Boğazlar meselesi, fetihten Lozan'a doğru... (1)

Celalettin Can, Independent Türkçe için yazdı

İsmet İnönü ve lozan delegasyonu

Boğazlar meselesi önemli. Hani hep denir ya, Türkiye'nin jeopolitik konumu… İşte kastedilen konumda Boğazlar son derece stratejik bir yer tutuyor. Tarih içinde Rusya ile bir kısmı savaşla sonuçlanan çelişkilerde özel bir yeri var. Akabinde başta İngiltere olmak üzere hemen bütün büyük Batı Avrupa ülkeleriyle, en son da Amerika ile…

Boğazlar meselesi, İstanbul ve Çanakkale Boğazları ve Marmara denizi ile bir bütün.

Buna "Kanal İstanbul" adlı kelimenin tam anlamıyla "çılgın proje" "eklendi.

Bu bağlamda Çin de Boğazlar meselesine aday gibi görünüyor.

Sözün özü, Boğazlar meselesi sadece Boğazlar meselesi değil, olmayacak da.

Konuyla ilgili makalemin ilkinde, İstanbul'un fethinden Lozan Antlaşması'na doğru olan süreci ana çizgileriyle toparlayıcı bir tarihi bakış içinde ele almayı deneyeceğim …


Mesele İstanbul'un fethi ile başladı

İstanbul'un fethini Batıda, Balkanlarda Eflak ve Boğdan'ın fethi takip ederken, bunu Sinop'tan Kırım'a kadar Karadeniz'i çevreleyen şehirlerin ve bölgelerin Osmanlı egemenliği altına girmesi takip edecekti.

Marmara ve Karadeniz'in bir tür iç deniz olmasının, İstanbul ve Çanakkale Boğazları üzerinde Osmanlı egemenliğinin kurulması, Boğazların yabancı gemilerin geçişine kapatılması gibi sonuçları olacaktı.  

Ticaretin önemini kavrayamama gibi nedenlerle 1536'da Fransa'ya, 1579'da İngiltere'ye, 1598'de Hollanda'ya kapitülasyonlar tanınacaktı.

Çok geçmeyecek Marmara Denizi ve Karadeniz'in bir iç deniz olma özelliğini ortadan kaldıracak düzeyde olmasa bile Boğazlar yabancı gemilere açılacaktı.


Yeni zamanlar, yeni ortaklar: önce büyük komşu Çarlık Rusya'sı…

Rönesans ve Reform sürecine paralel olarak yeni fikirler, yeni keşiflerin ortaya çıkması, buharlı geminin keşfi, Sanayi Devrimi ve benzeri çağ değiştiren gelişmelerin yaşanması Batı Avrupa ülkelerini ekonomik, sosyal ve siyasal ileriye fırlatacaktı.

16 ve 17. yüzyıllar, özellikle 18. ve 19. yüzyıllar, Batı Avrupa ülkelerinde burjuva demokratik devrimlerin birbirini takip ettiği, bir tür ortaçağı yaşayan devletlerin ve imparatorlukların tarihsel zamanlarının tamamlandığı yüzyıllar olacaktı.  

Böylesine devasa gelişmeleri ortaya çıkaran dinamikleri anlayamayan, kuruluş şekli, tarihsel gelişmesi ve kaynakları itibarıyla belki de anlaması da pek mümkün olmayan Osmanlı İmparatorluğu'nun duraklaması, giderek gerilemesi ve çökmesi kaçınılmazdı.  

Bu gelişmelerin hızlandırdığı sömürgeci ihtiyaçlar çerçevesinde, Batı Avrupa devletleri öncesinde Osmanlı Devleti'nden aldıkları kapitülasyonları da istismar ederek, boğazlarda söz sahibi olmaya, Boğazları kontrol altına almaya çalışacaklardı.

Öte yandan kuzeyde Çar Büyük Petro'nun başlattığı modernleşme hamleleri sonucu Rusya güçleniyor, tarihi bir emelin parçası olarak sıcak denizlere, Akdeniz'e inmek için Boğazlar üzerinden hareket sahasını geliştirmek istiyordu.  

Rusya'nın Karlofça Antlaşması (1699) üzerinden kazandığı Azak'ta yaptığı filoyu Karadeniz'e indirince güç dengesi değişmeye başlayacaktı. Osmanlı İmparatorluğu'nun Prut Antlaşması (1711) ile Azak'ı yeniden alması, Karadeniz'de geçici olarak eski güç dengesine dönülmesini sağlasa da, 2. Katerina'nın imzaladığı 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile Rus ticaret gemilerinin boğazlardan serbestçe geçmesini kabul etmek zorunda kalacaktı.
 

2. katerina.jpg
2. Katerina

 

Zaman gelecek Osmanlı İmparatorluğu, Napolyon tehlikesine karşı Rus savaş gemilerinin kendisine yardım etmesi için Boğazlardan geçmesine izin vermek zorunda kalacaktı ama öte yandan bunun bir sonucu olarak, Karadeniz'de Rusya'nın ortaklığını da kabul etmiş olacaktı.

Akabinde Rusya'nın 1784'de Kırım'ı topraklarına resmen katması Karadeniz'e yerleşmesini kesinleştirecekti.

Ancak 1806 Osmanlı-Rus Savaşı başlayınca, önceki antlaşma geçerliliğini kaybedecekti.


Sonra İngiltere…

Çarlık Rusya'nın Boğazları kullanarak güneye, sıcak denizlere inme siyasetine karşı İngiltere, 1790'dan itibaren Osmanlı Devleti'nin topraklarının korunmasını amaçlayan bir dış politika izlemeye başlayacaktı.

Zaman geçecek… 1807'de de İngiliz donanması Çanakkale Boğazı'ndan zorla geçerek İstanbul önlerine gelecekti.

Kale-i Sultaniye ya da Çanakkale Antlaşması, 1807-1809 Osmanlı-İngiltere Savaşı'nın sonucu olarak imzalanacaktı.

Antlaşmanın en önemli maddesi olan 11. madde ile savaş gemilerinin Çanakkale ve İstanbul Boğazlarından geçmelerinin önceki dönemlerde her zaman yasak olmuş olduğu hatırlatılacak, bu eski kurala tüm devletlerin barış döneminde de uyması istenecekti.

Bu antlaşma ile Boğazların bütün devletlerin savaş gemilerine kapalılığı ilkesi kabul edilecekti. Osmanlı Devleti Boğazların bu durumunu korumaya garanti verecek ama yine bu antlaşma ile Osmanlı Devleti'nin Boğazlar üzerindeki serbestliğine önemli bir kısıntı getirilecekti.

Bu antlaşma ile Babıali Fransa ile arasına politik mesafe koyacak, İngiltere ile işbirliği yapmaya başlayacaktı.

 İlk defa Rusların dışında İngilizlerin de katılması ile Boğazlar Sorunu, uluslararası bir sorun olacaktı.


Boğazların kapalılığı ilkesi… Birinci Dünya Savaşı'na kadar

Ancak 1829 Edirne Antlaşması ile Rusya kendi ticaret gemilerinin Boğazlardan geçiş hakkını Osmanlı Devleti'ne bir defa daha kabul ettirecek ve bu haktan bütün devletlerin gemilerinin de yararlanabileceğini ilan edecekti.

Böylece Boğazların ticaret gemilerine de kapalılığı ilkesi değişecek, Boğazların bütün devletlerin ticaret gemilerine açıklığı ilkesi getirilmiş olacaktı.

Rusya 1833'de de Osmanlı İmparatorluğu ile yaptığı Hünkâr İskelesi Antlaşması ile yabancı devletlere savaş gemilerini Çanakkale Boğazlardan geçme hakkının tanınmasını sağlayacaktı. Bu durum Rusya'yı Karadeniz'de Boğazlar üzerinde himaye hakkına sahip devlet yapacaktı.  Buna karşı diğer devletler Boğazlar Sorunu ile daha yakından ilgilenecekti.

Rusya'nın, ‘Boğazlar üzerinde himaye hakkına sahip devlet hakkı' uzun sürmeyecekti.  

Mısır'da ortaya çıkan Mehmet Ali Paşa sorununun 15 Temmuz 1840'da çözümünden sonra, Osmanlı İmparatorluğu, Avusturya, Prusya, Fransa ve İngiltere Boğazlar Sorunu 'nu görüşmek üzere Londra'da toplanacak, 13 Temmuz 1841'de imzalanan Londra Sözleşmesi ile eskiden olduğu gibi barışta Boğazların kapalılığı ilkesini kabul edecekti.  

1841 Londra Antlaşması'na göre, Boğazlar ticaret gemilerine açık olacaktı fakat barış dönemlerinde hiçbir savaş gemisi Boğazlardan geçmeyecekti. Böylece Boğazlar devletlerarası garanti statüsüne kavuşmuş oluyordu.

Söz konusu statü, 30 Mart 1856 yılında imzalanan Paris Antlaşması ve 13 Temmuz 1871 Londra Antlaşması ile karşılıklı hukuki kural halini alacaktı.

Osmanlı İmparatorluğu bu hukuki kuralı bütün devletlere uygulayacağını kabul ettiği gibi buna paralel devletler de buna uyacaklarını kabul edecekti.

 Böylece Boğazların kapalılığı ile ilgili ortak bir konsensüs sağlanarak anlaşmaya bağlanmış oluyordu. Boğazlar üzerinde varılan konsensüs Birinci Dünya Savaşı'na kadar sürecekti.


Osmanlı, Dünya savaşında tarafsız kalıyordu ki...

Birinci Dünya Savaşı'na girerken, İngiltere ve Fransa Sykes-Picot "gizli" antlaşması çerçevesinde "onay payı" için Boğazlarla ilgili Rusya ile anlaşacaktı.  

Bu antlaşma Ekim 1917'de gerçekleşen Sovyet İhtilali ile Rusya'nın savaştan İngiltere ve Fransa ile sınırlanacaktı.

Evet, Osmanlı İmparatorluğu Birinci Dünya Savaşı'nda tarafsız kalıyordu ki...

Harbiye Nazırı Enver Paşa, 2 Ağustos 1914'te Rusya'ya karşı "gizli" Türk-Alman İttifak Antlaşması imzalanmasında ve Osmanlı İmparatorluğu'nun savaşa katılmasında önemli bir rol oynayacaktı.

Harbiye Nazırlığı, 10 Ağustos'ta Goeben ve Breslau adlı iki Alman kruvazörün İmparatorluğa sığınmaları için Çanakkale Boğazından girmesine izin vermişti.

Osmanlı İmparatorluğunun Boğazları bu iki kruvazöre açması İtilaf Devletleri tarafından protesto edilecekti ama…

Bu iki  kruvazörün 29 Ekim'de Rus Çarlığı liman ve donanmasına  saldırması için gerekli onayı doğrudan Harbiye Nazırı Enver Paşa verecek, böylece  14 Kasım'da Fatih Camii'nde okunan Cihad-ı Ekber ilanı ile Osmanlı  imparatorluğu resmen İttifak Devletleri'nin yanında Birinci Dünya Savaşına katılacaktı.

enverpaşa.jpg
Enver Paşa, Goeben ve Breslau adlı iki Alman kruvazörü

 

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) resmi olarak 1917'de savaşa dahil olacaktı. Fakat askerlerin eğitilmesi ve cepheye sürülmesi 1918 yılının ilk aylarını, yani neredeyse savaşın bitimini buldu.  


Osmanlı yenildikten sonra…

Birinci Dünya Savaşı İttifak Devletleri ve Osmanlı İmparatorluğu'nun yenilgisiyle bitti.

ABD Cumhurbaşkanı Wilson, 8 Ocak 1918'de tarihe "Wilson Prensipleri" diye geçen 14 maddeden mürekkep prensiplerle barış koşullarını ilan etti.

İtilaf Devletleri, 30 Ekim 1918'de Türkiye ile Mondros Ateşkes Mütarekesi'ni imzaladı.

Mondros Mütarekesi Boğazların açılmasını öngörüyordu.

13 Kasım 1918'de fiilen ve 16 Mart 1920'de ise resmen İstanbul ve Boğazlar bölgesi İtilaf Devletleri tarafından işgal edilecekti. Nitekim işgal şartlarında imzalanan 10 Temmuz 1920 tarihli Sevr Antlaşması ile de Osmanlı Devleti, Boğazların savaşta ve barışta tüm ülkelerin savaş ve ticaret gemilerine açık olmasını ve Boğazlar ile ilgili düzenlemelerin Uluslararası Boğazlar Komisyonu tarafından yapılmasını kabul edecekti.
 

wilson.jpeg
Amerikan Devlet Başkanı Wilson

 

Aşağıda Görüleceği üzere Wilson prensiplerine dayanarak alınan askeri tedbirlerle, Boğazlarda seyrüsefer serbestisi kuruluyor ve Boğazların uluslararasılaşması yolunda önemli bir adım atılıyordu.

"…Ayrıca Çanakkale Boğazı uluslararası güvencelerle gemilerin özgürce geçişine ve uluslararası ticarete sürekli açık tutulmalıdır." (Madde 2, ikinci paragraf)

"Denizlerin uluslararası sözleşmeler gereğince bütünüyle ya da kısmen kapatılabilmesi dışında, savaşta ve barışta karasuları dışındaki bütün denizlerde mutlak seyrüsefer serbestliği sağlanmalıdır." (Madde 12)

Wilson Prensipleri'nin Boğazlara dair kulağa hoş gelen tınıları bir yana, Mondros Ateşkes Mütarekesi, Osmanlı Devleti'nin sonunu hazırlayan antlaşma idi. Bu antlaşma ile Osmanlı Devleti yok sayılmış, günümüz Türkiye'sinin sınırları içinde kalan topraklar dahil, emperyalist işgale zemin hazırlanmıştı.

Mondros Ateşkes Mütarekesi bir barış antlaşması değildi.

Olamazdı da…

 İngiltere'nin yol vermesiyle ile Yunanistan Anadolu'nun batı kısmını işgal etmişti ki bu durum Mondros Ateşkes Antlaşması'nın dahi açık bir ihlali idi.

Çanakkale Boğazı'nın Avrupa kıyısı Yunanistan'a verilecekti.

Boğazlarda seyrüsefer serbestisi prensibi, mahalli otoritelerden tamamen bağımsız olarak, geniş yetkiler kullanan, kendine has bir bayrağa, bütçeye ve teşkilatlara sahip bulunan bir uluslararası komisyonun garantisi altına alınacaktı. Seyrüsefer serbestisi prensibi Boğazların askerleştirileceği yolundaki özel bir madde ile sağlanacaktı.

İtilaf Devletleri'nin, 19 Ağustos 1920'de imzaladığı Sevr Antlaşması'nın yürürlüğe girip giremeyeceği kısa sürede ortaya çıkacaktı.

Esasen yabancı işgal halkın birleşmesini sağlayacak, Kurtuluş Savaşı'nın ateşleyicisi olacaktı.

İtilaf Devletleri, Osmanlı'nın geniş topraklarını paylaşmak için çekişirken, imzalanan Mondros Ateşkes Mütarekesi sonrasında, Anadolu ve Trakya'da başlayan İtilaf Devletleri'nin işgallerine karşı ilk önce yerel ölçekte Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri tarafından başlatılan hareket, Erzurum ve Sivas Kongreleri'nden geçerek, Mustafa Kemal'in ve Büyük Millet Meclisi'nin önderliğinde Ulusal Kurtuluş Savaşı'na dönüşecekti.  

Savaş, 30 Ağustos 1922'de Dumlupınar'da Yunan ordusunun yenilgisi ve 11 Ekim 1922'de tarihinde imzalanan Mudanya Mütarekesi ile sona erecekti.  

Lozan'a, yeni bir başlangıca doğru…

Ve İtilaf Devletleri, Ankara Hükümetini barış esaslarını görüşmek üzere Lozan'da toplanacak konferansa davet edecekti.

13 Kasım'da düzenlenmesi planlanan konferans, 20 Kasım 1922- 4 Şubat 1923 ve 23 Nisan-24 Temmuz 1923 tarihleri arasında iki aşamalı yapılacaktı.

Lozan Konferansı başladığında Boğazlar meselesinde genel durum buydu, diyebiliriz.

....

(Devam edecek)

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU