Acayipten ucubeye anlık geçiş: Neden bu kadar şaşırdık?

Dr. Ümit Kartal Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

Anne ben viral oldum!

Sosyal medyada dolaşan bir video gündemimize oldukça hızlı ve etkili bir giriş yaptı.

Videonun içeriği on yaşında bir çocuğun okuduğu kitaplar üzerine gerçekleştirdiği bir konuşmanın kaydı.

Buraya kadar sıra dışı bir şey yok. Çağımız sosyal medya çağı ve pek çok çocuk sosyal medyayı mesken edinmiş, çeşitli sıfatlar edinmiş ve kendine has bir jargon oluşturmuş durumda:

Merhaba arkadaşlar kanalıma hoş geldiniz!


Bin dokuz yüz seksenli yılların yazılı basınının gündelik yaşamın aleladeliğini kıracak “şok” girişimlerinin (teknik terimle asparagas haberlerin) bir ürünü olan sakallı bebek haberlerini hatırlamadan edemedim.

Sakallı Bebek Panik Yarattı

(1 Ağustos 1987 Tan gazetesi)
 

Birçok vatandaş bayramın ikinci günü kıyamet bekliyor

(5 Ağustos 1987 Milliyet gazetesi)


Henüz yirminci yüzyılı geride bırakmamış, milenyuma çeyrek kala kıyamet senaryolarından biri olarak servis edilmişti bu haber.

Bu hatırlatmayı güncel görüntüyü alaya almak için yapmıyorum, bilakis çocuklarla ilgili yaklaşımlarımızın ne derece ciddiyetten uzak olduğu konusundaki sürekliliğe işaret etmek istiyorum. 1

Ama önce şaşırma üzerine biraz felsefi söylev. Aristoteles felsefeyi ortaya çıkaran iki temel özellikten bahseder: hayret ve boş zaman.

Durun! 'İkisi de bizde bolca var' diyip hemen sevinmeyelim, zira hevesimiz kursağımızda kalabilir.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Merak/hayret gündelik dilde gizeme, gizli olana, bizi ilgilendirmediği halde aklımız kurcalayana işaret eder.

Oysa felsefi anlamda merak insanın kendine, başkalarıyla bir arada bulunduğu ve bir parçası olduğu topluma, hayata, ölüme, dünya ve evrene (bu liste epeyce uzar gider) yönelik anlama çabasını tetikleyen bir tutumdur.

Bu anlamda merak ve hayret nedenleri soran, ilke ve ilişkileri keşfetmeye çabalayan, boşlukları doldurmak ve anlamı elde etmek üzere gayret eden kişiyi bilgi ve bilgelik yoluna taşıyan bir yordam/yöntem ve hazırlayıcı bir teşviktir.

Felsefi bir tutum olarak merak ve hayretin doğal örneğini çocuklarda görürüz. Hayret ve merak çocuğu soruya yöneltir.

Tekrar tekrar sorulan ve çoğunlukla ebeveyn ve eğitimcileri bezdiren sorular yanıtlandıkça çocuğun yalnızca bilişsel yetileri değil bir parçası olduğu dünyayla kurduğu ilişki de şekillenir, yani insani varoluşun iki temel düzeyiyle doğrudan ilişkilidir çocuğun merakı.

Bu merak ontolojik ve politik bir edimdir ve dolayısıyla engellenmesi durumunda kararacak olan yalnızca çocuğun dünyası değildir. Sorumluluk toplumun bütününe aittir. 


Bir adım ileri iki adım geri

Meseleye geri dönecek olursak! Neden bu kadar şaşırdık?

Çünkü bize tuhaf geldi şuncağız bir çocuğun özgüvenli tutumu, dikkate değer bir ifade kabiliyeti, bilgiyi biriktirebiliyor ve kullanabiliyor oluşu, yani düşünebilmesi.

Derhal arkasında başka şeyler aramaya başladık. En iyi niyetli yaklaşım bırakalım çocuklar çocukluğunu yaşasın.

Peki, ne demek çocuğun çocukluğunu yaşaması, çocukluk denilen yaş aralığı ne?

Bununla birlikte daha vahim bir tutum da yine medya aracılığıyla küçük feylezof Atakan’ın medyatik parıltısını mümkün olduğunca sömürmek.

Çok ve yaşının “ötesinde”, “ağır” kitaplar okuyan ve iyi bir ifade kabiliyeti olan çocuk “normal bir çocuk” olamaz kanaatini meşru kılan bir sömürü oldu bu.

Dolayısıyla kimileri bu sıra dışı (ki kristal/indigo çocuk olup olmadığı da tartışıldı) dünyayı kurtaracak bir olağanüstülük çıkarmak gerektiğine ikna oldu, kimileri de daha gerçekleştirilebilir ama yine büyük projeleri gündeme getirdi (Satranç öğretip Türkiye’nin Kasparov’u yapmak gibi).

Geçtiğimiz yüzyılı kapatan sakallı bebeğin kıyamet alameti olduğu beklentisine karşın bu olumlu yaklaşım kısmen de olsa ilerleme kabul edilebilir, ama yine de çocukluğa ilişkin bir politikadan (geniş anlamda kullanıyorum) mahrum olduğumuzu yüzümüze vurdu. 


Oğluş ve Premsesler

Bu şaşkınlığın sebebi biraz da çağımız ebeveynlerinin oğluş ve premsesleriyle kurdukları ilişkinin bir yanılsamaya dayanması ve bu örneğin söz konusu yanılsamayı tehdit etmesi ve parçalanmasıyla ilişkili.

Çocukların(ın) bireysel farklıkları, kendine özgü yetenekleri, meraklarını dikkate almayan ve daha vahimi çocuklarını tanımayan ebeveynlerin fiziksel olarak doğmasına vesile oldukları çocuklarını bir kez de kendi hayal dünyalarının ufkunda tashih ederek imaj olarak yeniden doğurmaya teşebbüs etmeleri uzun vadede büyük hayal kırıklıklarına yol açıyor.

Bu anlamda Aristoteles’in felsefenin başlatıcısı olarak ileri sürdüğü hayret ve boş zaman ilkesine karşı çağdaşımız bir filozof olan Simon Critchley felsefenin onulmaz bir hayal kırıklığıyla başladığını iddia eder.

Çocuklar ve çocukluğa karşı halihazırda kendini bir kez daha ortaya koyan hazırlıksız, ciddiyetsiz, programsız tutumumuzla yüzleşmenin getirdiği duyguyla, bu mükellef hayal kırıklığıyla meselenin üzerine düşünmeye, felsefe yapmaya başlayabiliriz belki.

Tabi ki bu başlangıç eldeki hataları askıya almakla fakat öncelikle çocukları ciddiye almakla şekillenmeli. 


“Momo’ya bir danışalım” diyen çıkmadı 2

Pedagoglar, psikologlar ve ezcümle uzmanlar söz aldılar hemen. Şaşırtıcıdır ki bir felsefeciye danışmadı kimse (ya da bana denk gelmedi).

Zira felsefe tarihi de çocuklar söz konusu olduğunda pek de iç açıcı değildir (belki Rousseau bunun önemli bir istisnası).

Oysa bir süredir ülkemizde çocuk üniversiteleri kapsamında tatmin edici düzeyde sonuçlar veren felsefe okulları düzenleniyor.

Ciddi bir literatür oluştu; henüz büyük çoğunluğu çeviri olmakla birlikte bir kısmı telif çalışmalar ulaşılabilir düzeyde. 

Erginlik ve özerkliği ne zaman elde eder bir insan?

Başka bir deyişle çocukluktan ne zaman çıkarız?

Yasal olarak on sekiz yaş; fakat etnik, dini, kültürel ve cinsiyet bakımından bu eşik değişik biçimler alıyor.

Bizi şaşırtan Atakan’ın yaşını (belki de söylenmiyor olsa da haddini) aşan özerkliği (Atakan’ın sevebileceği söyleyişiyle autarkeia veya antik Yunancasıyla αὐτάρκεια, kendine yeterliği).

Malum toplumsal olarak geç olgunlaşmaya başladık. Düşüncelerimizi temellendirmek için okumaya sabrımız, düşüncelerimizi ifade etmeye izin verilmedikçe cesaretimiz yok. 

Çocukluk bir keşiftir, hatta politik bir keşiftir, ya da daha açık bir ifadeyle çocukluk tarihsel ve politik bir inşadır.

Bu bağlamda Prof. Dr. Bekir Onur’un dikkate değer çalışmaları bu tarihselliğin ülkemiz özelindeki durumunu ele alır.

Yine Sedat Veyis Örnek’in Geleneksel Kültürümüzde Çocuk adlı öncü çalışmasını da unutmamak gerekir. 


Fenomen vs. Fenomen 

Atakan önce acayip bir fenomen olarak ilgimize konu oldu.3 Burada acayiplik, sıra dışı ve alışıldık olanın dışına çıkmış olmayı ifade eden ve şaşırmaya yol açan olumlu bir niteleme.

Ancak o kadar çabuk bir tersine dönüş yaşadık ki anlamak için, sabrımız yok, ama uzun uzadıya düşünmek gerekiyor.

Bir anda bu sıra dışı olayın şokunu atlatan yeni kanaat önderlerimiz Atakan’ı, ya da küçük filozof fenomenini bir ucube, bir günah keçisi, ilan ettiler.

Ucube sözcük anlamı itibarıyla biyolojik bir terim; yapısı kendi türünden olan canlılara bezemeyene işaret eder.

Dolayısıyla tehlike ve tehdit içeren bir algıdır ucube. Atakan’ın kamusal alanda yalnızca birer seyirciye dönüşen toplumca damgalanmasına götüren süreç bu hızlı geçişte kendini gösterdi. 

Atakan’ın gaipten sesler duyması da çok yadırgandı. İşte tam da bu nokta da Atakan’ın feylezof değil bir şarlatan olduğuna kanaat getirildi!

“Sokrates’in Savunması” ya da Şölen diyaloğunu okumuş olanlar hatırlayacakları bir terim var: daimon.

(Demon olarak batı söz dağarcığında varlığını sürdürmüş, ama biz ele aldığımız bakımdan üzerinde duralım.)

Şans, talih anlamlarını içermekle birlikte eu-daimonia bileşiminde bize bir mutluluk kavrayışı sunuyor.

Çocuk yetiştirip çocuklarının hayali arkadaşları, kendi kendine konuşmaları olmadığını fark etmeyen ebeveynler de var demek!

Mutlu bir çocuk bunca mutsuz ve huzursuz bir toplumda rahatsız edici fazlalık olarak algılanıyor. 


Söze karşı yazı, alayına karşı görüntü

Bir takım “özgeci” yorumlar eksik olmadı: Atakan biraz kitap boyasın (Bunu yazan “köşe yazarımız” bir çocuk için açıktan nefret cümleleri kurmaktan geri durmuyor: bakışlarına, ellerine kollarına vs. karşı).

Kimi acar muhabirler de, kurnazca, Atakan felsefe yaparken 8 yaşındaki bir kızımızın dünya çapında bir matematik ödülünü aldığını servis ederek bizim anlayışımıza bıraktı meseleyi.

Bu anlamda bilim ve felsefe tarihinin keskin karşıtlığı da bir kez daha yüzeye vurdu.

Matematiğin fendi felsefeyi bir kez daha yendi. Filozof neyimize lazım her şeyi bilen köşe yazarlarımız, bloggerlarımız, vloggerlarımız var.

Buradaki log (kayıt olma, giriş yapma ve bu girişlerin günlük kaydı anlamında) logos ile yani söz, akıl, tartışma bağlamından oldukça uzak.

Zira bu ifade biçimi karşılıklı konuşma, tartışma, ikna ve uzlaşmayı değil reddedilmesi dahi teklif edilemeyecek ahkam kesmeye dayanıyor. 


Çocuklar insandır! 4

Bir arada yaşamın, söz ve eylemin, kamusal alanın imkan ve sınırlarının düşünürü Hannah Arendt doğumsallığın, dünyaya gelmenin yeni bir başlangıç yapabilme beklentisinin/umudunun olanağı olduğunu söyler (Arendt’in çocuklar ve eğitimle ilgili görüşleri de önemli bir tartışma uğrağını oluşturuyor. Burada yalnızca şunu ifade etmekle yetinelim; Arendt’e göre toplumu değiştirmenin bir aracı olarak eğitim düşüncesi ancak totaliter rejimlerin bir projesi olarak gündeme gelebilir).

Bu anlamda kamusal alanda hak ettiği yeri kendisine teslim etmeyen yetişkinlerin dünyasında çocuk istatistiğin bir girdisi olarak kalır ve kamusal alanda kendisinden esirgenen yere davetsiz çıkıp geldiğinde tarifsiz bir şok yaratır.

Çocuk yalnızca istatistiksel bağlamda sayılabilir bir nesne değil fakat asıl olarak saygın ve saygıyı hak eden bir bireydir. 

Atakan ve onun şahsında (evet çocuk da bir şahsiyete sahiptir ve bir haysiyeti vardır, her yetişkin gibi saygıyı hak eder) tüm çocuklar için bir temennim var: İyi insanlara rast gelesiniz

Bu güzel ve anlamlı bir atasözümüze karşılık gelen bir felsefi temellendirmeyi Spinoza’nın Etika kitabında buluruz.

İnsanın özgürlüğü ve köleliği, yani etkinliği ve edilgenliği ancak başka beden veya cisimler yahut insanlarla karşılaşmasında kendini açığa vurur.

Bu karşılaşmalar yalnızca talih işi değil tabi tarih ve siyasetle, yani başkalarıyla birlikte yaşadığımız müşterek dünyaya etkin bir biçimde katılmamızla, düşünme ve eylememizle mümkündür.

Çocukluğun bir tarihi olduğunu vurguladım, fakat çocukluğun talihinden de söz etmek gerekir.

Bu anlamda siber kabadayıların, klavye silahşorlarının vb linçperverlerin popülist versiyonunu pek seveceği bir filozof olan Machiavelli (Amaca giden her yol mubahtır) siyaseti talih ve çaba (Latincesiyle fortuna ve virtu) arasındaki ilişkide temellendirir.

Dolayısıyla siyasal tarih talihin yetenek ve beceriler aracılığıyla üstesinden gelmeye çalışılması bağlamında şekillenir.

Bu anlamda çocuğun pek talihli olmadığı bir toplumda iş başa düşer: Ha gayret çocuklar!

 

 

 

1 Burada çocuklara yönelik tutumumuzun problemli yanlarını göstermek bakamından birçok örnek sıralamak mümkündür. Ancak bunu yapmak yazının amaç edindiği eleştirel müdahaleyi belirsizleştirecektir. Fakat asıl olarak bu örnekler çokluğunda çocukları incitecek vicdansızlıktan (acıma duygusu değil, doğruyu yanlıştan ayırma yetisi olarak vicdan) kaçınmak isteği ağır bastı.

2 Michael Ende’nin kitabını elbette biliyorsunuz!

Burada “fenomen” sözcüğü güncel ve gündelik dilimize sızmış olduğu anlamıyla sosyal medya ünlüsünü değil, felsefi anlamda genel olarak olay veya görüngü olarak ifade edilen terime işaret ediyor.

4 Yaşar Kemal’in daha önce 'Allah'ın Askerleri' olarak yayınlanmış, yakın zamanda da 'Çocuklar İnsandır!', başlığıyla, Ara Güler’in resimleri ve Turhan Selçuk’un çizgileriyle sokak çocuklarının hikayesi. Yetmişli yılların sonunda yapılmış röportajlara dayanıyor olsa da bir o kadar tanıdık bir kayıtsızlık hali var çocuklara ilişkin. 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.  

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU