Çocukken, geceleri uykuya direndiğim anlarda duvarın kıpırdayan gölgeleri bana bir deniz gibi görünürdü.
Elimdeki küçük defterin kenarına çizdiğim gemi, o gölgelerin arasında yol alır, görünmez dalgalarla boğuşur, sonra ufkun belirsiz çizgisinde kaybolurdu.
Yıllar sonra fark ettim ki, o küçücük çizim yalnızca bir çocukluk hayali değil, zamanın bana bıraktığı bir gölgeydi.
Çünkü hayat da sessizce aynı örgüyü örmeye devam etti..
Taşıdığım parçaları aşındırdı, sonra yerlerine yenilerini koydu.
Çocukluğun berrak düşleri ince tahtalar gibi sökülüp gitti; onların yerine hafızanın tortularından yapılmış direkler, hatıraların ağırlığından örülmüş yelkenler geldi.
Ve ben anladım; gemi değişiyordu, ama deniz hep aynıydı.
Her tuvalin karşısına geçtiğimde, sanki o ilk geminin yankılarını onarıyorum.
Ellerim başka, yüzüm başka, düşüncelerim bambaşka; yine de içimde aynı denizin uğultusu var halen!
Çünkü, zaman beni sayısız "ben"e böldü.
Kayıplar bir parçayı söktü, doğumlar yenilerini ekledi.
Bir ölüm sessizliğiyle başka biri oldum, bir doğumun nefesiyle yeniden başkalaştım.
Aynı hayatın içinde, zamanın kırılmalarında sürekli başka kimliklere dönüştüm.
Yine de hepsi, aynı dalganın tuzunu taşıyor.
Mitolojide Theseus'un Gemisi vardır.
Zamanla geminin tahtaları çürür, direkleri yıpranır, çivileri paslanır; her biri tek tek yenisiyle değiştirilir.
Öyle ki, uzun yıllar sonra geminin üzerinde ilk hâlinden tek bir parça bile kalmaz.
Yine de o gemi denizde süzülmeye, yolculuğuna devam etmeye devam eder.
Fakat mesele orada bitmez: sökülen eski parçalar bir kenara atılmaz, onlar da bir araya getirilip başka bir gemi inşa edilir.
İşte o anda sarsıcı soru ortaya çıkar:
Hangisi gerçek Theseus'un Gemisi'dir?
Sürekli değişerek varlığını sürdüren mi;
Yoksa geçmişin parçalarından yeniden kurulan mı?
Bu sorunun cevabı hiçbir zaman kesinleşmez, çünkü mesele yalnızca bir gemi değildir.
Bu hikâye, kimliğin, hafızanın ve sürekliliğin derin bir bilmecesidir.
Eğer değişerek aynı kalan gemiyse gerçek olan, o zaman biz de değişimlerin içinden geçerek aynı "ben" olarak kalıyoruz demektir.
Ama eğer eski parçaların bir araya getirildiği ikinci gemi gerçekse, o hâlde kimliğimiz, hatıralarımızın toplamından ibarettir; geçmişin yıpranmış ama sahici izlerinden.
Belki de hakikat, iki gemi arasındaki gerilimdedir: hem değişimin içinden geçeriz hem de geride kalan parçalarımızla yeniden kuruluruz.
Belki de insan, parçalarının toplamı değil, denizin hatırladığı bir yolculuktur.
Bizi biz yapan, tahtaların çürümezliği değil; dalgaların hiç durmayan çağrısıdır.
Çünkü kayıpların ve doğumların izinde, aynı hayat içinde birçok kez yıkılır, birçok kez yeniden kuruluruz.
Ve belki de asıl sır şudur: Biz değiştikçe gemimiz başka bir şekle bürünür, ama deniz değişmez.
İnsan, kendi bedenini, duygularını, hayallerini defalarca yitirir; fakat hangi limandan yola çıkarsa çıksın, aynı derinliğin sularında yol alır.
O görünmez gemi, kim olduğumuzdan çok, kim olmaya devam ettiğimizin sessiz hatırlatıcısıdır…
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish