Haklı olanın bugün olmasa da uzak olmayan bir gelecekte kazanacağı dava…

Celalettin Can, Independent Türkçe için HDP Hukuk Komisyonu Eş Sözcüsü ve HDP Eş başkan yardımcısı Ümit Dede​​​​​​​ ile konuştu

Uludereli anneler Kobani sınırında / Fotoğraf: Sözcü

Nihayet Kobani davası başladı ama ne başlama... Güvenlik kuvvetleri olsun, mahkeme başkanı olsun, güvensiz bir mahkeme ortamı yaratmak için sınırları zorladılar, çoğu kezde sınır tanımadılar...

Darbe mahkemelerinde yıllarca yargılandım, emin olunuz ki böylesini görmedim. En azından bir devlet nizamı vardı...

Anlatacak çok şey var ne ki en uygunu biz Avukat Ümit Dede ile yapacağımız röportaja geçelim.
 

Ümit Dede.jpg
HDP Hukuk ve İnsan Hakları Komisyonu eş başkanı ve HDP Eş Başkan yardımcısı Ümit Dede

 

Celalettin Can: HDP Hukuk Komisyonu Eş Sözcüsü ve HDP Eş başkan yardımcısısınız. Kobani davasına ilişkin savunma boyutunun yetkilisi olarak dava hakkında görüşlerinizi almak istiyoruz. İsterseniz şöyle başlayalım; İktidar, Kobani davasına konu olan protestoların ve bu protestolarda hayatını kaybeden bütün insanların sorumluluğunu HDP ile açıklıyor. Bu iddialar hakkında ne dersiniz?

Ümit Dede: Öncelikle yaşanmışlığın kanıtladığı, AKP iktidarı dışarıda AİHM kararlarını, içeride de mahkeme kararlarını tanımıyor. Yedi yıl önce gerçekleşen Kobani protestolarını yargı konusu yapıyor. Mahkemeleri araçsallaştırıyor. Çok fütursuz, siyasi nedenlerle 3 bin 530 sayfalık iddianame hazırlatıyor.

Mahkeme bu 3 bin 530 sayfalık iddianameyi sadece bir hafta içinde kabul ediyor. Bu kadar yüklü bir iddianameyi bu kadar sınırlı bir zamanda okumak, incelemek ve karar vermek mümkün mü?

Selahattin Demirtaş'ın cezaevinde genel gündeme ve ekonomiye ilişkin yorumlarında dahi Kobani protestolarıyla ilgili suç unsuru bulunarak(!) iddianameye konabiliyor.

Gizli ve açık tanık ifadeleri 'kopyala-yapıştır' yöntemiyle kurgulanarak dosyaya konuyor.

Gizli veya açık tanıklarca suçlanan aynı kişi hakkında, farklı zamanlarda tıpatıp aynı cümlelerle ifade verdiriliyor.

İddianameye göre, bazı kişiler aynı anda farklı kentlerde olduğu çelişkisine rağmen bu yapılıyor.

IŞİD'li bir elemanın işlediği cinayete Kobani iddianamesinde yer veriliyor. IŞİD'linin itirafına ve yargılandığı mahkemenin kararına rağmen bu yapılıyor. Bir değil, iki değil, birçok suç zorlama operasyonel yöntemlerle HDP'ye mal edilmek isteniyor.

Bu ve benzeri gerçek dışı iddialarla HDP Merkez Yürütme Kurulu (MYK) ve Parti Meclisi (PM) üyesi 22 şahsiyet hakkında tutuklama kararı veriliyor. Ayrıca dokuz HDP Milletvekili hakkında da dokunulmazlıklarının kaldırılması için inanılmaz bir hızla fezleke hazırlanıyor.

Bu memlekette hukukun çivisi çıkmış.

Adalet bu ülkede adaletsiz iktidar partisinin ön ismi…


- İddialara 'gerçek dışı' dediniz… Gerçek ne?

"HDP 7 Haziran 2015 Genel Seçimlerinde sonra halkı sokağa döktü" iddiası doğru değil… Çünkü güvenlik güçlerinin adının karıştığı.6-8 2014 Kobani Protestoları 7 Haziran genel seçimlerinden sekiz ay önce gerçekleşti.

"6-8 Ekim 2014 Kobani protestoları HDP'nin attığı bir tweetle başladı" iddiası doğru değil… Çünkü IŞİD'in Musul'u işgali ile birlikte Toplumsal hareketlilik ortaya çıktı. Protesto eylemleri Kobani'ye IŞİD'in saldırıları ile birlikte başladı. Ölümler ise özellikle Erdoğan'ın "Kobani düştü düşecek" sözünün etkisiyle bir anda başladı ve tırmandı.
 

erdoğan.jpg
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan "Kobani düştü, düşecek"


"Demirtaş şiddeti artırmaya yönelik tweet attı" iddiasının doğru olmadığına, Demirtaş'ın protestolar sırasında attığı şu tweet kanıttır:

Sokakta karşı karşıya getirme senaryolarına karşı herkes bilinçle hareket etmeli ve sokaktan çekilmelidir.


"HDP tweeti halkı sokağa döktü, HDP halkı şiddete teşvik etti" iddiası doğru değil… Çünkü HDP'nin tweeti tam aksine barışçıl bir protesto çağrısıydı. IŞİD vahşeti karşısında, ülkenin dört bir yanında insanlar sokaklara döküldü.

Dünyada da yüzbinler HDP'nin tweetinden çok önce IŞİD saldırılarına karşı protestolara başlamıştı. Birleşmiş Milletler başta olmak üzere, uluslararası kurum ve kuruluşlar ardı ardına acil destek ve dayanışma çağrılarında bulunuyordu.

"HDP yöneticileri olayları kışkırttı" iddiası doğru değil, çünkü dünyanın gözleri önünde yaşanan IŞİD vahşeti karşısında, Erdoğan'ın "Kobanî düştü düşecek" sözleridir halkı esas olarak kışkırtan. 6-8 Ekim 2014 protestoları süresince İdris Baluken ve Sırrı Süreyya Önder, İçişleri Bakanı Efkan Ala'nın makamında ve Ala ile birlikte uzun saatler çalışma yürüttüler. Bu çalışmalar sırasında Ala'nın, "Bizim kontrol edemediğimiz güçler var" ifadesi gerçeğin itirafı olması bakımından manidardı…
 

efkan ala aa.jpg
"Bizim kontrol edemediğimiz güçler var" İçişleri Bakanı Efkan Ala / Fotoğraf: AA


"İktidar 6–8 Ekim'de yaşananların takipçisi oldu, sorumlular yargılandı" iddiası doğru değil, çünkü iktidar, adeta siyasi şova dönüştürdüğü iki dava dışında kalan davaların konu ettiği kanlı olayların aydınlatılması için hiçbir girişimde bulunmadı. Özellikle güvenlik güçlerinin adının karıştığı cinayetlerin üzeri örtüldü.

"6-8 Ekim 2014'te yaşanan ölümleri HDP'liler gerçekleştirdi" iddiası doğru değil, her şey bir yana hayatını kaybeden kişilerin 27'si HDP üyesi veya oy veren, destekleyen yurttaşlarımızdı. Bu kişilerin kolluk güçlerince veya bazı siyasi çevrelerce yönlendirilen, sivil giyimli silahlı kişiler tarafından öldürüldüğü ve faillerin cezasız kaldığı çok açık.

"6-8 Ekim 2014 protestoları çözüm sürecinin bitmesine sebep oldu" iddiası doğru değil, çünkü 6-8 Ekim'de yaşananların ardından HDP heyeti-hükümet-İmralı arasında yoğun görüşmeler yaşandı. Protestolardan 6 ay sonra, 28 Şubat'ta Dolmabahçe Mutabakatı imzalandı.

"HDP, bu olayların üstünü örtmeye çalıştı" iddiası doğru değil, çünkü HDP'nin, Kobanî protestolarının araştırılması için Meclise onlarca 'araştırma komisyonu kurulması' önergesi verdiği, bu önergelerin her defasında AKP-MHP oylarıyla reddedildiği, verilen soru önergelerinin ise yanıtsız bırakıldığı kayıtlarda duruyor.

Kobani protestolarına ilişkin üretilen bütün bu gerçek dışı iddialar, 7 Haziran 2015 seçimlerinde, AKP tek başına iktidar olma şansını kaybedince başlıyor.


- Davanın seyrinin değişmesinde önemli rolü olan, "özel" yetkilerle donatılan Savcı Ahmet Altun'un misyonu nedir?

Cumhurbaşkanı adayı Erdoğan'ın seçim kampanyasında, 6-8 Ekim protestoları üzerinden Demirtaş'ı ısrarla hedef alması, sonrasında o dönem milletvekili olmayan bazı HDP MYK üyeleriyle ilgili açık bulunan Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 2014/146757 sayılı soruşturmasının bütün seyrini değiştirecek bir gelişme yaşandı. Dosyanın savcısı değiştirildi ve MHP kimlikli savcı Ahmet Altun bu dosyada görevlendirildi.

Ahmet Altun, dosyada göreve başlar başlamaz 6-8 Ekim olaylarıyla ilgili Emniyet'ten ayrıntılı bilgi ve belge isteyecekti. Savcı Ahmet Altun, 12.06.2018 tarihinde ise Demirtaş'ın tutuklu yargılandığı Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi'nden dosya kapsamında yapmış olduğu savunmaların soruşturma dosyasına gönderilmesini isteyecekti.
 

Ahmet Altun.jpg
Savcı Ahmet Altun


Savcı Ahmet Altun, 19.07.2018 tarihin de de HDP MYK üyesi olmayan ve dosyanın hiçbir aşamasında şüpheli bulunmayan Hatip Dicle, Selma Irmak, Sırrı Süreyya Önder, Ayla Akat Ata, Demir Çelik, Aysel Tuğluk, Gültan Kışanak, Ahmet Türk, Sebahat Tuncel, Emine Ayna, Kamuran Yüksek ve Ertuğrul Kürkçü gibi siyasetçilerin isimlerinin bulunduğu tarihsiz ve imzasız bir liste gönderecekti. 

Bu listede isimleri bulunan kişilerin PKK bağlantıları ve örgüt içi konumlarını gösterir tüm araştırmaların yapılmasını, olay tarihinde Türkiye'de ikamet edenlerin açık adreslerinin, GSM telefon hatlarının ve HTS kayıtlarının tespitini isteyecekti.

Dosyaya yeni gelen bir bilgi ve belge olmadığı halde, Savcı Ahmet Altun tarafından, kim tarafından, nerede ve nasıl hazırlandığı bilinmeyen bir belge üzerinden -herhalde Emniyetten- araştırma yapılmasını istemesi, soruşturma dosyasının nereye götürülmek istendiği konusunda da bir fikir veriyordu.


- Başından Kobani davasının görülmeye başlandığı 26 Nisan'a, yani ilk mahkemeye kadar olan süreci kademeli, kısaca ve anlaşılması için sıkıntılı hukuk dilinden arındırarak anlatsanız. Mesela ilk soruşturmalardan başlayalım.

6-8 Ekim 2014 tarihinde yaşananlarla ilgili HDP Genel Merkezi tarafından yapılan twitter paylaşımlarıyla ilgili olarak 09.10.2014 tarihi ve devamında dönemin HDP Eş Genel Başkanları, MYK üyeleri ve tüm yöneticileri hakkında çeşitli tarihlerde 'suç duyuruları' yapıldı ve bu suç duyuruları, iki ana soruşturmada birleştirildi.


- Kademe de bu milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması ve yargılanması olmalı…

Evet…7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra çözüm sürecini sonlandıran iktidar, milletvekili dokunulmazlıklarını gündeme getirdi.

Bu kapsamda Kobanî protestolarına dair Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş'ın yanı sıra diğer milletvekilleri hakkında açılan, Parlamenter Suçlar Soruşturma Bürosunca yürütülen 2014/5717 sayılı dosya TBMM'ye gönderildi.

20 Mayıs 2016 tarihindeki Anayasa değişikliği ile Anayasa'ya açıkça aykırı bir şekilde dokunulmazlıklar kaldırıldıktan sonra davalar açıldı.


- Dokunulmazlıkların kaldırılmasında, ana muhalefet partisinin rolünü bir kenara yazarak, Demokratik siyasete vurulan darbelerle devam etsek…

4 Kasım 2016 tarihinde, HDP Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ, Selahattin Demirtaş ve milletvekilleri İdris Baluken, Çağlar Demirel, Sırrı Süreyya Önder, İmam Taşçıer, Nursel Aydoğan, Ziya Pir, Abdullah Zeydan, Nihat Akdoğan, Selma Irmak, Gülser Yıldırım, Faysal Sarıyıldız, Ferhat Encü, Leyla Birlik, Tuğba Hezer hakkında aynı gün ve saatte Bingöl, Diyarbakır, Hakkâri, Şırnak ve Van savcılıklarınca farklı soruşturma dosyaları kapsamında gözaltı kararları verildi.

4 Kasım 2016 ve devam eden süreçlerde bu 15 milletvekili, çok sonra AİHM kararlarında da yazıldığı gibi hukuka aykırı bir şekilde tutuklandı.

24 Haziran 2018'de yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerine HDP'nin Cumhurbaşkanı adayı olarak Cezaevinden katılan Selahattin Demirtaş ve HDP'ye karşı, Erdoğan sistematik bir kampanya yürüttü.  
Erdoğan'ın bu kampanyasının ana teması, Kobane protestoları ve 6-8 Ekim 2014 olayları sırasında yaşamını kaybeden insanların ölümü üzerinden Demirtaş'ı ve HDP'yi ifrata varacak düzeyde ısrarla suçlamak ve sorumlu tutmaktı.

Sadece Cumhurbaşkanlığı kampanyasında değil, HDP Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ, Selahattin Demirtaş ve diğer HDP milletvekilleri tutuklandıkları andan itibaren bu yönlü suçlama ve karalama kampanyasına maruz kaldılar.

HDP karşıtı kampanya, MHP kimlikli Savcı Ahmet Altun "özel" savcı olarak göreve başladıktan sonra yasallık maskesi altında yürüttüğü hukuk dışı delil toplama ve peş peşe açılan "özel" davalarla paralel yürütüldü.


- Anlaşılıyor ki bütün bu kampanya, tasarlanan Kobani davası ile ilgili olarak toplumsal bilinci bozma ve hukuk dışı algı inşa etme kampanyası da oluyor, denebilir mi?

Elbette denebilir…


- "Özel" savcının adeta ilanla itirafçı aradığı kamuoyuna yansımıştı…

O da oldu. Aralık 2018'de "Özel" Savcı Ahmet Altun, tüm il savcılıklarından "itirafçı olarak tanık beyanında bulunan kişilerin" ve "etkin pişmanlıktan faydalananların" tespitini ve bunun bilgilerinin teminini istemiş.

Yazışmalardan da anlaşılacağı üzere soruşturmanın başladığı 2014 yılından 2018 yılının Aralık ayına kadar dosya kapsamında, siyasi faaliyetlerden başka hiçbir bilgi ve belge toplanamamış.

Bundan dolayıdır ki "Özel" Savcı gerçek dışı iddialarını güçlendirmek için gizli/açık itiraf edecek tanık arıyor.

Tabiri caizse "Özel" Savcı dosya kapsamında itirafçı bulunması için adeta ilana çıktı.  


- Gizlilik kararı alındı mı?

Dört yıl süresince kısıtlama-gizlilik kararı olmadan yürütülen dosyada gizlilik kararı, "özel" Savcı Ahmet Altun'un dosyaya özel olarak görevlendirilmesi sonrasında 2 Ocak 2019'da alınacaktı.  

Avukatların dosyayı incelemesini ve örnek almasını engelleyen bu kararın alınması, dosyanın bundan sonra varacağı aşamayanın ne olacağını da gösteriyordu.

Zira bu kararın alınmasının yaratacağı sonuç dosyada yapılan işlemlerin dosyanın taraf avukatlarca görülmesi ve etkili savunma yapabilme koşullarının engellenmesiydi. Bu aynı zamanda dosyada gözaltı, arama el koyma, tutuklama ve benzeri işlemlerin yapılacağının da işareti idi.


- Bitirirken geçtiğimiz 26 Nisan Pazartesi günü başlayan Kobani davasının ilk duruşması hakkında geleceğe dönük verdiği ipuçlarını da göz önüne alan bir yerden değerlendirme yapsanız.

26 Nisan'da görülen duruşma bir hukuk garabeti idi. Henüz salona girmeden mahkeme salonu önündeki polis yığınağı ve Eş Başkanlarımızın yapmak istediği açıklamanın engellenme biçimi nasıl bir yargılama (!) yapılacağına işaret ediyordu.

Salon adeta hınca hınç polis ve jandarma ile doluydu. Duruşma salonunda avukatlar için ayrılan bölüme geldiğimizde avukat sıralarında polis memurlarının oturtulduğunu ve onların da önünde jandarmaların oturtulduğunu gördük.

Hal böyle olunca elbette, yargılanan arkadaşlarımızı savunmak için gelen yüzlerce avukat kendilerine ayrılan bölümün bir kısmına polis memurları oturduğu için, oturacak yer bulamadı ve 100'ü aşkın avukat duruşma salonu dışında kaldığı gibi duruşma salonunun kapısı avukatların yüzüne kilitlendi.

Duruşma salonu içerisinde olan avukatlar, bu durumun kabul edilemeyeceğini, polislerin kaldırılarak avukatlara oturacak yer açılmasını ve dışarda kalan avukatların duruşma salonuna alınmasını talep ettiler. Mahkeme Başkanı avukatların talebini duymazlıktan geldi, avukatların mikrofonunu açmadı.

Bu durum karşısında içeride oturacak yer bulabilen avukatlar, kendilerine söz hakkı verilmemesini, meslektaşlarının salona alınmamasını ve polis memurlarının avukat sıralarına oturtulmasını protesto ederek duruşma salonunu terk etti.
 


Avukatlar olmaksızın yargılamayı devam ettirme mümkün olmadığı halde, Mahkeme Heyeti avukatsız duruşmayı sürdürdü.  

Yargılanan arkadaşlarımızın kimlik tespitine geçildi. Yargılanan arkadaşlarımız, avukatları olmadan hiçbir soruya cevap vermeyeceklerini belirtmeleri, avukatsız yargılamanın hukuken mümkün olmadığı, kimlik tespitinde sorulara cevap verilmediği halde Mahkeme kendince kimlik tespit aşamasını tamamladı.  

Akabinde mahkemenin iddianamenin okunması aşamasına geçeceği bilgisini aldık. İddianamenin okunması öncesinde yargılanan arkadaşlarımızı yalnız bırakmamak için tüm avukatlar duruşma salonuna girmek istedik. Kapıdaki polis memurlarının engellemeye çalışmasına rağmen, bu engellemeleri aşarak içeri girdik. Bu arada mahkeme başkanı öğle arası verdi.

Öğleden sonra oturumunu açan mahkeme heyeti, iddianamenin okunmasına geçeceğini belirtti. Bunun üzerine avukatlar, Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve Sebahat Tuncel'in iddianame okunmadan önce bir kısım itirazlarını ve taleplerini mahkemeye söylemek istediklerini belirtiyse de Mahkeme Başkanı yargılanan arkadaşlarımıza söz hakkı vermedi.

Bunun üzerine avukatlar, bu durum karşısında müvekkillerinin heyeti red edeceklerini, söz hakkının engellenmesinin mümkün olmadığını belirtmiş olsa da Mahkeme Heyeti hukuku ve yasayı hiçe sayarak söz hakkı vermedi.

Avukatlar, artık bu heyetin bağımsız ve tarafsız bir yargılama yapabileceklerine inançlarının kalmadığını, hakimleri reddettiklerini belirttiler. CMK'da, reddedilen hâkimin veya hakimlerin acil işlemler usulü dışında başkaca hiçbir işlem yapamayacağını açıkça düzenlenmiş olmasına rağmen, mahkeme heyeti sanki reddedilmemişler gibi iddianamenin okunmasına geçti.

Bu arada Segbis'te hazır olan müvekkillerimiz kağıtlara yazı yazarak hiçbir şey duymadıklarını ısrarla belirtmelerine rağmen, Heyet bunu umursamadı ve görmezden geldi.

İyice kontrolden çıkan yargılamanın bu haliyle devam edemeyeceğini belirten ve heyetin tavrını protesto eden avukatlar, bu "kirli" oyunun bir parçası olmamak adına tekrar mahkemeyi protesto ederek salondan ayrıldı.

Avukatların yokluğunda, müvekkillerin duymadığı iddianameyi alelacele okumaya çalışan mahkeme heyeti siyasi iktidarla uyumlu yargı oyunun bozulmasının yarattığı panikle iyice bocalamaya başladı ve kontrolü kaybetti.

Panik havası içinde 3 bin 530 sayfalık iddianameyi sözüm ona üç saat içinde okumuş oldu! Bu aşamada da yargılanan arkadaşlarımız avukatlar olmadan yargılamanın devam edemeyeceğini, kendilerinin de duruşma salonundan çıkmak istediklerini belirtmişler ancak Mahkeme Başkanı buna da izin vermedi.

Günün sonunda eli ayağı birbirine dolanmış, korkunun esiri olmuş, reddedilmiş heyet tutuklu arkadaşlarımızın tutukluluk durumunu dahi değerlendirmeden, yargılamayı bitirdi.

Yargılamayı bitirirken avukatların heyeti reddetmelerine ilişkin talebini de talebin gerekçesiz yapılmış olması sebebiyle reddetti.

Oysa ki hem avukatlar hem de yargılanan arkadaşların, gerekçelerini belirtmek üzere söz hakkı almak için ellerinden gelen tüm çabayı sarf etmelerine rağmen, mahkeme söz hakkı vermemişti.

Yani mahkeme önce söz hakkı vermedi, sonra da sözünüzü söylemediniz diye talepleri reddetti.

26 Nisan'da görülen duruşmada Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesi Heyeti'nin tutumu ve içine düştükleri durum, tek adam rejimi döneminde Türk Yargı Sistemi'nin ne hale düşürüldüğünün büyük bir resmiydi.
Tüm bu yaşananlar, basın mensuplarının, yabancı heyetlerin, hukuk örgütlerinin, baro başkanlarının ve yüzlerce avukatın gözü önünde cereyan etti.

Böylesi bir utanca tüm dünya tanıklık etti.

Bu haliyle adil bir yargılama olmayacağı, davanın siyasi intikam operasyonu ve binlerce kumpas davasının son ve en büyük halkası olduğu açıkça görülmüş oldu.

Ancak bitirirken şunu belirtmek isteriz ki mahkemenin tavrı ve Türk yargısının içinde bulunduğu bu karanlık durum bizi yürüttüğümüz haklı mücadelenin başarıya ulaşacağına dair inancımızda asla bir eksilmeye yol açmış değildir.

Yargılanan arkadaşlarımız da biz avukatlar da bu karanlığa teslim olmayacağız, hukuk mücadelemizi en güçlü şekilde yürüteceğiz.


- Teşekkürler Ümit Dede…

 

 

* Özgeçmiş: Ümit Dede 1977 Van doğumlu. İlk, Orta ve lise eğitimini Van'da tamamladı. Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu. Avukat… Sivil toplum örgütleri ve siyasi parti çalışmalarında yer alıyor. 2O14'de Demokratik Bölgeler Partisinden Edremit Belediye Meclisi üyeliğine seçildi. Aynı Yıl Mezopotamya Hukukçular Derneği Van Şubesi Kurucu Eş Başkanlığı yaptı.2016'da Özgürlükçü Hukukçular Platformu Eş Sözcülüğü yaptı. 2017'de HDP Van Eş Başkanlığı, 2019'de HDP Parti Meclisi üyeliğine seçildi. Halen HDP Merkez Yürütme Kurulu, Hukuk ve İnsan Hakları Komisyonundan Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcılığı görevini Sürdürüyor. 


*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU