Zambiya'da İngiliz sömürgecilerin 1914'te yürürlüğe koyduğu Büyücülük Yasası'nın (Witchcraft Act) hâlâ geçerli olması son günlerde yeniden tartışılıyor.
Cumhurbaşkanı Hakainde Hichilema'yı "büyüyle öldürmeye teşebbüs" ettikleri iddiasıyla yargılanan 2 kişi, ikişer yıl hapis cezasına çarptırıldı.
Şayet büyü başarılı olsaydı, cumhurbaşkanın 5 gün içinde ölebileceği iddiası kadar, kullanılan "kanıtlar" da ilgi çekiciydi: canlı bir bukalemun, kırmızı bir kumaş parçası, beyaz tozlar ve bir hayvan kuyruğu.
Bu olaydan kısa bir süre önce de Hichilema'nın, selefi Edgar Lungu'nun cesedinden parçalar alarak büyü hazırlığı yaptığı iddiaları ülke genelinde yayılmıştı.
Bu tür söylentiler, büyücülüğün siyasal düzlemde nasıl işlev gördüğünü ve Zambiya'da kolonyal miras ile modern hukuk arasındaki çelişkileri gözler önüne serdi.
Büyücülük ekonomik bir sektör
Sömürgecilik öncesinde şeflerin ya da kralların otoritesi, doğaüstü güçlere dayandırılıyordu.
Bağımsızlık sonrasında da siyasetçilerin "görünmez güçlere" sahip olduğuna inanılmaya devam edildi.
Günümüz Zambiya'sında büyücülük kültürel bir uygulamadan çok ekonomik bir araca dönüşmüş durumda.
Büyü günlük yaşamın tam ortasında yer alıyor.
Köylerden başkent Lusaka sokaklarına kadar her yerde görülen bez afişlerde, kendini "doktor" ya da "şifacı" olarak tanıtan büyücüler, umutsuz insanlara mucize çözümler vadediyor.
Kısırlığa çare, iş bulma, eski sevgiliyi geri döndürme, kayıp eşyaları geri getirme ya da zenginleşme gibi hizmetler ekonomik belirsizlik dönemlerinde büyük bir pazar oluşturuyor.
İstediği şeye çalışarak, sabrederek ve meşru yollar üzerinden ulaşamayacağını düşünenler, büyünün sunduğu "görünmez güçlere" başvurarak kaygılarını hafifletmeyi ve istediklerini kolay yoldan elde etmeyi umuyor.
Pazar sadece büyücülerle sınırlı değil.
Muskacılar, ruh çağırıcılar ve sahte din adamları da sektörden kazanç sağlıyor.
Kimi zaman geniş dolandırıcılık şebekeleri bu yapının etrafında örgütleniyor.
Jean&John Comaroff'un geliştirdiği "büyü ekonomisi" kavramı Zambiya toplumundaki ve siyasetindeki büyü suçlamalarının yalnızca geleneksel inançların kalıntısı olmadığı, neoliberal dönemin eşitsizliklerinin ve belirsizliklerinin bir yansıması olduğunu doğruluyor.
Büyü yalnızca "masum" ya da "anlaşılabilir" isteklere ulaşmak için kullanılan sihirli bir değnek vazifesi görmüyor.
İnsanlar, zenginleşen bireyleri, başarılı ya da başarısız politikacıları, çeşitli hastalıkları, talihsizlikleri ve hatta bazı toplumsal değişimleri bile büyüyle ilişkilendirerek anlamlandırıyor.
Kimi büyülerin gerçekleşmesi için büyücüler canlılara ve insanlara (bazı beden parçalarının büyüde kullanılması ya da yakın bir akrabanın direk öldürülmesi şeklinde) zarar verilmesi talep edebiliyor.
Bazı büyüler kıskanılan, başa çıkılamayan kişinin başarısız olmasını, para kaybetmesini, hastalanmasını ya da ölmesini amaçlıyor.
Büyünün herhangi bir insana ya da canlıya zarar vermeyecek şekilde yapılması halinde bile, büyüden medet uman kişi manevi zarara uğrayabiliyor.
Siyasi aktörler, dini liderler ve yerel topluluklar arasında "büyü tehdidi" söylemi sık sık araçsallaştırılıyor.
Büyü suçlamaları çoğu zaman kişisel hesaplaşmaların ya da iktidar mücadelelerinin bir aracı haline geliyor.
Arazisini satmak isteyen kişinin toprağı "büyülü" ilan edilebiliyor; evler hakkında yayılan söylentiler, satışların engellenmesine yol açıyor.
Böylece büyü hem bireyler hem de piyasa üzerinde doğrudan bir baskı unsuru haline geliyor.
Büyücülüğün yaygın olduğu bölgelerde sıradan ölüm ve kazalar bile büyünün sonucu olarak algılanıyor.
Bu durum, linç girişimlerini ve şiddet olaylarını körüklüyor.
2017'de 3 ay içinde en az 25 yaşlı bireyin büyücülük suçlamasıyla öldürüldüğü bildirilmişti.
Benzer örnekler kıtanın farklı yerlerinde de görülüyor: Tanzanya'da albino insanların büyü amaçlı öldürülmesi, Nijerya'da bazı kusurlarla doğan çocukların "cadı" ilan edilip aileleri tarafından terk edilmesi, bazı bölgelerde ikizlerin lanet kabul edilip öldürülmesi gibi olaylar sorunun ne denli büyük olduğunu gözler önüne seriyor.
Din sömürüsü büyücülüğün neresinde?
İşin ilginç tarafı, bu tür hizmetlere yönelenlerin yalnızca geleneksel inançlara bağlı eğitimsiz kesimden olmaması.
Zambiya özelinde, düzenli olarak kiliseye giden ve kendini "dindar Hristiyan" olarak tanımlayan kimseler de büyüye başvuruyor.
2018'de Zambiya Hukuk Geliştirme Komisyonu'nun yaptığı bir araştırma, neredeyse tamamına yakını (yüzde 95) Hristiyan olan Zambiya halkının yüzde 79'unun büyünün gerçek olduğuna inandığını ortaya koymuştu.
Her ne kadar din adamları halkı büyü yaptırmaya ve büyücülük faaliyetlerine karşı uyarsa da yerel inançlar ve Hristiyanlık Zambiya toplumunun yapısında çoğu zaman iç içe geçiyor.
(Nitekim bu harmanlanmış inanç biçimi, sömürge sonrası toplumlarda kimlik arayışının ve geleneksel dünya görüşünün Hristiyan çatı altında yeniden üretilmesinin bir sonucudur.)
Bazı denetimsiz kiliseler "şeytan kovma ayinleri" düzenleyerek insanları büyüden arındıracaklarını iddia ediyor ve bunun karşılığında büyük meblağlar topluyor.
Papazlar "kutsal yağ" ya da "manevi koruma" adı altında ürünler satıyor; öğrenciler sınavlarını geçmek için kalemlerini din adamlarına okutturuyor.
Böylece büyücülük ile dini ritüeller arasındaki sınırlar bulanıklaşıyor, ekonomik çıkarlar din kisvesi altında sürdürülüyor.
Kolonyal miras
Zambiya'ya kolonyal dönemden miras kalan 1914 tarihli Büyücülük Yasası (Witchcraft Act), büyücülüğü "korku, rahatsızlık veya zarar vermek amacıyla doğaüstü güçleri kullanma" olarak tanımlıyor.
Bu yasa, tılsım bulundurmak veya büyücülük bilgisi olduğunu iddia etmek gibi uygulamaları suç sayıyor.
Ancak büyünün yapıldığını somut biçimde ispatlamanın mümkün olmaması, savunmasız grupların kolayca hedef haline gelmesine yol açtığı için "büyücülüğü" ortadan kaldırmak yerine toplumu daha fazla kaosa sürüklüyor.
Bugün yasanın hâlâ yürürlükte olması, modern hukukla sömürge mirası çatışmasının çarpıcı bir örneği.
Daha da önemlisi, büyüye inanmadığını söyleyen mevcut cumhurbaşkanının bile mahkeme kararlarına müdahale etmemesi, bu mirasın siyasi çıkar için nasıl ustalıkla kullanıldığını gösteriyor.
İktidar partileri zaman zaman muhalifleri itibarsızlaştırmak için bu tür suçlamalara sessiz kalıyor ya da örtük biçimde teşvik ediyor.
İnsanlığın ortak sınavı; güç, kontrol ve anlam arayışı
Zambiya'daki söz konusu dava ve davaya ilişkin toplumsal gerçeklik, Batı medyasında sıklıkla yapıldığı gibi Afrika'ya özgü "ilkel" veya "akıl dışı" bir hikâye olarak okunamayacak kadar derin ve evrenseldir.
İnsanlar tarih boyunca kontrol edemediği güçler karşısında anlam arayışı içinde oldu.
İngiltere'de Kral I. James, şeytan ve büyücülük konusunda öyle takıntılıydı ki, kendi kaleme aldığı Demonoloji kitabında büyücülerin nasıl tespit edileceğini anlatmış ve North Berwick cadı davalarında, kendisine denizde fırtına çıkartırmakla suçlanan "cadıların" yargılanmasını bizzat takip etmişti.
Roma İmparatorluğu'nda hiçbir önemli devlet işi, rahiplerin (augurlar) kuşların uçuşunu veya kurbandaki bir koyunun ciğerindeki lekeleri yorumlaması olmadan yapılmazdı.
Bu "kehanetler", savaş ilanından yasa çıkarılmasına kadar tüm siyasi kararları yönlendirirdi.
Günümüzde de dünyanın farklı köşelerinde insanlar, belirsizliği kontrol altına almak ve görünmez bir dünyada avantaj elde etmek için, bazı nesne ve ritüellere doğaüstü anlamlar yüklemeyi sürdürüyor.
Şans kavramı kadar uğursuzluk da güçlü anlamlar yüklenerek yorumlanabiliyor.
Kara kediden uğursuzluk beklemek, bir nesnenin kötü enerji taşıdığına inanmak ya da belirli gökyüzü olaylarını felaketin habercisi saymak, Londra'daki bir borsacının şans getirdiğine inandığı kırmızı kravatı, nazardan korunmak için takılan mavi boncuk veya modern "wellness" endüstrisinin "kozmik enerji" ve "şifa getiren kristaller" vaatleri…
Tüm bu pratikler, Zambiya'daki "kırmızı kumaş" veya "bukalemun"un işlevsel olarak benzeri değil midir?
Ancak Zambiya'daki durumu daha tehlikeli kılan fark, bu inançların bireysel bir teselli olmanın ötesine geçerek, kamusal huzuru, siyaseti ve hukuku doğrudan şekillendiren kolektif bir dinamiğe dönüşmüş olması.
Batı'da kişisel bir şans nesnesi olarak işleyen tılsım ya da uğurlu eşya, Zambiya'da birini mahkûm edebilecek veya linç ettirebilecek bir "kanıt" haline nasıl gelebiliyor?
Çünkü sömürge döneminden kalma "büyüyü" suç sayan yasa, toplumsal gerilimleri ve suçlamaları meşrulaştırıyor ve kaosa zemin hazırlıyor.
Bu nedenle bugün Zambiya'nın önündeki asıl mücadele, geleneksel inançları yok saymak değil, bu inançların şiddet, dolandırıcılık ve siyasi manipülasyon aracına dönüşmesini engellemektir.
Bunun yolu da 1914 tarihli Büyücülük Yasası'nın, inancı değil, somut zararı (büyü iddiasıyla linç girişiminde bulunmak, büyü karşılığında dolandırıcılık yapmak, birini büyüyle tehdit etmek vb) cezalandıracak şekilde revize edilmesinden geçiyor.
Kaynaklar:
Mildnerová, Kateřina The modern forms of witchcraft in Zambia: an analysis of local witchcraft narratives in urban settings of Lusaka Religio. 2016, vol. 24, iss. 1, pp. [19]-51
Comaroff, Jean, and John Comaroff. Modernity and Its Malcontents: Ritual and Power in Postcolonial Africa. University of Chicago Press, 1993.
https://www.lusakatimes.com/2025/01/23/welcome-to-zambia-land-of-prophecies-miracles/#google_vignette
https://encyclopedia.adventist.org/article?id=ACY1
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish