Arapça bir kavram olan Nakba 'talihsizlik' anlamına geliyor. Nakba günü ise 'talihsizlik günü'….
14 Mayıs 1948'de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda yapılan oylamada 13 ret oyuna karşı 33 kabul oyu ile İsrail devleti, İngiltere'den bağımsızlığını ilan etti.
Filistin halkı için İsrail devletinin kuruluşu felaketti. Dolayısıyla onu takip eden gün, onlar için Nakba günü, 'felaket günü' olacaktı. *
Filistin toprakları üzerinde İsrail devletinin bağımsızlık ilanına karşı beş Arap devleti, Irak, Suriye, Ürdün, Mısır, Lübnan, İsrail'e karşı askeri operasyon başlattı ve bu kısa sürede 1948 Arap- İsrail Savaşı'na dönüştü.
1947'de Birleşmiş Milletler Güvenlik Kurulu, Filistin'de iki devletli çözümü kabul etmişti. Savaşı etkin bir biçimde yürüten İsrail, Filistin coğrafyasında Filistin'e bırakılan toprakların yarıya yakın kısmını işgal edince, durum daha bir ağırlaştı.
Savaşta üstünlük elde eden İsrail, Filistin halkına karşı uluslararası savaş kurallarını tanımaz biçimde olmadık zulmü uyguladı.
Yüzlerce köyü yaktı, yıktı. Sayısız Filistinliyi öldürdü. 700 bin Filistinli topraklarını bırakıp gitmek zorunda kaldı.
İsrail, 1949 ateşkesi sonucu topraklarına dönmek isteyen Filistin halkına dönme izni vermedi. Böylece Filistin-İsrail meselesinde temel bir önem kazanacak olan mültecilik meselesi eklenmiş oldu.
İsrail'in işgali ettiği, yakıp yıktığı evlerin sahiplerine daha sonra mülkiyet hakkı ödendi; ama bu durum işgalin çok daha sinsi şekilde uygulanmasının bir yolunu açacaktı.
Zulüm ve yoksulluk kıskacına aldığı Filistin halkına Filistin-İsrail tek bir çıkış yolu gösterecekti: 'Mülkiyet Hakkı'nın Yahudi yerleşimcilere belli bir ödeme karşılığında bırakılması. Bu yol uluslararası 'etik baskı' karşısında da korunaklı idi.
Nakba sürüyor!
Nakba, 15 Mayıs 1948'de kalmadı. O ilk adımdı, yani İsrail devletinin bağımsızlık ilanı idi.
İsrail'i, Maide suresinin 21-26. ayetlerine göre "vadedilmiş topraklar"a (Arz-ı Mevud) doğru genişletme ihtiyacı vardı. Buralar Filistin toprakları idi, dolayısıyla Filistinlileri kendi topraklarından kovulması meselesi vardı.
İsrail devletinin kurulması, 1947 ile 1949 arasında izlediği işgal ve tenkil politikası daha başlangıçtı. *
Göç, komşu Arap ülkelerine idi ve bu zaman içinde milyonlarca Filistinli mültecileşecekti.
Mülteci Filistinliler ev sahibi ülkelerin egemenleri tarafından ucuz emek deposu olarak kullanılacaktı. Filistinlilerin evlerine dönme özlemleri de, Ortadoğu siyasetinde sonuna kadar araçsallaştırılacaktı.
Dengelerin değiştiği noktada onları çoğu kez sınır dışı, bazen de katliam bekliyordu.
Örgütlülüğün, dağınıklığın, bir yerde sahipsizliğin kahredici sonucu karşılığını 1964'de Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ) kuruluşun da bulacaktı.
1967 Arap-İsrail Savaşı sonunda İsrail, Mısır'ın Sina Yarımadası, Suriye'nin Golan Tepeleri ve Batı Şeria'yı işgal etti.
İsrail topraklarında 350 bin Arap yaşıyordu. Yeni işgal ile birlikte İsrail topraklarında bir milyondan fazla Filistinli bu sayıya eklenmiş oldu.
FKÖ'nün kurulması, El Fetih ve oluşmaya başlayan Filistin direniş örgütlerinin etkinliği, üslenmiş oldukları Arap ülkelerinin egemenlerini rahatsız ediyordu.
Nitekim çok sürmeyecek bu durum çatışmaya dönüşecekti. 1970'de Ürdün'le yaşanan 10 günlük çatışma, direniş örgütlerinin darbelenmesine, Ürdün'den ayrılmasına ve Lübnan'da üslenmesine neden olacaktı.
7 Nisan 1973'de İsrail komandoları Beyrut'a saldıracak, üç Filistinli önderi katledecekti. Hemen ardından Lübnan ordusu direniş örgütlerinin üslerine ve mülteci kamplarına saldıracaktı.
Sadece dışarıda değil, içeride de çözüm bekleyen meseleler ortaya çıkacaktı; 1973 Arap-İsrail Savaşı'ndan sonra Ortadoğu barış süreci çerçevesinde yapılan görüşmelerde Filistin'in temsil edilmesi meselesi Filistin direniş örgütleri arasında anlaşmazlık yaratacaktı.
İsrail'in varlığına ve barış görüşmelerine bütünüyle karşı çıkan bir kısım Filistin direniş örgütü "Ret Cephesi'ni oluşturacaktı.
Barış görüşmeleri yolunu benimseyen FKÖ, 1974'de kimi başarılar elde etmiş olsa da, 'Ret Cephesini doğrularcasına' giderek diplomatik yolu abartması, hatta fiili olarak adeta sonuç alıcı temel yol olarak benimsemesi, siyasi süreci eksikliğe sürükleyecekti.
Ocak 1976'da Lübnan Falanjistleri, Filistin mülteci kamplarını kuşatacaktı. Lübnan hükümeti de Falanjistleri destekleyecek ve direnişle simgeleşen Tel el Zaatar mülteci kampı direnişi ağır can kaybıyla 12-13 Ağustos 1976'da bitecek, kamp düşecekti.
Bütün bunlara paralel İsrail'in saldırıları ve direniş hep var olacaktı.
1977'de BM (Birleşmiş Milletler) Genel Sekreteri Kurt Valdheim'in diplomatik girişimleri ve Mısır-İsrail Camp David Anlaşması'nın zararları yanı sıra devamı dengeleyici diplomatik girişimler, 1981'de de Suudi Arabistan'ın benzeri girişimleri sonuç vermeyecekti.
İsrail bütün bu girişimleri reddedecek, 1980'de Doğu Kudüs dahil bütün Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak ilan edecekti.
1982'de de İngiltere'de İsrail Büyükelçisinin öldürülmesi gerekçesi ile Lübnan'ı işgal edecekti.
Lübnan'ın güneyinde bulunan Filistinli bütün direnişçileri temizlemeyi amaçlayan işgal sırasında, İsrailli askerlerin koruması altında Lübnanlı falanjistler, Sabra ve Şatilla kamplarında bulunan yüzlerce Filistinliyi katledecekti.
Ve Arafat başka nedenlerle birlikte 1982'de, Lübnan'da bulunan altı bin civarında direnişçi ile Beyrut'tan ayrılmak zorunda kalacaktı.
Filistin davasının yeni dönemi
Özellikle 1990'lardan sonra Filistin davasının bir dönemi kapanacak, yeni dönemi başlayacaktı.
Sovyetler Birliği'nin Afganistan'dan geri çekilmesi, İran'da anti Amerikan Şii/dinci Humeyni iktidarının kuruluşu, Amerikan emperyalizminin "Yeşil Kuşak" projesi ve benzeri tamamlayıcı gelişmeler Sovyet sisteminin çöküşü ile birleşince, 2000'li yılların başlarında Ortadoğu'da, hatta bütün dünyada siyasallaşan İslam yükselişe geçecekti.
Doğal olarak Filistin davası da bu gelişmelerden etkilenecekti. Diplomasiyi aşamayan, yozlaşan, bu haliyle İsrail için 'kolaylaşan' FKÖ zayıflayacak, İran Şii/İslam Devriminden aldığı psikolojik/moral ve maddi/teknik destekle İsrail'in anladığı dille konuşan HAMAS, İslami Cihat gibi örgütler güç kazanacaktı.
Artık bütün Arap halklarının bu mücadelesini birleştiren temel güç Baas milliyetçiliği olmayacak, siyasallaşan İslam olacaktı.
Zaten kökleri 1920'lere dayanan İhvanı Müslim (Müslüman Kardeşler) halk kitleleri içinde hep vardı ve Baas milliyetçiliğinin zayıflamasında önemli bir rol de oynamıştı.
İttifaklar değişecek, dengeler değişecek, ilişkiler değişecekti…
1970'lerde 80'lerde, hatta 2000'li yılların başlarına kadar bir biçimde İsrail karşıtı politika izleyen Arap devletlerinin bazıları parçalanacak, bazıları kaosa sürüklenecekti.
Kalanlar yeni zamana uyumdan imtina etmeyen politikaları ile İsrail'in devlet ve toprak amacına uygun tarihsel programının önünde engel olmaktan çıkacaktı.
Kısacası siyasallaşan İslam, dünya bir yana Ortadoğu'da yükselişe geçmiş ve güç kazanmıştı ama geçen zamanın ortaya çıkardığı gerçeklik, İsrail'in ve Amerikan emperyalizminin işinin daha bir kolaylaştığı idi.
Trump döneminde imzalanan ve Biden'in iptal etmediği, uygulanacağı zamanı bekleyen 'Yüzyılın Anlaşması' buna örnektir.
Ortadoğu'da küresel sermayenin yeşil renk almasının da, BOP'un (Büyük Ortadoğu projesi) eş başkanlığının da sonuçları vardı.
İsrail, önü alınmaz bir şekilde Filistinlileri, Filistin topraklarından temizleme imkânı elde edecekti…
Deniz Gezmişlerin Filistin yolu
İsrail devleti, Nakba'nın yıldönümünde Kudüs'te, Gazze'de mazlum Filistin halkının kanını dökmeye devam ediyor.
Amerikan'ın ve Batı Avrupa'nın İsrail katliamlarını lanetlenmesi gerekirken, onca güç orantısızlığına karşın Filistin halkının meşru direniş hakkını "Hamas terörizmi" ile açıklanması ve lekelemesi kabul edilemez!
Nakba, 1948'de tarihe havale edilmiş bir insanlık suçu değildir. 73 yıldır Filistin halkına karşı baskıyla, işkenceyle, satın almayla, ambargo ile katliamla, işgalle sürdürülen tenkildir, kabul edilemez!
Cumhurcu iktidarın, Siyonizm ve Yahudi karşıtlığı argümanı ardında, İsrail ile yaptığı ekonomik ve askeri anlaşmalar ve yürüttüğü ilişkiler "incir yaprağı" misali, üstü örtülemeyecek kadar yaygındır, açıktır. Kabul edilemez!
Türkiye halklarının yolunu, hep genç kalan Deniz Gezmişlerin Filistin yolu aydınlatıyor!
Dayanışma kardeşleştirir!
Dayanışma yaşatır!
* 'İlk felaket günü 1998 yılında anıldı. 1998'den bugüne İsrail kentlerinde, Kudüs'te, Batı Şeria'da, Gazze Şeridinde, Lübnan'da, Suriye'de ve Ürdün'deki mülteci kamplarındaki yaklaşık 12 milyon Filistinli, 14 Mayıs 1948 sürecinde yaşanan trajediyi Felaket Günü etkinlikleriyle anıyor. Filistinliler, o gösterilerde genellikle ellerinde anahtar veya anahtar çizili pankartlar taşıyor. Bunun anlamı 1948'de evimizi terk ettik ama anahtarlar hala bizde, yarın evlerimize geri döneceğiz ve bu anahtarlarla kapımızı açacağız.'
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish