Kuruluş mitosunu hayata geçiren kadın: Hayme Ana

Prof. Dr. Süleyman Kızıltoprak Independent Türkçe için yazdı

Türk kültüründe kadın dini sosyal hayatın yapılanmasında, mitik metinlerde varlığın başlangıcında, efsanelerde şerefin, kahramanlığın ve fedakarlığın sembolü olarak varlığını gösterir. Bütün bu özelliklere haiz analardan biri de Hayme Ana'dır. 

Osmanlı Devleti'nin kurucu padişahı Osman Gazi'nin ninesi, Ertuğrul Bey'in annesi Hayme Ana, Türk tarihinin en önemli figürlerinden biri olarak anılmaya devam ediyor.

Kayı Boyu'nun lideri, "Devlet Ana" lakaplı Hayme Hatun, Yörük kökenli bir kadın olarak cesareti ve liderliğiyle tarihe damga vurdu.

Doğum ve ölüm tarihleri hakkında kesin bilgi bulunmasa da, Hayme Ana'nın türbesi Kütahya'da Domaniç ilçesine bağlı Çarşamba köyünde ziyaretçilerini ağırlıyor.

Hayme Ana, eşi Süleyman Şah'ın Fırat Nehri'ni geçerken boğulmasının ardından Kayı Boyu'nun ayakta kalmasını sağlayan bir önderlik görevi üstlenerek büyük bir sorumluluk aldı.

Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubad'ın yönlendirmesiyle önce Ankara Karacadağ'a, ardından Domaniç ve Söğüt'e yerleşen Hayme Ana, Osmanlı Devleti'nin temellerinin atıldığı bu topraklarda iz bıraktı.

Ertuğrul Gazi, annesini Domaniç'te Çarşamba köyü içinde her yıl çadır kurdurduğu yerdeki bir tepeye defnettirdi.

Milli değerleri yeniden canlandırma hareketi başlatan Sultan II. Abdülhamid'in emriyle1892 yılında inşa edilen türbe, bugün Domaniç'in en önemli tarihi ve manevi merkezlerinden biri olarak öne çıktı.

Milli kimliğin inşasında en önemli öğelerinden biri olarak Türk dünyasının kalbinin attığı merkezlerden biri diye adlandırılmaya başladı.

Kültürel mirasımızın taşıyıcısı olan türbeye II. Abdülhamit'in kullanılmak üzere halı, avize ve sümbüllü kandil göndermesi bu hassasiyetin bir göstergesidir. 

Büyük devletlerin geçmişinde tarih sahnesine çıkışta belli mekânların önemi vardır.  

Ergenekon, Malazgirt, Söğüt ve Domaniç kızıl elma ülküsünün eyleme geçtiği yerlerin adıdır.

Osmanlı Devleti Söğüt ve Domaniç'te temelleri atılan bir devlettir.


Osmanlı'nın kuruluşuna dair tarihî ve sözlü kaynaklar

Osmanlı Beyliği'nin kuruluş süreci, hem klasik tarih kaynakları hem de sözlü tarih unsurları aracılığıyla çok boyutlu bir şekilde aktarılır.

Şükrullah'ın Behcetü't-Tevârih isimli kitabında, Ertuğrul Gazi'nin Bizans'a karşı Sultan Alaaddin ile iş birliği yaptığı ve özellikle Karacahisar civarındaki çatışmalarda üstün başarı elde ettiği kaydedilir.

Bu bağlamda, Ertuğrul Gazi'nin Söğüt ve Domaniç'i fethederek bölgesel hâkimiyet tesis ettiği, yaklaşık 2 buçuk yıl süren mücadele ile siyasal meşruiyetini pekiştirdiği belirtilir.

Âşık Paşazade ise Kayı Boyu'nun Söğüt ve Domaniç'i yurt edinmesini Selçuklu Sultanı'nın stratejik buyruğu ile açıklar.

Âşık Paşazade'nin kayıtlarına göre, Ertuğrul Gazi oğlu Savcı Bey'i Sultan Alaaddin'e göndererek Söğüt'ü yurt, Domaniç'i ise yaylak olarak almıştır.

Burada dikkat çeken nokta, Osmanlı kuruluş anlatılarında Selçuklu sultanının otoritesinin vurgulanmasıdır.

Bu, Osmanlı'nın başlangıçta Selçuklu meşruiyetine dayandığını ve devlet kurumu olarak bir süreklilik arz ettiğini ve hanedanın otoritesini bu çerçevede kurduğunu göstermektedir.

Ertuğrul Gazi, Bizans daha doğrusu Doğu Roma İmparatorluğu'nun sınır bölgelerinde ortaya çıkan yeni siyasal yapılanmaların oluşum sürecinde diğer Türk beyleriyle birlikte hareket etmiş, Söğüt ve Domaniç havalisini merkez kabul ederek genişleme stratejisi izlemiştir.

Bu strateji, özellikle Bizans hâkimiyetindeki şehirler üzerine yönelen "gaza" anlayışı ile işlerkik kazanmıştır.  

Selçuknâme'de aktarıldığı üzere, III. Gıyaseddin Keyhüsrev dönemi ve Cimri Vakası sırasında Ertuğrul Bey ve bağlı beylerin Bizans sınırına yönelmiş gaza akınları kaydedilmiştir.

Bu bağlamda Ertuğrul Gazi'nin, bir kavim lideri sıfatıyla Selçuklu Sultanı'na bağlılığını bildirdiği aktarılır.

Osmanlı tarih yazımında, Anadolu'ya gelen Türk boyları arasında Selçuklu otoritesine karşı bağımsızlık girişiminde bulunan gruplar öne çıkarılırken, Kayı Boyu'nun Selçuklulara sadakatini sürdürdüğü vurgulanır.

Müneccimbaşı Tarihi'nde ise Moğol istilasının Selçuklu siyasal yapısını zayıflatmasına rağmen Osman Gazi'nin Selçuklulara bağlı kaldığı, özellikle diğer Türk beyliklerine saldırmaktan kaçındığı ve gaza ideolojisine sıkı sıkıya bağlı olduğu belirtilir.

Bu yaklaşım, Osman Gazi'nin yalnızca cihat faaliyetleriyle uğraştığını ve bu nedenle Selçuklu sultanları tarafından uç beyliğine atandığını ortaya koymaktadır.

Hoca Sâdeddin Efendi, Osmanlı siyasi kimliğinin inşasında "gaza" kavramına merkezi bir rol atfeder.

Ona göre Osmanlıların "gazi" kimliğini sahiplenerek yaptıkları atılımlar Selçuklu siyasal elitinin takdirini kazanmış ve Osman Gazi'nin bey olarak atanmasında belirleyici olmuştur.

Halil İnalcık'ın tespitine göre Bizans tarihçisi Pachymeres de Osman Gazi'nin uç beyliği pozisyonuna yükselmesinde onun sınır hattındaki cesur ve akıncı karakterinin etkili olduğunu kaydeder.

İsmail Hakkı Uzunçarşılı'nın naklettiği Feridun Bey'in Münşeat adlı eserindeki kayıtlar ise Söğüt ve Domaniç'in Selçuklu Sultanı II. Gıyaseddin Mesud tarafından ikta olarak Osman Gazi'ye tahsis edildiğini gösterir.

Bu düzenleme, mülkiyetin devlete ait kalmasına rağmen kullanım hakkının Osman Gazi'ye bırakıldığını ve böylece boy beyliğinden uç beyliğine terfi ettirildiğini ortaya koymaktadır.

Aynı kayıtta Osman Gazi'ye adaletli yönetim, düşmanlara karşı tavizsiz mücadele ve vergi yükümlülüklerinin yerine getirilmesi yönünde tavsiyelerde bulunulduğu da belirtilmektedir.

Kayı Boyu'nun Batı Anadolu'da ve Marmara kıyılarında kalıcı olarak yerleşmesini mümkün kılan etmenlerden biri de Bizans İmparatorluğu'nun saray çevresindeki siyasal istikrarsızlık ve hanedan değişiklikleridir.

1261'de İznik merkezli yönetim İstanbul'a taşınmış, Paleologos hanedanı tahta çıkmıştır.

Ancak bu süreç, Bizans iç siyasetinde kalıcı bir istikrar sağlayamamış, özellikle sınır bölgelerindeki halkı olumsuz etkilemiştir.

Daha önce vergiden muaf tutulan sınır halkı, artan mali yükümlülükler nedeniyle merkezi otoriteye karşı hoşnutsuzluk duymaya başlamıştır.

Böylece sınır hattında güvenlik zafiyeti doğmuş, Türk beylerinin yayılma politikaları için uygun koşullar ortaya çıkmıştır.

Bu ortamda yalnızca Osmanlılar değil, Germiyanoğulları, Aydınoğulları ve Candaroğulları gibi diğer Türkmen beylikleri de Bizans'ın zayıflığından yararlanmış, sistematik fetih hareketleri yürütmüşlerdir.

Germiyanoğulları Menderes Irmağı güzergahındaki kaleleri ele geçirirken, Aydınoğulları İzmir'e kadar ilerlemiş, Candaroğulları da Kastamonu ve Sinop'a doğru Bizans kalelerini kuşatarak hâkimiyet sahalarını genişletmiştir.

Bizans'ın Anadolu'daki egemenliği giderek çözülürken, imparatorluk merkezî otoriteyi yeniden tesis etmeye çalışmış, bunun için dış kaynaklı ücretli asker istihdamına yönelmiştir.

Sicilya'dan getirilen yaklaşık sekiz bin Mağribli askere sınır savunmasında geniş yetkiler verilmiştir.

Ancak bu girişim, imparatorluk içinde yeni iktidar mücadelelerini tetiklemiş, saray içi muhalefeti artırmış ve Bizans'ın siyasal kırılganlığını daha da derinleştirmiştir.
 

Fotoğraf: Serdar Yiğit/AA
Fotoğraf: Serdar Yiğit/AA

 

Hatırlatma, kimlik ve kültürel süreklilik bağlamında Domaniç 

Kültürel hafıza, denilince üç husus akla gelmektedir. Bunlar: hatırlama (tarih bağlantısı), kimlik (politik imgelem) ve kültürel süreklilik (gelenek oluşturma).

Assmann, Kültürel Hafıza Eski Yüksek Kültürde Yazı, Hatırlama ve Politik Kimlik adlı eserinde her kültürde bağlayıcı yapı olarak adlandırılan bir gerçeklikten bahsetmektedir.

Bu yapı, hem sosyal hem de zamansal boyutta birleştirici ve bütünleştirici bir işleve sahiptir.

Kolektif deneyim, eylem alanlarından sembolik bir anlam dünyası inşa ederek; bireylere güven ve dayanak olma imkânı sağlar.

Bu yapı aynı zamanda deneyim ve anıları canlı tutarak geleceğin inşasında ortak bir ülküde hareket etmeyi de sağlar. 

Bireyleri biz yapan, ortak değer ve kurallar etrafında buluşmamızı sağlayan ortak yaşanmış geçmişin bağlayıcı yapılarından biri Domaniç ve Hayme Ana türbesidir.  

Domaniç, Osmanlı Beyliği'nin siyasi ve kültürel gelişiminde yalnızca bir yaylak alanı değil, aynı zamanda kolektif hafızanın inşa edildiği bir mekân olarak işlev görmüştür.

Bu mekâna bağlı olarak geçmiş zamanın öykülerine yeni rivayetler eklenmiş dünle bugün birleşerek tarihi anlatılar ile efsaneler iç içe geçmiştir. 

Osman Gazi'nin Domaniç'te çocuk devrinde bulunduğu ve büyüdüğü, Hayme Ana'nın ve Savcı Bey'in türbelerinin burada bulunduğu rivayet edilmektedir.

Bu anlatılar, Osmanlı hanedanının köklerinin toplumsal hafızada kutsallık ve meşruiyetle ilişkilendirilmesini sağlamıştır.

Mızık Çamı gibi anıt ağaçların sözlü tarih içerisinde özel bir yeri vardır.

Osman Gazi'nin çocukluk hatıralarıyla ilişkilendirilen bu mekân, Osmanlı kuruluş mitosunun bir unsuru hâline gelmiştir.

Türk mitolojisinin en eski kültlerinden biri koruyucu, besleyici ve yaşam kaynağı olması nedeniyle ağaçtır.

Kozmik ağaç, soyun, mutluluğun garantörlüğü ağaç ve devleti temsil eden ağaç, Domaniç'e bağlı Domur köyünde "Mızık Çamı" adıyla somutlaştırılmıştır.

1281'den bugüne uzanan yaklaşık 7 buçuk asırlık geçmişiyle günümüzde koruma altında bulunan bu ağaç, toplumsal belleğin mekânsallaşmış sembollerinden biri olarak değerlendirilmektedir.  

Tarihçiler, mit ve efsaneleri doğrudan tarihsel gerçeklik olarak kabul etmezler; bunun yerine bu anlatıları, belirli bir dönemin zihniyet dünyasını ve kolektif hafızasını çözümlemek için kullanırlar.

Bu bağlamda mitler, toplumların belirli olayları nasıl hatırladığını, yorumladığını ve meşrulaştırdığını anlamada önemli bir işlev üstlenir.


Yerel tarih ve halk anlatıları

Günümüzde tarihçilik, yalnızca "büyük siyaset" veya "devlet merkezli" anlatılarla sınırlı kalmayıp çok boyutlu bir araştırma alanına dönüşmüştür.

Özellikle yerel tarih çalışmaları, halk anlatılarından beslenmekte ve bölgesel dinamikleri anlamaya katkı sunmaktadır.

Domaniç bölgesindeki Mızık Çamı anlatısı bu açıdan örnek teşkil eder.

Osman Gazi'nin çocukluk çağına tanıklığıyla ilişkilendirilen bu anıt ağaç, yerel kültürel belleğin somut bir unsuru olarak bölgenin Osmanlı tarihindeki yerini güçlendirmektedir.

Bu tür anlatılar, tarih yazımında dikkatli ve eleştirel bir yaklaşımla kullanılmalıdır.

Mitolojik unsurların tarihsel gerçeklerden ayrıştırılması için sözlü anlatılar diğer yazılı belgeler ve arkeolojik bulgularla karşılaştırılmalıdır.

Ancak bu süreçte, sözlü kültürün sembolik ve sosyo-kültürel işlevinin göz ardı edilmemesi önemlidir.

Mitler ve efsaneler, sembolik anlatımlarla yüklüdür. Bu semboller, dönemin toplumsal yapısına, siyasal düzenine ve dini inançlarına dair dolaylı mesajlar taşır.

Örneğin, Mızık Çamı, Kandilli Çam veya Sarıkız efsanesi, Osmanlı Beyliği'nin köklerine dair toplumsal hafızayı şekillendiren sembolik anlamlara sahiptir.

Su, hayatın kaynağı; ağaç ise canlılığın ve sürekliliğin simgesi olarak yorumlanabilir.

Böylelikle bu anlatılar, yalnızca kültürel kimliği değil, aynı zamanda siyasal meşruiyetin de sembolik dayanaklarını beslemiştir.
 

Fotoğraf: Serdar Yiğit/AA
Fotoğraf: Serdar Yiğit/AA

 

Hafıza mekanı olarak Hayme Ana

Ertuğrul Gazi'nin Doğu Roma İmparatorluğu sınırlarında yürüttüğü mücadeleler, Söğüt ve Domaniç merkezli bir genişleme siyaseti ile birleşerek Osmanlı Beyliği'nin temellerini oluşturmuştur.

Domaniç, hem Osmanlı hanedanının yaşam alanı (yaylak ve kışlak) hem de kolektif belleğin mekânı olarak kuruluş sürecinde kilit rol oynamıştır.

Yerel anlatılar, efsaneler ve anıt ağaçlar, Osmanlı'nın kuruluşuna dair tarihsel kimliği destekleyen kültürel unsurlar hâline gelmiştir.

Bu anlatılar, imparatorluğun üç kıtaya yayılan bir güce dönüşmesinin öncesindeki toplumsal hafızayı anlamada önemli ipuçları sunmaktadır.

Dolayısıyla Domaniç, tarihsel ve kültürel mirasıyla yalnızca Osmanlı'nın kuruluşunu değil, aynı zamanda kolektif hafızanın nasıl inşa edildiğini de gösteren sembolik bir mekân niteliğini korumaktadır.

Pierre Nora'ya göre "hafıza mekânları", yalnızca coğrafi yerler değil; aynı zamanda bir toplumun kolektif belleğini somutlaştıran ve taşıyan sembolik alanlardır.

Bu mekânlar, bir toplumun tarihsel hafızasının sürekliliğini sağlamak, geçmişle bugün arasında köprü kurmak için ritüeller, anmalar ve semboller aracılığıyla yeniden üretilir.

Yaylak mekânı olarak Osmanlı kuruluş sürecinde stratejik öneme sahip Domaniç, modern dönemde hem Osmanlı köklerinin hem de milli-manevi değerlerin sembolü haline getirilmiştir.
 

Hayme Ana'yı Anma ve Göç Şenlikleri / Fotoğraf: Serdar Yiğit-AA
Hayme Ana'yı Anma ve Göç Şenlikleri / Fotoğraf: Serdar Yiğit-AA

 

Hayme Ana'yı anma ve göç şenlikleri 

Kültürel Miras; aidiyet duygusunu temelinde barındıran kültürel, doğal, arkeolojik ve gelecek nesillere aktarılan somut ve somut olmayan eserlerdir.

Kültürel Miras bulunduğu bağlam, tarihsel, sosyal, kültürel birikimi içinde korunmalı ve yaşatılmalıdır.

Kültürel mirasın alanları sözlü gelenekler, gösteri sanatları, kutlamalar şenlikler, toplumsal uygulamalar ve geleneksel uygulamalar şeklinde sınıflandırılabilir.

Her yıl eylül ayının ilk pazarı kutlanan Hayme Anayı Anma ve Göç Şenlikleri Domaniç ilçesi Çarşamba köyünde düzenlenen törenlerle gerçekleştirilmektedir. 

Hayme Ana Türbesi ve etrafında düzenlenen anma törenleri, "kurucu anne" figürünü öne çıkararak toplumsal hafızada Osmanlı'nın kuruluşunu aile, soy ve aidiyet üzerinden yeniden üretir.

Böylece Domaniç, yalnızca bir tarihsel mekân değil, aynı zamanda "Türk anneliği"nin ve "milli değerlerin" kutsal hafıza noktası haline gelmiştir.

Bu mekânlar aynı zamanda kimlik inşası bakımından çok değerli olduğu gibi Osmanlı mirası üzerinden küresel vizyonun parçası haline getirilmesi açısından da çok anlamlıdır.

Her yıl Çarşamba köyünde düzenlenen "Hayme Ana'yı Anma ve Göç Şenlikleri" bu yıl önceki yıllara nazaran büyük bir coşkuyla gerçekleşti.

Etkinlik, halk oyunları ve mehteran gösterileriyle başladı; geleneksel okçuluk ve atlı gösteriler katılımcıları büyüledi.

Unutulmaz halk konserleri ise geceye damgasını vurdu.

Arslanbek Sultanbekov, Seda Gökkadar ve Esra İçöz'ün sahne performansları, izleyicilerden tam not aldı.

Şenliklerin en dikkat çeken anlarından biri, "Kuruluş Osman" dizisinin sevilen oyuncularının halkla buluşmasıydı.

Gonca Hatun rolüyle Belgin Şimşek, Alaeddin Bey rolüyle Faruk Aran, Boran Bey rolüyle Yiğit Uçan ve Aykut Alp rolüyle Murat Boncuk, hayranlarıyla bir araya gelerek etkinliğe renk kattı.

Kütahya Valisi Sayın Musa Işın ve emeği geçenlere organizasyondaki olağanüstü gayretleri için teşekkür eden vatandaşlar, şenliklerin tarih ve kültür bilincini güçlendirdiğini vurguladı.

Hayme Ana'nın türbesi, Osmanlı'nın köklerine yolculuk yapmak isteyenler için Domaniç'te mutlaka görülmesi gereken bir durak olmaya devam ediyor.
 

Hayme Ana'yı Anma ve Göç Şenlikleri / Fotoğraf: Serdar Yiğit-AA
Hayme Ana'yı Anma ve Göç Şenlikleri / Fotoğraf: Serdar Yiğit-AA

 

Sonuç

Söğüt ve Domaniç, yalnızca Osmanlı'nın kuruluşunda rol oynamış tarihsel mekânlar değil; aynı zamanda modern Türkiye'nin kolektif belleğinde kurucu mitlerin mekânsallaştırıldığı hafıza noktalarıdır. 

Söğüt, Osmanlı'nın siyasal başlangıcını temsil ederken, Domaniç, ailevi ve toplumsal kökleri temsil eden bir "kurucu ana rahmi" işlevi görür.

Bu bakımdan, Kütahya Valiliği'nin bu yılki anma törenlerini nitelik ve nicelik bakımından uluslararası ölçekte bir etkinlik zenginliğiyle taçlandırarak son derece kapsamlı bir programa dönüştürmesi büyük bir önem taşımaktadır.

Bu mekânlar, mitlerin, ritüellerin ve devlet törenlerinin birleşimiyle günümüzde de işlevsel kılınmakta; ulus-devletin sürekliliğini pekiştiren canlı hafıza alanları olarak varlıklarını sürdürmektedir.

Dolayısıyla, Osmanlı'nın kuruluş anlatıları yalnızca siyasi bir köken hikâyesi değil, aynı zamanda doğa ve çevreyle kurulan tarihsel ilişkinin de bir kolektif hafıza kaydıdır.

Temennimiz odur ki 2025 yılının Aile Yılı olması hasebiyle önümüzdeki Büyük Türk Dünyası Kurultayının Domaniç'te düzenlenmesidir. 

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU