TV dizilerindeki rezalet

Altan Tan Independent Türkçe için yazdı

Kolaj: Independent Türkçe

Yaz bitip sonbaharın başladığı eylül ayı, birçok şeyin başlangıcı olduğu gibi yeni sezon dizilerinin de start aldığı aydır.

İyi bir dizi izleyicisi olduğumu daha önce de sizinle paylaşmıştım.

Diyarbakır'da ilk televizyon yayınları 1974'te başladı. Tabiri caizse, televizyon Diyarbakır'a o yıl geldi.

Aziz Nesin'in meşhur eseri "Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz"dan bugüne yüzlerce dizi geldi geçti.

Tabii "iyi bir dizi izleyicisiyim" derken, tüm dizileri tek tek izleyenlerden bahsetmiyorum.

Bakar, bir-iki dizi izlerim; eğer sardıysa devam ederim, sarmadıysa başka birine geçerim.

Türkiye'deki diziler öyle bir noktaya geldi ki, "Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz" ile başlayan; Türkiye'nin sorunlarını, toplumsal ilişkilerini, aileleri, psikolojik sorunları, aşkları, sevdaları ve ihanetleri anlatan diziler, zamanla geriye çekildi.

Şu an 10 diziden en az 8'inde kan, şiddet, mafya ve mantık dışı senaryolar hâkim.

Peki RTÜK ne yapıyor?

Büyük ihtimalle sadece siyasi yayınları takip ediyor.

İktidara muhalif olan birini gördüğünde tepki gösteriyor, diğer her şeyde ise sessiz kalıyor.

Her gün ahlak ve maneviyattan bahseden bir iktidarın, diziler üzerinden Türkiye'yi getirdiği nokta bu.
 


Başta iktidar olmak üzere RTÜK ne yapıyor?

Bu durum sadece iç mesele değil.

Türkiye'nin en büyük ihraç kalemlerinden biri de diziler.

Bu diziler o kadar yaygın ki, dünyada ciddi bir izleyici kitlesi Türkiye'yi bu dizilerden tanıyor.

Dolayısıyla Türkiye toplumunu da bu diziler üzerinden tanımış oluyorlar.

Şu an gelinen noktada diziler o kadar şiddet dolu ve toplumda kabul edilemeyecek kadar ahlak dışı ilişkilerle, çelişkilerle dolu ki…

Bu dizileri çekenler ne yapmak istiyor, ülkeyi nereye götürmek istiyorlar?

Başta iktidar olmak üzere RTÜK ne yapıyor?

İnanın, anlamakta gerçekten zorlanıyorum.


Kızılcık Şerbeti: Varılmak istenen nokta yok

Bunların en çok izlenenlerinden biri "Kızılcık Şerbeti" dizisiydi.

İlk yayımlandığında ben de birkaç bölümünü desteklemiştim.

Çünkü Türkiye'deki laik-dindar geriliminin ortasında kalan bir dindar, muhakfazaar ailenin oğlu ile tam karşı tarafta yer alan, tabir caizse "beyaz Türk" olarak tanımlanan laik, seküler bir ailenin kızının aşkını ve evliliğini, iki ailenin ilişkileri çerçevesinde inceleyen bir diziydi.

Bu fikir herkese çok ilginç gelmişti.

Başlangıçta kurgu da oldukça iyiydi.

Ancak zamanla öyle bir noktaya geldi ki… Aman Allah'ım!

Senarist mi, yönetmen mi çıldırdı, ne olduysa sapıttıkça sapıttı.

Artık ne o laik-seküler ailenin hayat tarzı, ilişkileri, düşünce biçimi kaldı ne de muhafazakar-dindar ailenin sınırları.

Öyle bir noktaya geldi ki, aile içi ilişkiler artık dövizdeki Japon yeniği ile İngiliz yeniği arasındaki çapraz kurları takip eder gibi karmaşık hâle geldi.

Ama bu ilişkilerin nereye vardığını, neden böyle geliştiğini anlamak neredeyse imkânsız.

Bir de varılmak istenen nokta yok.

Her mevzunun, her romanın, her hikayenin, her kurgunun, her filmin bir teması olur. Ama bu dizinin teması temassızlık.

Bu temassızlık içinde ne kadar devam edeceği, ne kadar izleyici bulacağı ise ayrı bir soru.


Gençler nereye yönlendiriliyor? 

Ama benim esas üzerinde durmak istediğim tek bir dizi değil.

Bunu son örnek olduğu için dile getirdim; yoksa onlarca diziyi tek tek sıralayabilirim.

Toplum nereye gidiyor?

Gençler nereye yönlendiriliyor?

Neden bu kadar abuk sabuk şeyler ilgi çekiyor?

Rating denen bir canavar var; işte birbirinize küfür de ediyorsanız, o rating hâlâ yükseliyor.

Enteresan bir durum.

Burada toplumu ilgilendiren taraf şu:

Şiddet, gayrimeşru ilişkiler, mafya ve bütün ahlak kurallarını hiçe sayan erkek-kadın ilişkileri bir neticedir.

Erkekler çete veya mafya olmak için can atıyor.

Çünkü kısa yoldan, en kestirme yoldan zengin olmanın, güçlü olmanın, etkili olmanın yolu gençlere gösterilen örnek olarak mafya veya çete olmak.

"Bir meslek edineyim, bir sanat öğreneyim, emek verip uzun yıllar çalışayım, namuslu bir hayat yaşayım" gibi yollar gençlere gösterilmiyor.

Kızlar için de durum benzer; erkeklerin çete olduğunu gördükleri ortamda, onlara da çoğu zaman kendini pazarlamaktan veya fahişelikten başka bir yol gösterilmiyor.

Tabii bunu tüm diziler için söylemiyorum; zaten konuşmamın başında da belirtmiştim.

En az yüzde 80'i böyle.

Aklı başında, derli toplu, bir hikayesi olan, topluma bir şey anlatan ve hayatın içinden kesitler sunan diziler de yok değil; var.

Ama bugünkü tablo böyle devam ederse, zaten ciddi sorunlarla boğuşan gençliğimizi ne iyi günler ne de iyi örnekler bekliyor.


Toplumda bu kadar şiddet, mafya, ahlaksızlık yok

Bir diğer konu da şudur:

"Biz toplumu yansıtıyoruz, toplumda bunlar oluyor" deniyor.

Hayır arkadaşlar, toplumda bu kadar şiddet yok, bu kadar mafya yok, bu kadar ahlaksızlık yok.

Toplum melektir, her şey yerli yerindedir demiyorum; ama tarih boyunca da hiçbir toplum bu kadar perişan ve korkunç durumda olmadı.

Roma döneminde olmadı, Osmanlı döneminde olmadı, Persler döneminde de olmadı.

Elbette toplumda mafya var, ahlaksızlık var, aile içi sorunlar var…

Ama bu kadar yoğun ve yıkıcı değil.

Bu nedenle o iddia havada kalıyor.


Peki, ne yapılabilir?

Öncelikle bu dizileri izleyenlerin tepki göstermesi gerekiyor.

Halk tepki göstermediği sürece, tabiri caizse, ahlaksızlığın da müşterisi varsa bu durum devam eder.

Tabii ki doğru ve nitelikli romanlar, hikâyeler, senaryolar ortaya koyacak aydın, entelektüel, yazar, çizer ve senaristlere de ihtiyaç var.

İnşallah sorumluluk almak isteyen herkes elini taşın altına koyar.

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU