnsanlar doğar, yaşar ve ölürler. Önemli olan geride anılmaya değer bir hikaye bırakmaktır. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU