Vizyonda bu hafta: Adaletin ince çizgisi; “Nuh Tepesi”

Mehmet Erduğan Independent Türkçe için vizyondaki filmleri yazdı

Kâr amacı gütmeyen bir kuruluş olan Wikimedia Vakfı ve ayrıca kâr amaçlı bir barındırma hizmeti olan Wikia adlı şirketin de kurucusu olan Amerikalı internet girişimcisi Jimmy Wales’in söylediği gibi; belki de;

Bazen kaynaksız bir bilgiye sahip olmaktansa, bilgi sahibi olmamak daha iyidir.


Günümüz dünyasında küresel bir krizin eşiğinde kaosa doğru sürükleyen asılsız haberler, kulaktan dolma bir şekilde kitlesel olarak yapılan paylaşımlar ya da günlük hayatımızda farkında olmadan ya da anlamını bilmeden yaptığımız bazı batıl inançların yaşamlarımızdaki etkisini düşününce dünyanın ne çok kirli bilgiyle dolu olduğunu görmek mümkün.

Araştırmadan, sorgulamadan edinilen ve üstelik kabul edilen her bilgi istemsiz kazanılmış bir bilgidir.

Ve Albert Einstein da belirttiği gibi;

Evrende en büyük ziyan, sorgulama yeteneğini yitirmiş bir beyindir.


Adaletin ince çizgisi; “Nuh Tepesi”

Yönetmen: Cenk Ertürk / Oyuncular: Ali Atay, Haluk Bilginer, Hande Doğandemir, Mehmet Özgür, Arın Kuşaksızoğlu / 109 dakika
 


Bu filmin varlığından, “Ali Atay’a Amerika’dan en iyi erkek oyuncu ödülü” haberleri sayesinde haberim olmuştu.

Söz konusu haberler filmin dünya prömiyerini yaptığı Tribeca Film Festivali sonrasında önümüze düşmeye başlamıştı.

O zamana kadar böyle bir filmin çekildiğinden haberimin olmayışına ilk anda hayıflanmıştım.

Fakat bunun benim takipte geri kalmamdan kaynaklı bir durum olmadığını anlayıp böyle bir Türk filmi olduğundan benim gibi habersiz sinema eleştirmenleri de olduğunu görünce kendimi kötü hissetmekten vazgeçmiştim.
 


Bir Türk filminin Türkiye prömiyerinden önce dünya prömiyerini yapmayı tercih etmesinin mutlaka zamansal ve stratejik gerekçeleri varsa da Türkiye seyircisinin bu filme dair görüş elde etmesinin ancak dünya prömiyerinden beş ay sonra, Adana Altın Koza Film Festivali'nde yapılan prömiyeriyle mümkün olabilmesi ne yazık ki kafamda hep bir soru işareti olarak kaldı.

Velhasıl, yurt dışı ve yurt içi festival yolculuğunda seyretme fırsatı bulamadığım ama aldığı övgüler ve ödüller nedeniyle de oldukça merak ettiğim Nuh Tepesi’ni vizyona girişiyle birlikte nihayet ben de seyredebildim ve bir fikir edindim.


Babalar ve oğullar

Cenk Ertürk’ün ilk uzun metrajlı filmi olan Nuh Tepesi en basit özetiyle; boşanmanın eşiğinde olan Ömer’in ilerlemiş olan kanser hastalığı nedeniyle ölmek üzere olan babasının son isteğini yerine getirme mücadelesini kadraja alıyor.

Eşi Elif ile olan evliliğini bitirme konusu Ömer’e zor günler yaşatmaktadır. Çiftin bu süreçte aralarında çözmesi ve anlaşmaya varması gereken hususlar Ömer’i belli ki köşeye sıkıştırmıştır.
 


Üstelik bu da yetmezmiş gibi yıllardır görmediği ve Paris’te kendine yeni bir hayat kurmuş olması dışında hakkında neredeyse hiçbir şey bilmediği babası İbrahim Türkiye’ye dönüş yaparak yeniden Ömer’in hayatına girmiştir.

Hastalığı nedeniyle ölmek üzere olan ve çocukken diktiği bir ağacın altına gömülmek arzusuyla Fransa’dan ülkesine geri dönen İbrahim, bunun için Ömer’den kendisini köyüne götürmesini istemiştir.
 


Tabii ki bu arada Ömer’in, babasının bu amacından haberi yoktur. O sadece babasının dünya gözüyle memleketini görmek, köyü ile helalleşmek ve pişmanlıklarıyla yüzleşmek için bu yolculuğa çıkmak istediğini zannetmektedir.

Eylemleri, babasına olan nefreti ve onun gibi olmadığını kanıtlamaya yönelik Ömer’in acımasız tavırları, köyde yaşanan olaylar ve eşi Elif’in kendisini ziyarete gelmesiyle farklı bir boyut kazanır.
 


Bir toplum incelemesi

Rus edebiyatının sinemaya etkisi çok büyük. Türk sinemasında da Rus edebiyatından esinlenmeler, referans vermeler yeni bir yaklaşım değil. Hatta böylesi bir sinema diliyle özdeşleşmiş olan Nuri Bilge Ceylan ve Zeki Demirkubuz gibi önemli yönetmenlerimiz var.

Nuh Tepesi de böylesi filmlerden biri. Filmin içinde her ne kadar Dostoyevski’nin Budala adlı romanı kör göze parmak bir şekilde referans gösteriliyorsa da senaryo yazımında aynı zamanda edebiyatta sık sık karşımıza çıkan; öfkeli adamların bir erken örneği olan Turgenyev’in Babalar ve Oğullar isimli eserinden de etkilenilmiş hissiyatı veriyor.
 


Bu anlamda sorunlu ilişkiler çerçevesinde bireysel ve toplumsal incelemeler yapan film, Budala kitabında olduğu gibi; ahlak, ölüm psikolojisi, hayata bakış açısı, bilinçaltı, parçalanmış kişilik, toplumsal bozukluk, suçlu psikolojisi, hastalık psikolojisi gibi kavramlara değinirken, Babalar ve Oğullar kitabında da olduğu gibi; eski nesil ve nihilist gençlik arasındaki kuşak çatışmasına da mercek tutuyor.

Geleneksel ile seküler değerleri karşı karşıya getirerek toprak beyliğine dair farklı bir bakış atıyor.
 


Tabii ki Cenk Ertürk, tüm bu esinlenmeler çerçevesinde toplumsal incelemelerini yaparken her şeyi ters yüz ederek olaylara kendine göre farklı yorumlar katmış.

Misal, Turgenyev’in Babalar ve Oğullar eserinde yerleşik prensipleri, otoriteyi ve inançları tamamen reddetmeye meyilli olan genç oğulsa da filmde bunun tam tersi görülüyor.

Eserde oğlunu tanıyamadığı konusunda serzenişte bulunan babaysa da filmde roller tam tersine dönüyor.
 


Rollerin değişmesi elbette sadece baba-oğul arasında değil, bu değişim filmde karşımıza çıkan imam-öğretmen üzerinde de kendini belli ediyor.

Herhangi bir kaynağı olmayan batıl bir inanca karşı imam sorgulayan bir duruş sergilerken, kendisinden çağdaş ve gerçekçi bir yaklaşım göstermesi beklenebilecek bir öğretmen tam aksi yönde filmin hikayesine sirayet ediyor.
 


Beklentiler ve gerçekler

Bu film, aldığı ödüller ve övgüler nedeniyle geçen yılın en merak ettiğim Türk filmlerinden biriydi.

Bu yüzden beklentim de oldukça yüksekti. Ama doğruyu söylemek gerekirse benim için bir hayal kırıklığı oldu.
 


Elbette bir ilk film olarak bir başarısı ve çabası var. Bunu görmezden gelmek haksızlık olur.

Her şeyden önce kağıt üstünde okunduğunda oldukça orijinal ve ilgi çeken bir konusu var. Ama uygulamada film yeni bir şey veriyor mu, Türk sinemasına yeni bir bakış getiriyor mu, ne yazık ki hayır.
 


Bana göre yukarıda bahsettiğim bu rol değişimlerinden kaynaklı diyaloglarda bir yapaylık, olmamışlık, karakterlerde bir oturmamışlık var. Bu yüzden senaryo ve karakter derinliği zayıf kalıyor.

Alegorisiyle, dinsel göndermeleriyle, aile dramasıyla, ara ara durumlardan kaynaklanan komedisiyle her şeye dokunmak isteyen, kendisinden önce çekilmiş olan filmlerden esinlenirken kendine has orijinal senaryosunu başarılı bir şekilde perdeye aktarma konusunda ıskalamış görünüyor.


Türk sinemasında her şey o kadar kısır döngü bir hal aldı ki bir filmi seyrederken öncesinde çekilen başka bir filmi hatırlamamak işten değil.

Son dönemde batıl olan ile hakikiyi karşı karşıya getiren, dinsel sorgulamalar içeren, baba-oğul çatışmaları üzerinden ilerleyen, taşradan bir türlü çıkamayan filmler o kadar fazla ki gözler ister istemez perdede artık daha yaratıcı ve yeni bir şeyler görmek istiyor.

Umut fakirin ekmeğidir, belki bu sene bizi şaşırtan bir yerli yapım karşımıza çıkar diye umut edelim.


Haftanın diğer filmleri

El-Deccur

El-Deccur, bir grup arkeoloji öğrencisinin bir kazı sırasında yaşadıklarını anlatıyor.

Bir grup arkeoloji öğrencisi, öğretmenleriyle birlikte kazı için daha önceden belirlenmiş olan bir bölgeye giderler. Başlarda herkes iyimser ve mutludur.

Ekipten bir öğrencinin kazı sırasında tılsımlı objeyi bulmasıyla işler değişir. Gecenin çökmesiyle beraber yedi kişilik grup Deccur ile yüzleşmek zorunda kalırlar. Onlar için artık tek kurtuluş sabahın olmasıdır.

Hayal Adası

Hepimizin hayalleri vardır. Belki kendimizi güzel, tropikal ve her şeyin mümkün olduğu bir adada hayal ederiz. Ya da hiç yaşama şansına sahip olamadığımız bir hayatı yaşadığımızı.

Veya geçmişimizde pişmanlık duyduğumuz bir hatayı düzeltmeyi hayal ederiz.

Ya da belki hayalimiz çok daha karanlık bir şeydir; bu öyle bir hayal ki, gerçek hayatta asla olamayacak ama sadece hayal gücümüzle gerçekleşebilecek bir şey.

İşte, 1970’lerin aynı isimli popüler televizyon dizisinden uyarlanan Fantasy Island, tropik bir adada oldukça afili ve gizemli bir tatil köyünün sahibi olan Mr. Roarke’ın hayallerinin peşi sıra buraya gelen misafirlerine yaşattıklarını konu ediniyor.

Hayal Adası’nda lüks, tropik tatil köyünün esrarengiz ev sahibi Mr. Roarke, kazandıkları bir yarışma sonucu adaya gelen şanslı misafirlerinin gizli hayallerini ve fantezilerini gerçekleştirmektedir.

Bu amaçla adaya gelen misafirlerini, ne diledikleri konusunda çok dikkat etmeleri gerektiği konusunda uyarır. Çünkü Hayal Adası’nda her fantezinin gerçeğe dönüşmesi oldukça mümkün ve kolaydır. Fakat her hayalin de elbette bir bedeli vardır.

Her ne kadar ilk anda bu konuda uyarılsalar da adada kendilerini bekleyen şeylerin düşlediklerinden oldukça farklı olduğunu yaşamaya başladıkça anladıklarında şanslı misafirlerin hayalleri bir bir kabusa dönüşür.

Nihayetinde karanlık ve doğaüstü birtakım olaylarla karşı karşıya kalan bu insanlar adanın gizemini çözerek hayatlarını kurtarmak için kaçmak zorunda kalır.

Mendilim Kekik Kokuyor

Mendilim Kekik Kokuyor, yaşadıkları Anadolu kasabasında gönülleri Elif’e düşmüş olan Hasan ile amcasının oğlu Yusuf’un, Çanakkale savunmasına çağrılmalarıyla birlikte yaşadıklarını anlatıyor.

Anadolu’nun bir kasabasında geçen bu hikâyede vakit 1915’in ilkbaharıdır. Hasan ile amcasının oğlu Yusuf, kasabanın en güzel kızı Elif’e aşıktır. Elif ise birisinden hoşlanmaktadır ama kimi sevdiğini ikisinden de saklamaktadır.

Bu sırada kasabada farklı bir hareketlilik de vardır. Etrafta dolaşan bir kumandan ve askerleri eli silah tutan herkesi Çanakkale Cephesi’ne çağırmaktadır.

Yusuf cepheye gitmeden önce Hasan’dan önce davranarak Elif’e aşkını ilan eder ve Hasan’ın başka bir kızı sevdiği yalanını söyler. Elif’in Hasan’a vermek için işlediği kekik kokulu mendili de gizlice alarak kendisini teselli eder.

Sonrasında Yusuf ve Hasan diğer gönüllülerle birlikte cepheye gitmek için yola çıkarlar. Gönüllüler cepheye yaklaştıkları sırada bir başka sevdanın ateşi ile yanan İstanbullu Eftal ile birlikte keşfe çıkan hemşerileri Karagöz oynatıcısı Rüstem Çavuş ile karşılaşırlar.

Fakat bu karşılaşmanın mutluluğu kısa sürecek; uğradıkları bir Anzak saldırısında gönüllülerin çoğu ölecek; Hasan, Yusuf, Çopur, Rüstem Çavuş ve İstanbullu Eftal, Anzak birliğindeki esir kampına götürülecektir.

Sabit Kanca: Son Soru

İsmail Baki Tuncer’in hayat verdiği karakteri odağına alan serinin üçüncü filmi Sabit Kanca: Son Soru, oldukça başarılı olduğu yarışma hayatını geride bırakan Sabit Kanca’nın, bir kaza sonucu tekerlekli sandalyeye mahkûm olan Zeki’nin iyileşebilmesi için soruların karşısına son kez çıkmasını konu ediniyor.

Katıldığı yarışmalardaki hazır cevapları ile bir anda fenomen olan Kanca, bu defa yaşadığı hafıza kaybı sonrası hayatını değiştirmeye karar vermiş ve artık yarışmamaya yemin etmiştir.

Sebep olduğunu düşündüğü bir trafik kazasında tekerlekli sandalyeye mahkûm olan Zeki’yi iyileştirebilmek hayatının en önemli amacı haline gelmiştir.

Fakat geçmişi onun peşini bırakmaz. Her şeyi bilen Sabit Kanca bu defa bilmediği bir düşmanla karşı karşıya gelecektir. Kanca’nın, bilgisini bu kez sevdiklerinin hayatını kurtarmak için kullanması gerekecektir.

Seberg

Kristen Stewart’ın başrolünde yer aldığı Seberg, Jean-Luc Godard imzalı À bout de souffle’deki rolü sonrası uluslararası bir şöhrete kavuşan, 60’ların sonunda insan hakları hareketi ve Black Panther oluşumuna verdiği destekten ötürü gözetim baskısını şiddetli bir şekilde uygulamaya koyan J. Edgar Hoover yönetimindeki FBI’ın radarına giren Jean Seberg’ün hayatının bu trajik kısmını konu ediniyor.

1960’ların sonlarında Los Angeles’taki sivil haklar hareketinde yer alan Seberg, radikal Afrikalı-Amerikalı aktivist örgütü Black Panther Partisi’ni desteklemiş ve sonuç olarak FBI, COINTELPRO programı aracılığıyla kendisini baltalama girişimlerinde bulunmuştu.

İnsan hakları aktivisti Hakim Jamal ile yaşadığı romantik ilişki sebebiyle aktris Jean Seberg’i araştırmak üzere görevlendirilen genç bir FBI ajanının adımlarını takip eden politik gerilim türündeki film, Fransız Yeni Dalgası’nın sevilen yüzü ve Serseri Aşıklar’ın yıldızı Jean Seberg’in bu çarpıcı hikayesini anlatıyor.

Tamircikler Robotçuklara Karşı

Fixies vs. Crabots, Profesör Eugenius ile dostları Tamircikler’in, bir başka mucit olan Erika ve onun oluşturduğu Robotçuklar’a karşı mücadelesini konu ediniyor.

Profesör Eugenius’un kariyeri ve Tamircikler’le olan gizli arkadaşlığı, yıllardır görmediği okul arkadaşı Erika’yla karşılaşınca tehlikeye girer.

Tıpkı Profesör Eugenius gibi çok başarılı bir mucit olan Erika, Robotçuklar adını verdiği minik yardımcılar üretmiştir, üstelik bunlar Tamircikler’den çok daha kuvvetli ve hızlıdır. Dahası, Robotçuklar’la Tamircikler arasında bir yarışma yapılacak, Tamircikler yarışmayı kaybederse, Erika onların varlığını bütün dünyaya açıklayacaktır!

Tamircikler ve Profesör’ün ne yapıp edip, bu yarışı kazanması gerekmektedir.

Yokuş Aşağı

Ruben Östlund’un Force Majeure filminin yeniden çevrimi olan Downhill, çocuklarını da alıp gittikleri kayak tatilinde, hayatlarını ve ilişkilerini sorgulamalarına sebep olan çarpıcı bir hadise atlatan Billie ve Pete çiftinin hikayesini anlatıyor.

Ailece Avusturya Alplerinde çıktıkları kayak tatilinde büyük bir çığ tehlikesi atlattıktan sonra Billie ve Pete, hayatlarını ve birbirlerine karşı olan hislerini gözden geçirmek zorunda kalır. Böylece hayatları bambaşka bir kargaşaya doğru yol alır.

Zengo

Yasemin Sakallıoğlu’nun başrolünde yer aldığı Zengo, kendi imzasının olduğu tasarımlarıyla ünlü bir modacı olmanın hayallerini kuran Zerrin’in, bu yolda en büyük rakibi olarak gördüğü mahalleden Menkıbe ile olan rekabetini anlatıyor.

Zerrin, yaşadığı mahalleye kentsel dönüşüm piyangosunun vurmasıyla bir anda zenginleşmiş, mahalledeki kadınlara kendi tasarımlarını giydirip ünlü bir modacı olma hayalleri kuran, biraz sonradan görme ama son derece içten ve eğlenceli bir kadındır.

Çocukluğundan beri yoğun bir rekabet içinde olduğu Menkıbe’nin kendi tasarımlarını çalıp bir de üzerine defile düzenlemesiyle çılgına dönen Zerrin, yanına terzisi ve en yakın arkadaşı olan Fazilet’i de alarak hayatını değiştirecek çılgın bir maceraya atılır.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU