Latin Amerikalılar neden sola oy veriyor?

Özgür Uyanık Independent Türkçe için yazdı

Yapılan araştırmalar Latin Amerikalıların sol değil sağ ağırlıklı bir seçmen profiline sahip olduğunu gösteriyor / Fotoğraf: Nova 

Arjantin Rosario'da eskiden bakımsız, bugün ise bir "club"a dönüşmüş olan "El Cairo" (Kahire) isimli bir meyhane vardır.

Yetmişlerde kentin entelektüellerinin buluşma yeri haline gelen bu mekanı ülke çapında bir üne kavuşturan ise mizahçı Roberto Fontanarrosa'ydı. 

Fontanarrosa, bir zamanlar az tanınan bu meyhanenin bir köşesine yerleşir ve içkisini yudumlayıp eserleri ile ilgili notlarını alırmış.

Eski tarz meyhaneler, sınırları bugünün modern mekanları gibi çizilip kategorileştirilmemiş olduğundan insanların defolarını gizlemediği bir sahneye dönüşür. 
 

2.jpg
Arjantin'in Rosario kentinde bulunan Bar 'El Cairo' 1943'ten bu yana faaliyette / Fotoğraf: barelcairo.com


Erken yaşta kaybettiğimiz Arjantinli mizahçı, Kahire barına gelen mutsuz, "kafası fazla çalışmayan" ve yoksul, gariban bir adamdan bahseder. 

Her gün aynı barda toplanan bazı adamlar onu çağırıp ellerindeki biri büyük, öteki daha küçük görünen iki demir paradan birini seçmesini isterlermiş. Gariban hep gidip aynı büyük parayı seçermiş.

Oysa büyük görünen paranın değeri ötekinin yarısı kadarmış. Adamlar her gün yinelenen bu davranışa çok güler ve onun "aptallığıyla" eğlenirlermiş. 

Bir gün Fontanarrosa, yoksul adama "hala farkında değil misin, seçtiğin paranın değeri diğerinden düşük" demiş. Adam şöyle cevap vermiş:

Biliyorum, o kadar aptal değilim. Fakat bir gün ötekini seçersem oyun sona erer!


İşte bu seçim oyununda istisnai biçimde de olsa "yoksul adam" bir gün ötekini seçer.

1970'de Şili halkının seçtiği Salvador Allende, ötekiydi.

Farklı koşullarda da olsa 1999'da seçilen Hugo Chávez ve peşi sıra iktidara gelen diğer Latin Amerikalı sol liderler de…
 

6.jpg
Chávez'in 1999'da iktidara gelişi solun patlaması olmaktan çok sağın iktidarı bırakmama iradesinin kırıldığı noktadır. Bu tarihten sonra Latin Amerika nüfusunun üçte ikisi sol siyasi akımı benimseyen başkanlar tarafından yönetildi


Fakat bu tercihler "garibanın" sandığı gibi oyunu sona erdirmedi. Başka sonuçları oldu. Umutlar azaldıkça katılım da azaldı.

Yine de diktatörlükler bile seçim oyununu bir kural olarak kabul etti.


Peki, Latin Amerikalıların oy vermesini etkileyen faktörler nelerdir? 

Gerçekten de bu kıta dışarıdan göründüğü gibi solcu bir yer mi?
 

3.jpg
Hugo Chávez Venezuela'da (1998); Ricardo Lagos Şili'de (2000); Lula da Silva Brezilya'da (2002); Néstor Kirchner Arjantin'de (2003); Tabaré Vázquez Uruguay'da (2004); Evo Morales Bolivya'da (2005); Daniel Ortega Nikaragua'da (2006); Rafael Correa Ekvador'da (2006); Fernando Lugo Paraguay'da (2008) ve Mauricio Funes El Salvador'da (2009) kazandığı seçimler solun ilk başarılarıydı 


Genel olarak oy tercihleriyle sosyoekonomik düzey ya da parti ile seçmen arasında sosyolojik bir bağ olduğunu biliyoruz. Buna din ve etnik kökeni de katabiliriz.

Liderin performansı ve seçmenin beklentilerini karşılamaktaki imajı başka bir faktördür.

Seçmen, kendi sosyoekonomik durumuna göre rasyonel bir tercihte bulunabilir ya da mevcut psikolojik ortamın etkisiyle bir yöne savrulabilir.

Her koşulda sağ ya da sol seçmeni belli bir tercihe zorunlu kılan nedenler aşağı yukarı aynıdır.

Seçim platformunda sol denilen şey dünyanın her yerinde heteredoks yapıdadır. 

Kıtada iktidara gelmiş sol yönetimler arasında program ve ideolojik düzeyde ciddi farklılıklar bulunmaktadır.

Mesela seçmenin ideolojik gerekçesi açısından Uruguay'da Frente Amplio ile Venezuela'da Chávezin 5. Cumhuriyet hareketi (sonra PSUV) arasında çok az ortak yan vardır.

Spekülatif bir politik kültürün ve daima aşırılığın egemen olduğu Venezuela'nın siyasi atmosferiyle daima sakinlik ve ılımlılığın hakim olduğu Uruguay'ın benzerliği yoktur.

Buna rağmen solun temel politikasını sosyo ekonomik eşitsizliğin devletin etkinliğiyle azaltılması olarak özetleyebiliriz.
 

7.jpg
Chávez ve Mujica Latin Amerika solunu simgeleyen iki sembol liderdi. Bu iki liderin geçmişleri ile politika yapma biçimleri arasında çelişik bir durum vardı. Chávez asker olduğu halde bir "anarşist" gibi davranırken, gerilla kökenli Mujica daima aşırılıktan uzak durdu


Günümüzdeki pratiği ise yüksek makro ekonomik büyüme altında halkın alım gücünü artırmak ve pazarı onun lehine düzenlemektir.

Ayrıca sağlık, eğitim, barınma gibi temel ihtiyaçların devlet garantisi altında olması Solun geçen yüzyıldan kalan iddiaları arasındadır.

Dünyanın bu yanında geri kalanından farksız biçimde politika alanı sağ siyasetlerce biçimlendi. Amerikancı darbelerin ardından 80'lerin, 90'ların IMF ve Dünya Bankası programlarının başarısızlıkları, sağ iktidarları ve partilerin siyaset alanını tüketti.

Bu koşullarda "Anti Amerikancı" ve finans kuruluşlarına karşı duruşu olan sol alternatif haline geldi. 

Solun bir başka avantajı da bu süreçlerde halkın tanıdığı karizmatik liderler çıkarmış olmasıydı. 

1980'lerden bu yana Brezilya'da demir çelik sendikasının öne çıkmış lideri Lula da Silva, 1990'ların neoliberal yönetimine karşı ulusal bir ayaklanmaya liderlik eden devrimci asker Chávez bunların en tanınanlarıydı.

Neoliberal modelde, sağcılar krizler karşısındaki tavırları ve yaptıkları yolsuzluklar sebebiyle utanç verici şekilde iktidardan düştüler.

1990'lardasağ "Rezil Başkanlarıyla" ünlendi: Arjantin ve Meksika'da iki Carlos (Menem ve Salinas), Bolivya'da Gonzalo Sanchez, Brezilya'da Fernando Collor ve Venezuela'da Carlos Andres Perez her türlü ahlaksızlık ve komployla adlarını tarihe geçirdiler.

Bu süreçte ideolojik eksen sola doğru kaymaya başladı. Montevideo, Caracas, Brasilia, Sao Paolo, San Salvador ve Meksiko gibi Latin Amerika'nın en büyük başkentlerinde belediyeleri solcular kazandı.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Buralarda demokratik katılımı artıran solun çağdaş, başarılı kamu yönetimleri, geçmişten gelen olumsuz ve şiddetle ilişkilendirilen imajını düzeltti. Solun ilk sosyal belediyecilik örnekleri, hareketin kıtaya yayılmasında etken oldu.

ABD'nin imajının zayıflığı ve neoliberal politikaların ortaklaştırdığı sorunlar sebebiyle kıtada sola yöneliş bulaşıcı bir etki yarattı.

Sağ, ABD dış politikasına ve piyasa politikalarına aşırı derece angaje olması ve buna muhalefet eden hareketlere baskı uygulaması karşısında yükselen anti amerikanizmin altında kaldı. 

Sağın ulusal sınırlara hapsedilmiş siyasetine karşılık sol, kıtada güçlü bir "enternasyonalizm"i temsil ediyordu. Sol, kıtasal sorunlara kıtasal entegrasyona dayanan çözümler öneriyordu. 

Ekonomik kriz, siyasi temsil krizi sola yönelişi belirleyen ana etkenlerdi. Fakat bu solun iktidara gelişi için tek başına yeterli değildi.

Her türden krize rağmen siyasi rekabetin ve seçimlerin istikrarlı biçimde yapılması, kurumsal işleyişin sürdürülmesi sayesinde sol iktidara gelebildi. 

Bunun en sıcak örneğini son Bolivya darbesi sürecinde yaşadık. Darbeyle iktidardan düşürülmesine rağmen meclisin ve diğer kurumların açık kalması Sosyalizme Doğru Hareket "MAS"a tekrar iktidar yolunu açtı.

Askeri darbe süreçlerinden yeni çıkmış sol, 1990'ların başında çok zayıftı. O sıralar ekonomide göreceli bir iyileşme var gibi görünüyordu.

Enflasyon düşmüş, ulusal paraların değerlenmesine bağlı olarak alım gücü yükselmişti. O yıllarda piyasa ekonomisine destek yüzde 70 düzeyindeydi.

Halkın yüzde 50'den fazlası özelleştirmenin gerekli olduğunu düşünüyordu. 2000'lerde ise bu rakamlar yüzde 20'lere kadar geriledi.

İktidarı sola geçtikten sonra birçok Latin Amerika ülkesinde yapılan araştırmalarda halkın sola eğiliminin ekonomik durumun iyileşmesiyle beraber arttığı gözlenmiştir.

Demokratik tatminin artması ve ABD'nin olumsuz imajı Sola yönelişin diğer sebepleri olarak tespit edilmiştir. 
 

11.jpg
2005 Kasımında Mar del Plata'da gerçekleşen "IV. Amerikalılar Zirvesi"ne sol dalga damgasını vurmuştu


Sağ yönetimler altındaki kıtada yer alan başka ülkelerde ise ekonomik durumun kötüleşmesi Sola yönelmenin ana sebebiyken ABD karşıtlığı yine sabit kalmıştır.

Bu her durumda ideolojinin politik eğilimler üzerindeki etkisini göstermektedir. ABD aleyhtarlığı seçmende belirleyici bir ideolojik etkendir.

2000'lerde sola en fazla oy çıkan ülkeler Venezuela, Bolivya ve Ekvador'ken Guatemala ve Paraguay, seçmenin sağ eğilimli olduğu yerlerdi.  

"Latinobarometro"nun araştırmasına göre kıtada "ideolojik oy" ortalaması yüzde 11'dir. Tabloda ilginç olan ise sola en fazla oy verilen ülkelerde ideolojik oyların yüzde 5'i geçmemesidir.

İdeolojik enstrümanlar seçmen yönelişinde destekleyici faktörken temel etkenin ekonomi olduğu açıkça görülüyor. 
Solun seçim başarısında etken bir başka olgu da yerliler.

Bolivya, Guatemala, Paraguay, Peru ve Meksika da yapılan çalışmalarda yerli kökenliler içinde anadilini bilenler ve kullananların sola eğimli olduğu görülmüş.

Fakat burada asıl belirleyici olan yerlilerin politikleşmesi ve özel olarak yerli liderlerin pozisyonudur. 
 

5.jpg
2006'da Meksika'da solun adayı Andres Manuel Lopez Obrador'un seçimi kazanmasına sandık sayımlarına müdahale edilerek engellendi. Fakat Andres Manuel ve partisi MORENA 2018 seçimlerini açık ara farkla kazanarak tartışmasız biçimde iktidara gelmeyi başardı


Latin Amerika'da yerli meselesinin kökeninde toprak sorunu bulunmaktadır. Verimli toprakların oligarşi ve yerel şeflerin elinde toplanmış olması tarihsel bir problemdir.

Neoliberal dönemde şehirlere yığılıp varoşlarda her türlü sosyal haktan mahrum bir hayat sürdüren yerli kökenliler kıtanın en yoksullarını oluşturuyor.

Bu yüzden 90'ların özelleştirmelerinden en çok etkilenen kesim de yine onlardı. 

Ülkelerinin doğal kaynakları yabancı şirketlere satıldığında tarihten gelen bir bilinçle yerliler tepki vermişti.

Sol ile bütünleşmeleri doğal zenginliklerin ulusallaşması programı üzerinden gerçekleşti. Diğer yandan Sol program onların çocuklarının eğitim hakkını, sağlık ve barınma ihtiyaçlarını karşılama taahhüdü içeriyordu.

Ancak doğal kaynaklar konusu kısa süre sonra yerlilerle bu sol yönetimler arasındaki kırılma noktasına dönüşecekti.
 

8.jpg
Rafael Correa "Yerliler okul hastane istiyor ama biz bunun için Amazon'da petrol çıkarmak istediğimizde engel oluyorlar" demişti


Ekvador örneğinde görebileceğimiz gibi Rafael Correa'ya büyük destek sağlayan Amazon yerlileri bölgedeki petrol faaliyetleri sebebiyle onunla çatışmalı hale gelmişlerdi.

Kısa süre sonra yerliler Correa ve partisine olan desteklerini tümüyle kestiler. Hatta bu Correa'nın tasfiyesinden sonra bile sürdü. 2019'da patlayan ayaklanmada Correa'ya iktidar yolunu açmamak için Lenin Moreno'yu devirmediler.
 

9.jpg
2019 Ekiminde 11 gün süren Ekvador ayaklanmasında yerliler başkenti ele geçirdiler. IMF ile anlaşan Başkan Lenin Moreno'yu devirebilecek güçleri varken Rafael Correa'ya yeniden iktidar yolunu açmamak için anlaşma yoluna gittiler. Ekvador Yerli Ulusları konfederasyonu (CONAIE) başkanı Jaime Vargas televizyonlar önünde devlet başkanı Lenin Moreno'yla bir anlaşma imzaladı.


Bolivya örneğinde ise Evo Morales'in devrilmesine giden sürecin taşlarını onu iktidara taşıyan yerliler döşedi. Bir yılı aşkın süren grevlerle MAS yönetiminin maden projelerini uygulamasına engel oldular.

Morales yerlilerin bir noktada inadının kırılacağını sanıyordu. Ama onlar Sağ cepheye destek vererek Morales'i tasfiye ettiler.

Sonra aylarca ülkenin tüm yollarını keserek darbeci yönetimi seçime zorladılar. Ve Morales'in yokluğunda MAS'ı yeniden ve büyük bir destekle iktidara taşıdılar. 
 

10.jpg
Bolivya lideri Evo Morales yerli hareketinin desteğini kaybedince kolaylıkla devrildi


Yerlilerin bir partiye kalıcı desteklerinin sağlanması iktidara gelmenin tek koşulu değil. Yine Bolivya örneği işçi, kadın ve öğrenci hareketleri gibi bize değişik sosyal kesimlerin katılımı durumunda yerli desteğinin büyük bir güce dönüştüğünü kanıtlıyor. 

2016'dan itibaren kıtada seçmen desteğinin sağa döndüğü tespiti yapılıyor. Ancak bu 90'ların sonunda Sola dönüş kadar keskin değil. Hatta Arjantin'deki gibi kararsız bir tek seçimlik yönelim de olabilir. 

Fakat geçici de olsa sağa dönüşün sebepleri bize solun neden kaybetmeye başladığı hakkında fikir veriyor. 

Kıtada solun ekonomik stratejisi hammadde ihracına dayalıydı. 2000'lerde hammadde fiyatlarındaki yükseklik sayesinde bol döviz elde edilmişti. Bu dönemde Merkez Bankalarının rezervleri dolmuştu.

Fakat bu durum hammadde talebinin ana alıcısı Asya'da patlayan 2008 krizinden sonra değişti. Fiyatlar dünya pazarında radikal biçimde düşünce Latin Amerika ekonomileri hızla zayıfladı. Bu da sosyal harcamaların düşmesine yol açtı. 

Aynı dönemde örneğin Brezilya'da İşçi Partisi'ne (PT) yönelik ilk yolsuzluk davası patlaması tesadüf değildi. Medya ile eşgüdümlü yargı operasyonlarıyla PT sürekli geriletildi. 2016'da ekonomideki çöküşle Sağın baskısı arttı.

Lula hapsedildi ve Dilma Rousseff başkanlık koltuğundan indirildi.

Bu arada sosyal dengenin bozulmasıyla suç oranında büyük artışlar yaşandı. Sağ bu koşullarda "düzen sağlayıcı" (ki Brezilya bayrağında bu "düzen ve ilerleme" yazısıyla ulusal kimliğe sabitlenmiştir) rolüyle sahneye çıktı.

Toplumda suça karşı sert önlemler alınması beklentisi sağcı ideolojiyi meşrulaştırılacak şekilde arttı. Bu şartlarda sol liberalleşme ve demokrasinin toplumu çözdüğü düşüncesiyle dine olan eğilim arttı.

Daha önce İşçi Partisi'ne destek veren Evangelist oy blok olarak sağa geçti.
 

4.jpg
Aslında 1989 seçimlerinde aol ilk çıkışını yapmış fakat aağ iktidarların seçim hilesini aşamamıştı. O yıl kıtadaki iki dev ülke Brezilya'da ve Meksika'da sol hareketlerin kazandıkları seçimler hileyle ellerinden alınmıştı. Brezilya'da Lula'nın İşçi Partisi (PT) ve Meksika'da sol koalisyonun desteklediği Cuauhtémoc Cárdenas Solórzano'nun iktidara gelmesi engellendi.


Eldeki veriler Latin Amerika seçmeninin sol değil sağ eğilimli olduğunu destekler yöndedir. Ancak ülkelerin bağımlılık derecesi sağcı iktidarların çözüm becerisini köreltmiştir.

Sol 2000'lerin ilk çeyreğinde iktidardan uzak kalmanın avantajını yaşamıştır. Koşullar reform için uygunken yönetime gelmiş fakat köklü kurumsal reformlar yapamamıştır.

Üstelik ekonomi politikaları öngörüden yoksun biçimde piyasaya bağımlıdır. İlk krizlerde hemen etkilenmiş ve onu izleyen birkaç yılda çökmüştür.

Yirmi yıllık bir iktidar tecrübesinin sonunda Latin Amerika solu, koşulları ancak sağ politikalarla göğüsleyebilir bir noktaya geldi.

Önce Arjantin'de Cristina Kirchner ılımlı Alberto Fernandez'in başkanlığını destekleyerek iktidarda kalmayı başardı. Sonra Bolivya'da MAS, Morales diyetini ödedikten sonra sağla anlaşarak yoluna devam etti.

Uruguay'da iktidar sağa geçti. Brezilya'da daha beteri Bolsonaro yönetime geldi. Venezuela ve Küba'da açıklanan liberal ekonomik programlar ise solda çok büyük bir ideolojik gerileme olarak kayda geçti.

2019'dan bu yana kıtada patlayan bir dizi ayaklanma, halk hareketinin ve reform talebinin halen canlı olduğunu gösteriyor.

Fakat fazlasıyla ekonomik sorunlara batmış durumdaki sol, bu talebi karşılayacak kadar güçlü görünmüyor.

Önümüzdeki dönemde yeni ABD yönetiminin sol yönetimleri bu zayıf tarafından sıkıştıracağını ve sağın reformist bir kimlikle piyasaya sürüleceğini öngörebiliriz. 

Bu koşullarda Latin Amerika'da seçmenin ne kadarı sola yönelir?

İşte bu soru kafaları şimdiden meşgul ediyor.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU