Medeniyet ortak mı, Batı'ya mı ait?

Dr. Osman Gazi Kandemir Independent Türkçe için yazdı

Görsel, Amitav Acharya'nın "The Once and Future World Order" adlı kitabının kapağından alınmıştır

Dünya düzeni denildiğinde akla ilk gelen, II. Dünya Savaşı sonrası ABD liderliğinde kurulan liberal uluslararası sistemdir.

Bu sistemin temellerini atan Bretton Woods kurumları, NATO, Birleşmiş Milletler ve daha sonra G7 gibi yapılar, uzun yıllardır küresel yönetişimin ana çerçevesini oluşturdu.

Ancak son yıllarda Çin'in yükselişi, Hindistan'ın büyümesi ve küresel güneyin artan etkisiyle birlikte, bu Batı merkezli düzenin sürdürülebilirliği sorgulanmaya başlandı.

Siyaset bilimci Amitav Acharya'nın 2025'te yayımlanan "The Once and Future World Order" (Geçmiş ve Gelecek Dünya Düzeni), bu tartışmaya radikal bir perspektif getiriyor.

Acharya'ya göre, sorun sadece mevcut düzenin değişmesi değil, dünya düzeni hakkındaki tüm anlatımızın yanlış olması.

Peki gerçekten medeniyet Batı'nın bir icadı mı, yoksa insanlığın ortak mirası mı?
 

 

5 bin yıllık yanlış anlatı

Batı merkezli tarih anlatısına göre, modern dünya düzeninin kökleri antik Yunanistan'a, oradan da Roma İmparatorluğu'na uzanır.

Bu anlatıda, Avrupa'nın Orta Çağ'dan çıkışı, Rönesans, Aydınlanma ve son olarak Sanayi Devrimi'yle birlikte Batı, insanlığı "barbarlıktan medeniyete" taşıyan bir rol üstlenmiştir.

1648 Vestfalya Barışı ile modern ulus-devlet sistemi doğmuş, 19'uncu yüzyılda sömürgeci güçler "medeniyet yükü"nü omuzlayarak dünyayı "aydınlatmış", 20'nci yüzyılda da ABD liderliğinde liberal düzen kurulmuştur.

Acharya bu anlatının temelden yanlış olduğunu savunuyor.

Ona göre dünya düzeni fikri, Batı'nın yükselişinden yaklaşık 4 bin 500 yıl önce Mezopotamya'da doğmuştur.

İlk dünya düzenleri Sümer site devletleri ve antik Mısır'da şekillenmiş, diplomasi Hititler ve Mısırlılar arasında gelişmiştir.

Modern uluslararası hukukun temelleri sayılan Kadeş Barış Antlaşması (M.Ö. 1259) bile Batı'nın değil, Ortadoğu'nun eseridir.

Bu perspektiften bakıldığında, Batı'nın "medeniyet kurucu" rolü büyük ölçüde mit haline geliyor.

Antik Yunanistan'ın bilim ve felsefedeki katkıları yadsınmaz, ancak kendi siyasi sisteminin istikrarsızlığı ve sürekli savaş halinde olması da gözden kaçırılmamalı.

Asıl dikkat çekici olan, İskender'in Pers İmparatorluğu'nu fethettikten sonra krallığını kurmak için Yunan cumhuriyetçiliğini değil, Pers monarşisini örnek almış olması.


Doğu'nun unutulan katkıları

Batı merkezli anlatının en büyük eksiklerinden biri, Doğu medeniyetlerinin dünya düzenine katkılarını görmezden gelmesi.

Oysa Hindistan ve Çin, bin yıllarca süren deneyimleriyle dünya düzeni inşasına eşsiz katkılarda bulundular.

Hint medeniyeti, "gana-sangha" adı verilen erken cumhuriyetçi yönetim biçimlerini geliştirdi.

İmparator Ashoka’nın "dharma" felsefesi ise, hükümdarlık gücünün adalet ve etik ilkelerle sınırlandırılması gerektiği fikrini ortaya koydu.

Budizm gibi evrensel ahlaki ilkeler, askeri fetih değil barışçıl yayılım yoluyla tüm Asya'ya ulaştı.

Bu, Batı'nın din ve medeniyet yayma anlayışından temelden farklı bir yaklaşımdı.

Çin, tarihin en sofistike dünya düzeni sistemlerinden birini kurdu.

Çin’in haraç sistemi, çoğu zaman doğrudan işgal yerine komşu devletlere ticari ayrıcalıklar sunarak uzun süreli istikrar sağladı.

Bu yaklaşım, Batı’nın deniz aşırı sömürgelerde uyguladığı sert ve sömürü temelli yönetim anlayışından farklı olarak daha esnek ve görece sürdürülebilir bir modeldi.


İslam'ın köprü rolü

Belki de en az anlaşılan katkı, İslam medeniyetinin dünya düzeni inşasındaki rolü.

Avrupa'nın "Karanlık Çağları" olarak adlandırdığı dönemde, İslam dünyası antik Yunan, Hint, Pers ve Çin eserlerini sadece korumuyor, üzerlerine yeni bilgiler de ekliyordu.

Cebir, optik, tıp ve coğrafya alanlarındaki İslami katkılar olmasa, Avrupa'da Rönesans ve Aydınlanmayı tasavvur etmek güç olurdu.

Daha da önemlisi, İslam medeniyeti farklı kültürler arasında köprü rolü oynadı.

Endülüs'ten Bağdat'a, Kahire'den Semerkant'a uzanan İslam dünyası, bilgi ve ticaretin serbestçe dolaştığı kozmopolit merkezler yarattı.

Bu merkezler, bugünkü küreselleşmenin ilk örnekleri sayılabilir.


Batı'nın "sihirli iksiri"

Peki Batı nasıl oldu da son beş asırda dünyaya hâkim oldu?

Acharya'ya göre bunun sırrı, "sihirli iksir" dediği bir kombinasyonda yatıyor: diğer medeniyetlerden ödünç alınan teknoloji ve bilgiyi, sömürgecilik ve kölelikle birleştirmek.

1648 Vestfalya Barışı, Avrupa içinde devlet egemenliği ve eşitlik ilkelerini getirdi, ancak aynı ilkeler Afrika, Asya ve Amerika'daki halklara uygulanmadı.

Bu "küresel çifte standart", Batı'ya büyük avantaj sağladı. Avrupa içindeki rekabet ve enerji, sömürgecilik yoluyla dışarıya kanalize edildi.

Amerika Birleşik Devletleri bile, kendini Avrupa'nın emperyal geçmişinden farklı görmesine rağmen, yerli halkları kolonileştirme, köleliğe dayanma ve Monroe Doktrini gibi politikalarla kendi etki alanını kurma konusunda Avrupalı güçlerden pek farklı davranmadı.


Yeni dünya düzeninin işaretleri

Bugün Batı'nın küresel egemenliği sona ererken, yeni bir dünya düzeni doğuyor.

Bu değişimin dönüm noktalarından biri 1955 Bandung Konferansı'dır.

Bağımsızlığını yeni kazanmış uluslar, sadece Batılı kavramları taklit etmekle kalmadı, kendi sivilizasyonel geçmişlerinden yararlanarak bu kavramlara yeni anlamlar kattı.

İnsan hakları alanındaki en somut örnek, 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin "tüm insanların özgür ve eşit doğduğu" şeklindeki nihai metninin, Hindistanlı Hansa Mehta'nın etkisiyle şekillenmesi.

Barış gücü operasyonlarından uluslararası kalkınma politikalarına kadar birçok alanda, sömürgecilik sonrası ülkelerin katkıları Batı merkezli yaklaşımları değiştirdi.

Günümüzde Çin'in Belt and Road Initiative'i, Hindistan'ın Non-Alignment Movement 2.0 yaklaşımı, Afrika Birliği'nin artan etkinliği ve Latin Amerika'nın bölgesel entegrasyon çabaları, yeni bir dünya düzeninin işaretleri olarak görülebilir.
 


Korkudan umuda

Batı'da yaygın olan korku, Batı egemenliğinin sona ermesiyle birlikte küresel kaosun geleceği yönünde.

Ancak tarihsel perspektiften bakıldığında, bu korkular abartılı görünüyor.

Aksine, Batı merkezli düzenin sona ermesi, sömürgecilik, ırkçılık ve eşitsizlik gibi bu düzenin yarattığı sorunları azaltma fırsatı sunabilir.

Acharya'nın "küresel multipleks" dediği yeni düzende, geleneksel çok kutupluluktan farklı olarak, daha fazla sayıda aktör rol oynuyor.

Her ülkenin her alanda liderlik edemeyeceği bu düzende, farklı uluslar farklı konularda öncülük ediyor.

Ticaret, çevre, teknoloji, kültür gibi alanlarda liderlik paylaşılıyor.


Ortak miras, ortak gelecek

Medeniyet Batı'ya ait değil, insanlığın ortak mirası.

Sümerlerden Çinlilere, Hintlilerden Müslümanlara kadar tüm kültürler bu mirasa katkıda bulundu.

Bugün karşılaştığımız küresel sorunlar -iklim değişikliği, pandemiler, eşitsizlik- hiçbir ulusun tek başına çözebileceği problemler değil.

Geleceğin dünya düzeni, bir medeniyetin diğerine üstünlük kurduğu değil, farklı medeniyetlerin birbirlerinden öğrendiği ve birlikte çalıştığı bir düzen olmalı.

Bu sadece normatif bir gereklilik değil, aynı zamanda pratik bir zorunluluk.

Çünkü 21'inci yüzyılın sorunları, 21'inci yüzyılın çok medeniyetli çok kutuplu dünyasında, tüm insanlığın bilgeliğini bir araya getirerek çözülebilir.

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU