Savaş ve muhacirler

Ümit Aktaş Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Independent Türkçe

Alman savaşbilimci Carl von Clausewitz, savaşın farklı araçlarla sürdürülen bir siyaset biçimi olduğunu söylerken, savaşı da siyasal stratejiye dahil etmeye çalışmıştı belki.

Bir yönüyle öyledir elbette; ama şayet ardında siyasal bir akıl var ise. Ne var ki çoğu kez böyle olmaz ve doğrudan iktidarın kullanımındaki kirlilik gibi, savaş da siyasal muhterislerin hırslarını ve iktidarlarını sürdürebilmenin bir aracına dönüşür. 

Savaşla siyaset arasındaki ilişkinin bu yönüne dikkat çekmek isteyen Michel Foucault ise, bir açıdan da Clausewitz’i cevaplamak için, aslında siyasetin farklı araçlarla sürdürülen bir savaş olduğunu söyleyerek, savaşı insanileştirmenin yolunu gösterir.

Bir bakıma bu, “savaşmadan savaşma”nın da yoludur. Çünkü savaşmak için her zaman silahlara başvurmaya gerek yoktur.

Bizler insanız ve hak bildiğimiz amaçlarımızı gerçekleştirmek için illa ki elimize silah almamız gerekmemekte. Savaşmanın, mücadele etmenin, toplumu ve dünyayı değiştirmenin her daim farklı yolları ve imkanları bulunmaktadır. 

Tam da bu noktada siyaset, sorunların çözümündeki farklı yolları aklın bir aracı haline getirmekte ve insanileştirmekte.

Gündelik ve olağan işlerimizi düzenleyen sıradan bir uğraş olmaktan ziyade, krizlerin çözümündeki aklın bir işlevi olarak belirmekte.

Ve şayet akıl ve aklın bir aracı olarak siyaset bunu gerçekleştiremiyorsa, bizi bir hayvandan farklı kılan ne ola ki?

Aslına bakılırsa cihat da tam olarak bu değil midir? Yani “savaşmadan savaşma”ya dayanan, silahlara başvurulmaksızın sürdürülen bir insani faaliyetler bütünü. 

Nitekim bunun mümkünlüğüne dair örnekliği, silahlara başvurmayı reddederek 20'nci yüzyılın en görkemli kurtuluş mücadelesini veren Gandi ve dava arkadaşı Abdülgaffar Han vermişlerdir.

Üstelik Gandi, haklı davasını savunmada silahlara başvurmanın ancak korkakların bir yöntemi olduğunu da söyleyerek, bu anlamda cesaretin, aklın insanileştirdiği bir erdem olduğunu da savunmakta.

Foucault ise buna “hakikatin cesareti” demekte. Tabi önünüze koyduğunuz “savaş”ın hakikate dair bir yönü varsa şayet! Çünkü din(ler)in asıl amacı insanlığı selamete, kurtuluşa, hakikate çağırmak ve bu uğurdaki yolları göstermektir.

“Savaşmadan savaşma”ya dair paradoksal tanımlamanın ilham kaynağı olan ise Japon düşünür Kojin Karatani.

Onun “çalışmadan çalışma, harcamadan harcama” biçimindeki tanımı, “evrensel dinlerin komünal yapısı”ndan, bu yapının ortaya koyduğu imkânlardan yola çıkar.

Bu ise aslında çalışma ve harcama edimlerinin insanileştirilmesinden ve toplumculaştırılmasından başka bir şey değildir.

Bu konulardaki örneklik ise doğal olarak evrensel dinlerdir. Gelin görün ki, yeryüzündeki savaşların birçoğu, bu dinlerin mensupları tarafından ve çoğu kez de bu dinler adına yürütülmekte. 

Günümüzde silah teknolojilerinin ulaştığı tahripkar güç nedeniyle savaşların yol açtığı en büyük kötülük ise, savaşın dışındaki sivil unsurların uğradığı zararlar: katliamlar, sakatlıklar, muhaceret…

Yerini yurdunu terk eden insanların güçsüzlüğü ve yurtsuzluğu bir yana, artık neredeyse duvarlarla örülen ulusal sınırların aşılamazlığı da başka bir sorun.

Aşıldığı takdirde karşılaşılan ırkçı bakışlar, ötekileştirmeler, bir istismar nesnesi haline getirilmek ve hatta zorluklarla kaçılan, uzaklaşılmaya çalışılan savaşın farklı bir aracına dönüştürülmek ise meselenin bir başka ve oldukça trajik tarafı.

Nitekim Suriye’de sürdürülen ve artık çığırından büsbütün çıkmış, küresel güçlerin bir egemenlik kavgasına dönüşmüş olan savaştan kaçan, başlangıcında bir “ensar”lık saikiyle karşıladığımız ve bağrımıza basmaya çalıştığımız Suriyeli “muhacirler” de giderek uzağında kalmaya çalıştıkları bu savaşın farklı bir aracı haline getirilmekteler.

Her türlü “toplumsal” olguyu bir savaş aracına dönüştürmeye azmetmiş olan “siyasal” bir bakış, göçmenlik meselesini de savaş oyunlarının kirliliğine katarak, buradan da bir güç devşirmeye çalışmakta.

Savaştan kaçmaya çalışanlar, bu kez savaşı farklı araçlarla genişletmeye ve buradan elde ettiği gücü siyasal başarısına dahil etmeye çalışanlarca bu kirli oyunun aracı haline getirilmekte.

O zaman ise savaş, siyasal yollarla insanileştirilmeye çalışılan bir mücadele biçimi olmaktan büsbütün çıkarılarak, kör bir çatışmanın hayvaniliğine dönüştürülmekte.

Aklın susturulduğu yerde geriye kalan ise, sessizleştirilmiş madunların, hiçbirimizin artık duymadığı, duyamadığı çığlıkları sadece.

 

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.  

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU